Sardalyanın Gizemi’nin başlangıcında başarılı profesyonel bir yazar olan Bernard’ı tanıyoruz. Bernard’ın şiirleri alaycıdır, yayımlatmaz çünkü iyi olmadıklarını düşünür. Köyde eski bir kır evinde yaşar ama Londra’da yazılarının çoğunu yazdığı küçük bir apartman dairesi vardır. Haftanın yarısını Londra’da yarısını köyde geçirir. Köye döndüğünde ona yazma enerjisi veren nefreti yatışır. Sonunda yazarın hayatında rutinini bozan beklenmedik bir olay olur: Oğlu yazdıklarına katılmadığını itiraf eder. O ise asla tartışmayı kabul etmez. Oğlu budala değildir ama ona yabancıdır artık. Köyde de nefreti güçlü biçimde hissetmeye başlar.
Londra’ya geçer. Sekreteri yazdıklarını dikte eder, düzeltmeler yapar. Hunharca sevişirler. Aralarında aşk başlar. Yenilik ve rutinden sapmak istemez aslında Bernard. Ama aşk çalışma ritmini etkiler. Londra’da nefret hissetmez olur. Ama köye dönünce hem oğluna hem de papaza öfkelenir. Beraberinde iyi şiirler yazmaya başlar ve zamanla kitabını yayımlatır. Yeni şairle eski yazarın aynı kişi olduğu köyde pek fark edilmez. Bernard, bahar ayları geldiğinde yaptığı bir tren yolculuğu sırasında muhtemelen kalp krizinden ölür. Cenaze töreninden iki hafta sonrasında karısı ve sekreteri çalışma ofisi olan apartman dairesinde tanışır, günlük hayattan ve yazardan konuşur, sevişirler. Kısa süre içinde toparlanıp Mallorca’ya taşınırlar. Tarzları ve danslarıyla cumartesileri eğlendikleri otelin gözdesi olurlar. Bir süre sonra genç bir İngiliz villalarının kapısını çalar. Bu genç, ünlü yazar hakkında bir doktora tezi hazırlamakta olduğu için yazarla ilgili bütün çelişki ve muammaları çözmek ister. Özellikle “Renkli Ayna” şiirinin otobiyografik olup olmadığını çok merak eder. Ancak bunun için önemli bir ipucu olan yazarın göz rengini ne karısı ne de sekreteri hatırlar.
Romanın ikinci bölümüyle birlikte metne felsefi bir boyut ve aynı zamanda derinlik de katan diyaloglar başlıyor. Karakterler uzun konuşmalar üzerinden tartışmalar açıyor. Felsefe ve edebiyat romanda iç içe geçmiş durumda. Bu durum kurgudaki özel dengeyi sağlıyor ve hâkim anlatıcıdan kaynaklanan tekdüzeliği kırıyor. Politika, savaş, cinsellik, mantık, matematik ve felsefeyle ilgili zihin açıcı meseleler okuyucuyu da içine çeken sorularla sunuluyor. Hayatın geçiciliği hakkında “Gerçek hakiki-Dünya birkaç kere güneşin etrafında döndükten sonra bütün bunların ne olduğunu kim hatırlayacak, kim bilecek, kim anlayacak?” sorusu ya da bir makale yazmak için bir sürü kitap okuyorsun, bunun yerine “ Neden doğrudan Doğanın Kitabına gidemiyorsun, neden bütün o aracı kitapları okumak zorunda kalıyorsun?” sorularında olduğu gibi…
Üçüncü bölümle birlikte roman bir polisiye hikâyeye dönüşüyormuş havası yaratır. Doktora tezi hazırlayan genç ve bilgi almak için evine gittiği okutman yazarın şiiri ve göz rengi hakkında konuşurlar. Üst düzey bürokratların yaşadığı bir mahalledir burası. O sırada okutmanın daha önce izlediği kaptanı olmayan teknedeki iri siyah kaniş köpek cama gelir ve bomba patlar. Hedef kuvvetle muhtemel yanlıştır. Olaydan ara sıra bahsedilse de roman boyunca gizemini korur. Romanda polisin bildiği bir şeyler olduğunu fakat cinayetin açıklığa kavuşamadığını hissederiz. “Sardalyanın Gizemi gibi daha sonraki uzun romanlarında Themerson türe farklı yaklaşır; modern polisiye romanla açıktan açığa flört eder. (Kendisi de bol bol dedektif romanı okur ve özellikle Raymond Chandler’a saygı duyardı.) Bu ayartıcı tarz içinde eşzamanlı birçok oyun oynar. Çoğunlukla uzun bir karakter listesi vardır. Fani ve ebedî değerlere dair zengin söylemler içeren bu daha sonraki romanlarda, incelikli bir mantık, paradoks ve ahlak yapbozunda hesaplı kitaplı bir rolü olmayan hiçbir şey yoktur. Abartılı ve komik imgeler daima anlamı tazeler ve yapının tamamına, dilin zarif duruluğu kadar titizlik ve ustalıkla yerleştirilir. Paradoksa duyulan gizli sevgi, ancak ele avuca sığmayan bir karakter aracılığıyla zaman zaman dizginlerinden boşanır. Themerson’ın 1930’ların ve 40’ların dedektif hikâyelerinde hoşuna giden şeylerden biri, bunlardaki tipik akıl dışı ögeydi: gökten zembille inen bir karakter. Sardalyanın Gizemi’ndeki “Kafadan Kontak”ın gerçeküstü rolü ve Hobson’s Island’daki Nemo muamması birbirine benzeyen araçlardır.” (1)
Polonya asıllı Britanyalı şair, yazar, yayıncı, film yapımcısı, besteci ve düşünür Stefan Themerson’ın Metis Yayınları tarafından, Özde Duygu Gürkan’ın nitelikli çevirisiyle yayımlanan Sardalyanın Gizemi bu çok yönlü ve birikimli yazarı tanımak için okuyucular için iyi bir başlangıç olabilir. Romanda hayat, doğa, tarih ve politikaya yönelik temel meseleler felsefi diyaloglar aracılığıyla çok sayıda karakter üzerinden, incelikli bir mizah ve yer yer de merak duygusuyla harmanlanarak başarılı biçimde kurgulanmış. Öteki yapıtlarının da kısa zamanda Türkçeye çevrilmesi dileğiyle…
- Stefan Themerson’ı Okumak, Nicholas Wadley, K24, Çeviri: Özde Duygu Gürkan
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (9 Mart 2020)