Geçtiğimiz yıl Dedalus Yayınları’ndan çıkan “Edebiyat Atlası”, edebiyat dünyasını tüm incelikleriyle ortaya koyan kılavuz kitap niteliğinde bir eser. Necip Tosun’un bir yazar, okuyucu ve akademisyen olarak farklı bakış açılarından birikimini yansıttığı kitap yazarın tecrübelerini yansıtan samimiyetle ifade edilmiş görüşleri ve ilgi çeken konularıyla zevkle okunuyor. “Edebiyat Atlası”, günümüzde bu konudaki açığı kapatan başat bir eser. Kitap, yalnızca yaşamını edebiyata adamış okura değil, aynı zamanda edebiyat ortamına girmek isteyen genç yazarlara da seslenerek okuyucuyu engin bir bilgi denizinin içine çekiyor.
Henüz Sunuş’ta Necip Tosun’un tecrübe dağarcığıyla karşılaşıyorsunuz. Yazar; “Kitap okuma, biraz da savruluş, yenilgi ve kazanımlarla ilerleyen bir keşif yolculuğudur,” diyerek kitap seçimi ve tavsiyesi konusunda seçimi kimin yaptığının önemli olduğunu ve sanılanın aksine, tavsiye işinin yükünün sorumluluğunu ve ağırlığını vurguluyor.
Toplam kırk dokuz konu başlığından oluşan eserin ilk konusu “Edebiyat ve Hayat”: “Edebiyatçı, büyük olaylara, yıkımlara gidilen yolları hisseder ve eserlerinde bunu sezdirir,” görüşündeki Tosun, edebiyat tarihinden verdiği çeşitli örneklerle edebiyatla uğraşmanın ve okumanın önemini somut olarak ortaya koyuyor.
Neden yazdığımızı irdeleyen yazar, Flaubert’in; “Yazdığım roman, boşlukta kendisine tutunduğum bir kayadır,” cümlesini örnekliyor. Yazma eyleminin sorumluluğunu; “Varlığımızın bedelini ödemek için yazarız,” cümlesiyle özetleyerek yazarların çoğunun “evrenin anahtarını bulabilmek, hakikate değebilmek” için yazdıklarını söylüyor.
Borges’in; yazının bizzat mutsuzluktan beslendiği, mutlu anlarda yazma ihtiyacının duyulmadığı görüşüne yer verirken genellikle acının üretkenliğe dönüşerek bir anlamda gözlerimizin açılmasını sağladığını belirtiyor yazar: “Yazmak, insanın ruhunun derinliklerinde dalgalarla boğuşmak demek. Derin, çetin bir yolculuk… Bu yüzden yazı, insanın biraz da kendi ruhunun sınırlarını keşfetmek için çıktığı bir yolculuktur.”
Necip Tosun’un bu konudaki kendi düşünceleri ise okunmaya değer: “Doğu’da ise yazı aşktır, vecddir, yolculuktur, müjdedir. Dolan bir testinin taşmasıdır… Olgunluğun, erdemin bir dışa vurumu, doygunluğun, insan-ı kâmil olmanın bir sonucudur… Doğu’da yazı, meleklerle yapılan bir yolculuktur. O yolculukta feyz mest eder, beden mum gibi yanar.”
Tosun, bir yazar veya yazar adayı içinse okuma eyleminin, yazacağı yazılar veya kitaplar için bir ısınma çalışması ve yöntem arayışı yerine geçtiğini söylüyor. Dolayısıyla bir yazarın, kitaba yaklaşımının gerçek bir okurdan farklı olduğunu, onun yazılarını besleyecek kitaplara yönelişini ortaya koyuyor.
Satır aralarında yazar adayları için püf noktalarını da vurgulayan Tosun; “Edebiyat asla flörtü kabul etmez, apaçık bir evlilik ister,” cümlesiyle yazmanın karşılıksız fedakârlık, koşulsuz teslimiyet gibi zor süreçleri içerdiğini belirterek süreklilik, ciddiyet ve disiplin gerektiren bir eylem oluşundan söz ediyor. Böylece elbette okuma/yazma ile hayat arasında bir seçime yönelecektir insan, diyor.
Bu durumun tersi olan örnekleri de sunuyor okura Necip Tosun. Misal, yazmayı bırakıp esir ticareti yapmaya Habeşistan’a giden Rimbaud, köy öğretmenliği ve ardından hastabakıcılık yapmaya başlayan Wittgestein, satranca başlayan Duchamp ve nedensizce hayatlarının belli dönemlerinden sonra yazmayı bırakan pek çok yazar veya yazar adayını sıralıyor. Israr, adanmışlık ve bedel ödemek; yazma eyleminin vazgeçilmezleri olarak sunuluyor kitapta.
