Kenan İpek’in yeni kitabı Ah Benim Şeker Fabrikalarım (Şekerin Çocukları) geçtiğimiz günlerde Su Yayınları etiketiyle yayınlandı. 1960 Tokat-Turhal doğumlu İpek, yükseköğrenimini Ankara’daki Şeker Şirketinin yurdunda kalarak Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde tamamladı. Genel cerrah olarak özel sektörde çalışmaya devam eden yazarın ilk kitabı Hekimin Ardı İnsan hakkında Ercan Kesal’in incelikli yorumları Şekerin Çocukları’nın dil, kurgu ve hikâye anlayışı için de geçerli diyebilirim: “Anılar, biz istesek ya da istemesek de çıkıp gelen şeylerdir. Ama hayat bunları bize toplu halde sunmaz, hazmetmemizi kolaylaştıran bir rutinle çıkarır karşımıza. Yaşadıklarımızı içselleştirmemiz için gerekli mesafeyi de yaratır. O mesafe sayesindedir ki her seferinde ruhumuzu, aklımızı yeniden konumlandırırız. Kenan İpek’in hikâyelerini okudukça onun nasıl bir inatla geçmişi didiklediğini, anılarının altını nasıl korkmadan kazdığını, kaybolmuş fotoğraflarını ve başından geçenleri geri getirmek için gerekli olan hatırlamayı nasıl bu kadar ısrarla istediğini anlıyorsunuz.”
Zafer Aydın’ın derinlikli giriş makalesinde belirttiği gibi Anadolu’nun dört bir yanına kurulan şeker fabrikaları istihdam yaratmanın çok ötesinde işçilerin sosyal ve kültürel dönüşümünü de hedefleyen, kentte yaşayanların hayatını zenginleştiren, kentin ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerinin biçimlenmesinde lokomotif işlevi gören yapılardı. Fabrikayla birlikte kurulan işçi lojmanları, okul, kütüphane, sağlık üniteleri, dinlenme tesisleri, tatil kampları, tüketim kooperatifleri, çocuk parkı, sinema ve spor salonları, tiyatro grupları ve müzik korolarıyla modern bir yaşam tarzına geçiş hedefleniyordu. Ortak yaşam alanlarında işçilere ve ailelerine okuma yazma öğretiliyor, birlikte sinema ve tiyatro izleniyor, düzenli kitap okuma ve spor yapma alışkanlığı kazandırılmaya çalışılıyordu. Fabrika eksenli bir sosyal kalkınma modeliydi bu. Özelleştirme politikalarının getirdiği dönüşümle birlikte farklı iktisadi seçenekler hayata geçirilmeye çalışılsa da şeker fabrikalarının bulundukları kente verdikleri sosyal, kültürel ve ekonomik hava zaman geçtikçe kayboldu.
Kenan İpek, şeker fabrikalarının hayatlarında direk ya da dolaylı yoldan etkili olduğunu düşündüğü üç kuşak olduğunu söylüyor. Babası ilk kuşaktan olduğu için İpek, Turhal Şeker Fabrikası lojmanlarında büyür. Fabrika olgusu çevresinde şekillenen yaşam tarzı, eğitim ve sosyalleşme olgularını deneyimler. Şekerin Çocukları’nda bir işçi çocuğu olarak İpek, anı-hikâyeler eşliğinde sosyal fabrika yaklaşımının öncelikle anne, baba ve kendisini nasıl etkilediğini sıcak ve özlü biçimde anlatıyor. Yaşadıklarından ve anlatılanlardan hareketle öncelikle birinci kuşak köy kökenli işçilerin hayatlarında meydana gelen köklü değişimler; işçi ailelerinin yemekten sağlığa evden sosyal hayata yaşadıkları modernleşme süreçlerine nasıl tepki verdiklerini ilgiyle okuyoruz. Fabrika kütüphanesinde okunan ansiklopedi, atlas ve romanların yarattığı kişisel gelişim; fabrika sandığı aracılığıyla edinilen beyaz eşyalar aracılığıyla ailelerin gündelik hayat standartlarının yükselmesi, kentli modern yaşamı içselleştirme deneyimleri… Şeker fabrikaları merkezli sosyal, kültürel ve ekonomik modelin işçiler, aileleri ve yaşadıkları kentler için nasıl bir anlam ve değer kazandığını anlamak için iyi bir giriş kitabı var elimizde. Nitelikli fotoğraflar eşliğinde anı- hikâye merkezli tarihi bir belge de diyebiliriz Şekerin Çocukları’na.
Şekerin Çocukları’nda yazar samimi ve yalın bir dille kişiler anılarından seçtiği odaklar eşliğinde okuyucuları ilginç ve etkileyici bir yolculuğa çıkarıyor. Sunduğu malzemenin niteliğinden hareketle Kenan İpek’in yazabileceği roman konusunda okuyucuda beklenti yarattığını belirtmek gerek.
Şekerin Çocukları’nın etkileyici hikâyeleri gözden kaçmasın.
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (21 Şubat 2020)