Yazar Nursel Duruel, “Geyikler, Annem ve Almanya” isimli öyküsünü küçük bir kız çocuğunun dilinden anlatıyor. Öykümüzün kahramanı olan çocuk, yabancısı olduğu bir evde, ertesi gün Almanya’ya, babasının yanına gidecek olan annesiyle birlikte geçirdiği son geceyi, bu gecede gördüğü etkileyici rüyayı ve ertesi güne kadar annesiyle birlikte ne şekilde değişip olgunlaştığını okuyucuya anbean aktarıyor.
Yazar, öyküdeki karakterler arasındaki ekonomik sınıf farkını ortaya koymak için öncelikle mekân ayrıntısını detaylı bir şekilde işliyor. Mihriban Hanım’ın varsıllığını tıklım tıklım antika eşya dolu bir misafir odası temsil ederken, küçük kızın ailesinin yoksulluğunu bir köşeye konmuş naylon torbalar ve fileler ortaya koyuyor.
Öykü boyunca karakterlerin başlıca özelliklerini gösteren işaretler kimi zaman direkt olarak verilirken, kimi zaman alttan alta hissettiriliyor. Örneğin ev sahibi Mihriban Hanım’ın görmüş geçirmiş, fakat hayatın zorluklarına pek de maruz kalmamış bir kişi olduğunu seziyoruz. Zira Mihriban Hanım, Almanya denince gurbeti değil, gençliğinde oraya yaptığı seyahatlerde nasıl eğlendiğini hatırlıyor.
Anne karakteri sabırlı, ailesini toparlayıcı, mücadeleci, güçlü ve sevecen bir kadın olarak resmediliyor. Kocası hakkında kendi annesiyle dertleşirken bu ipuçlarının çoğu veriliyor. Yanında yatan kızına gece boyu ağladığı için kızarken diğer taraftan da onu öpmesi; ailesini bir arada tutabilmek için dilini hiç bilmediği, daha önce hiç ziyaret etmediği bir ülkeye tek başına gitmeye cesaret etmesi; öykü içindeki karakter ve davranış tutarlılığını pekiştiren örnekler.
Anneanne karakteri fedakâr ve anlayışlı. Kocasından kalan dul maaşıyla kızını ve torununu şikâyet etmeden geçindiriyor. Kızına akıl veriyor fakat onu vereceği kararlarda serbest bırakıyor.
Baba ve teyze öyküdeki nispeten silik karakterler. Teyzenin destekleyici, aileyi koruyucu konumda olduğunu, Çay’da kalan diğer kardeşe bakmasından anlıyoruz. Babayı, anne ve anneannenin konuşmalarından tanıyoruz. Ailesine düşkün biri değil, Almanya’dan para göndermeyi kesmiş. Fakat küçük kız onu rüyasında mısır haşlayan, karısına yardım eden, kendisini havalara atıp tutan bir figür olarak görüyor, çünkü bütün masumluğuyla ailesinin bir arada olmasını arzu ediyor.
Küçük kızın iç dünyasıyla ilgili en önemli ipuçlarını, rüyadasındaki semboller ve hayalleri vasıtasıyla elde ediyoruz. Örneğin uykuya dalmadan önce annesini, babasını, kardeşini ve kendisini gül yaprağından giysilerle, elele tutuşmuş dönerken hayal etmesi. Rüyasında tüm ailesinin bir arada olması durumunu, yeryüzünün sevinçten başka tüm duygulardan arınmış hali olarak betimlemesi. Keza küçük kızın rüyasında gördüğü leyleğin yuvasının uzaktaki bir ağaçta kurulmuş olması da çok vurucu bir simge.
Gece boyunca koyun koyuna yatan anne – kız, o kısa zaman zarfında birbirlerine kalplerini açıyor. Küçük kız annesinden ayrıldığı için ağlamanın ayıp bir şey olmadığını anlıyor. Anne, evlâtlarından ayrılmanın ne kadar zor olduğunu itiraf ediyor, anne – kız hiç olmadığı kadar yakınlaşıyor ve sevginin verdiği gücü hissediyorlar. Küçük kız rüyasında kendini giderek daha cesaretli hissetmeye başlarken, değişimini şu şekilde tarif ediyor: “Ben bir su damlası gibiyim annemin yanında. Dereden kopup havaya sıçrayan haşarı bir su damlasıyım. Güçlü, neşeli, yok edilemez bir su damlasıyım. Durmadan akan derenin ve durmadan değişen annemin bir parçasıyım. Onlardan kopan ama onlardan bağımsız bir damla…”
Öykünün sonunda, sabah uyanıp da annesini yanında görmediği zaman, rüyasıyla uyumlu bir şekilde, kendini hemen topluyor. Bunun sembolü yatağını toplaması, çarşafını katlaması. Kimse onu güçsüz görsün istemiyor. Gözyaşlarıyla ıslanmış yastığının kılıfını yıkamak için çıkarması da bunun bir işareti.
Öykü içinde büyük bir yer kaplayan rüya sahnesinin anlatımı, öyküdeki genel anlatım dilinden çok farklı. Rüya sahnesini okurken sembol ve işaretler denizinde yüzer gibi, şiir okur veya sıcak bir günde temiz bir pınardan kana kana su içer gibi hissediyoruz. Dil gereksiz süslemelerle boğulmamış, son derece etkileyici ve yalın bir anlatım yakalanmış.
Teknik olarak baktığımızda, küçük bir ilçede yetişmiş, okuma yazmaya karşı özel bir ilgisi bulunup bulunmadığını bilmediğimiz öykü kahramanı ufak bir kızın, rüyasını anlatırken bu kadar yetkin bir dil kullanması pek mümkün görünmüyor. Fakat o kadar güzel bir anlatım ortaya konmuş ki bu detayı gönüllü olarak görmezden geliyoruz. Kendimizi rüyanın akışına hiç düşünmeden kaptırıp gidiyoruz. Dört bir yanına konan yuvarlacık taşlarla dereye sabitlenen kilimdeki geyikler gibi, üzerimizden su aktıkça koşuyor, koşuyoruz.
Menekşe Ercan Pekel – edebiyathaber.net (27 Şubat 2020)