-En son okuduğunuz kitabın adı nedir? İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?
Tayeb Salih’in yazdığı ve Arapçadan Türkçeye çevrilerek Ayrıntı yayınlarından çıkan “Kuzeye Göç Mevsimi” kitabını okudum en son. Kitap tercihen kısa yazılmış ve kendi dönemi için oldukça cüretkâr ve etkili bir roman. Afrikalı Arap kültürüne, dine, kadın-erkek ilişkisine, özgürlüğe, kendisine virüs bulaşmış sömürge kişiliğinin Avrupa’da bir virüs olarak dolaşmasına ve savrulmasına, İngiliz sömürgesi altındaki Sudan’ın toplumsal yapısına, taşranın katılığına ve yumuşaklığına çok farklı bir mercek tuttuğunu söyleyebilirim. Bu yüzden kitap hakkındaki tartışmalar, yasaklamalar bir türlü bitmemiş. Kitap, İngiliz sömürgesi olan Sudan’da sömürgeciye karşı direnen (İslami ve Komünist) kesimlerce kabul görmemiş, Londra’da yerilmiş, Paris’te övülmüş, birçok Arap ülkesinde yasaklanmış, yirmi dile çevrilmiş ancak yazarına kayda değer maddi bir getiri sağlamamış.
–Son okuduğunuz kitapta en beğendiğiniz cümle veya alıntı nedir?
Birkaç cümleyi çok sevdiğim için paylaşmak isterim.
“Bazen, rahatsız edici bir şekilde Mustafa Said’in hiç var olmadığı, onun aslında bunaltıcı derecede karanlık bir gecede bu köydeki insanlara görünen bir yalan, bir hayal, bir düş ya da kâbus olduğu ve insanlar gün ışığıyla birlikte uyandığında artık hiçbir yerde görülemediği fikri geliyordu aklıma… ”
“Bu topraklarda peygamberlerden başka kimse yetişemez. Bu kuraklığı yalnızca gökyüzü iyileştirebilir.”
-Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız, yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?
Sıraladığınız seçeneklerin tümünden istifade edebiliyorum. Birbirimize kitaplar önerdiğimiz ve kitaplar verdiğimiz bir arkadaş grubumuz var. Ayrıca kitap eklerinden de yararlanıyorum ve kitapçılarda karıştırdığım kitaplar arasında dikkatimi çekenler de oluyor. Hakkında çok konuşulan ve yazılar yazılan kitapların “benimle de konuşacak bir şeyi var mı?” diye merak ettiğim de oluyor. Ödül almış kitapların ödüllerini bir okur olarak geri aldığım da çok oluyor böylece.
-Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?
John Fante’nin yazdığı Toza Sor kitabını yazmak isterdim. Ancak bu istekten daha ağır gelen başka bir isteğim var. Elias Cannet’inin “bazı okurlara kendini kapatabilen kitaplar olmalıydı” dediği o kitapları kapatabilen biri olmak isterdim. Asıl sorun, özellikle bazı insanlara “kendini kapatamamış” bazı kitapların olmasıdır.
-Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?
Coğrafik bir özellik olarak değil, bir kimlik özelliği olarak her ne yaşadıysak ve başa ne geldiyse tam da gün ışığında oldu. Yazılan şey, bir hatırlama ve yaşanılanı başka bir şeye dönüştürme çabası oldu. Böylece güpegündüz olan biteni, ilkin karanlığa gösterirsin, kendisinden daha kara olan bir şeyi okurken güne karşı iyi olduğunu düşünmesini istersin. Ve bu bir iyimserliktir.
-Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?
Önce küçük notlar halinde tasarlıyorum yazacağım şeyleri. Sonra çok uzun olduklarını düşünüp kısaltıyorum. En sessiz ortamın bile bir uğultusuyla karşılaşır insan. Ya da sessizlikte yazdığın şey bir gürültü olur. Haliyle gürültülü yer kaçınılmazdır.
edebiyathaber.net (14 Şubat 2020)