Yazıda yaşanmışlıkların etkisi konusuna gelince, bu noktada herkeste olan yaşanmışlığın, bilinç, sezgi ve muhayyile ile esere yansıtılabileceğini vurguluyor yazar. Kimileri için yazının kaynağı rüyalarken genellikle yazma öncesi kişinin bu konuda enerji birikimine sahip olması gerekiyor. Bu durumu da Necip Tosun, duygusal dolma, olgunlaşma veya atılmaya hazır durumdaki çığlık olarak niteliyor. Âdeta bir vecd anında veya nevrotik bir ruh durumunda yazanlar olduğu gibi Çehov misali her daim göz önünde olan herhangi bir cismi veya varlığı yeni bir bakış açısıyla ele alarak yazanları da örnekliyor.
“Edebiyat ve Dil” ilişkisini incelediği bölümde yazar, Boges’ten alıntıladığı cümleyle konuya damgayı vuruyor: “Bir dilden büyük bir şair geçtiyse o dil artık aynı dil değildir.”
Kitabın “Eleştiri ve Ahlâk” bölümünde Tosun, okuyucunun metne derinlemesine ulaşmasını sağlayan eleştirmenlerin, deneme yazarlarının donanımlı ve kültürlü olma, geçmişi yorumlama ve geleceği sezme, sabırlı ve sağlam karakterli olma gibi melekelere sahip olmaları gerektiğinin altını çiziyor. Yazara göre; yazıyla toplum önünde yapılan eleştirilerin vicdani sorumluluğunun bilincinde olunması, akıl ve kalbin eşit düzeyde katılımının sağlanması, yozlaşmış kavramlardan uzak kalınarak çalışılması, konunun mihenk taşlarını oluşturuyor. Tosun, bu konuda bir eleştirmenin asıl görevinin gerek gözden kaçmış gerekse genç yazarları topluma sunmak olduğunu söylüyor. Ayrıca Todorov’un; “Oysa eleştiri diyalogdur, eleştiri iki sesin, yazarın sesi ile eleştirmenlerin sesinin buluşmasıdır, birinin öbürünün üstünde hiçbir ayrıcalığı yoktur,” görüşünü ortaya koyarak ideal eleştirmen kavramını pekiştiriyor.
Kitabın “Edebiyat ve Yalnızlık” bölümü ise evlere kapanmak zorunda kaldığımız şu günler için yazılmıştır âdeta: “Yalnızlık insanın, insan olmanın ayrımına vardığı yerdir… Yalnızlık; arınma, yüzleşme ve derinleşme imkânı sağlar.” Yazar, bu bölümde yalnızlığın genel geçer anlamından değil, seçilmiş yalnızlıktan söz ediyor zira hem günümüzde insan ilişkilerinde yaşanan ağırlıktan, kaostan, ruhdaş bulamamaktan kaçış hem de yazma/okuma eylemleriyle yoğunlaşmanın gerektirdiği bilinçli bir seçimdir söz konusu olan: “Bu daha çok bilinç, farkındalık ve yüksek kültürle elde edilen bir yalnızlıktır. Ruhunun biricik olduğunu fark ediştir.” Ve ; “Yalnızlık başkaları tarafından telafi edilemeyecek bir ihtiyaçtır.” İşte bu tarz yalnızlıktır insanı yaratıcılığa, yazmaya/okumaya iten veya tam tersi yazdıkça kalabalıklardan uzaklaştıran.
“Gezi Edebiyatı Kitaplığı” adlı bölümde, gezi yazısı türünü kaleme alan edebiyatçıların, gördüklerini aktarmakla kalmayıp onların ruhuna sızarak görülmeyeni görüp sezerek âdeta resmettiklerini belirtiyor Tosun: “Edebiyatçı hiçbir yolculuğunu rastgele yapmaz. Çoğunlukla bu yolculuklara yazmak için çıkar,” derken bir yandan da günümüz turizm ekonomisinin kültürel seyyahlığı yozlaştırdığı gibi gerçekleri de ekliyor.
“Günümüz Edebiyat Ortamının Görünümü” başlığı altında yazılanlar, ince ve dürüst bir gözlem yeteneğinin ürünü. Günümüzde ne yazık ki entelektüel ortamda yaygınlaşmış olan bir yanlışı içtenlikle ortaya koyuyor yazar. O da; kimseyi sevmemenin, hiçbir yazarı ya da eseri beğenmemenin getirdiği yanlış bir kibir durumu. En azından biliyoruz ki günümüz edebiyat ortamlarında birbirine yakın kimi yazarlar birbirlerini kollarken diğerlerini görmezden gelmeyi düstur edinmişlerdir. Bu tarz ve benzeri durumlar içinse yazar: “Bu yönelimin arkasında yazıya bakıştaki çarpıklığın yattığını söyleyebiliriz. Artık yazıya bakış tümüyle değişmiştir. Çünkü artık yazı gitmiş, yazar gelmiştir,” şeklinde görüşünü belirtiyor.
Uzun sözün kısası; tamamını buraya alamadığım gerek edebiyat tarihiyle gerekse günümüz edebiyatıyla ilgili daha pek çok konuyu içermesiyle alanındaki boşluğu tamamlayan doyurucu ve nitelikli bir başucu kitabı “Edebiyat Atlası”.
Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (25 Mart 2020)