Ayağımdaki çizmeler ha var ha yok; çoraplarımla bir… Şimdi şimdi derken sıra bana gelmedi gitti. Recep’in şu kitap defter parası geçsin, hiç bakmam, bir çift çizme alacağım diyeceğim evdekilere. Diyeceğim de diyemem ki, en çok Recebim üzülür; öyle içlidir yavrum.
Suzan Hanım’ın günü bugün; evi de bir ters yerde ki bezdim. Üç vesait yapıp gidersin, bir on dakika önce salmaz. Allah vere de küçük kızı Şermin evde olmasa. Onun dağıttığını toplamaya benimle beraber üç kadın daha lazım.
Durak gene insan seli, gün ağarmadan ekmek çilesi. Muavin Tarık tanıdık nasılsa, şu tuhafiyeciden bir yaka alayım Nedime’ye. Gene sökmüş durmuş yakasını. Ama buna da şükür; varsın üstünü başını yolsun, geçenki gibi saç diplerini yolmasın da. Ne zor bıraktırdık, ne zor… Hala küstür oradaki saçlar, çıkmaz bir türlü. Derdini de demez. Okulu sevmez ondandır der benim adam. Ama ben anlarım, derdi başkadır. Konuşacak elbet, gitmem üstüne. Zamanı var der, dururum. Şuncacık da olsa onun da tayin ettiği bir zaman var elbet, beklerim ben. Tarık el ediyor; minibüs kalkacak. Gene zamlanmış kör olasıca yaka. Her defasında başka para.
İşe girişmeden yorulur mu insan? Ben yoruldum. Suzan Hanım verilecek öteberiyi kapını yanına koymuş. Zile basmadan bir göz gezdirmeli. Büyük oğlanın kaymaya heves edip de aldırıp, bir kerecik giymediği kayak pantolonu, kocası Nizam beyin Rusya’dan getirdiği iki yanı boncuklu kalpak, küçük oğlanın okul müsamaresinde giydiği kovboy kostümü (yelek, askı, şapka, pantolon, gömlek tam takım), ayrı bir poşete konmuş bir ayakkabı kutusu içinde bir çift çizme. Suzan Hanım’ın yurtdışına giden arkadaşına sipariş verdiği, sonradan rengini beğenmediği çizmeler. Ne de güzel, ne de parlak… Rugan derler herhalde buna. Benim için hepsi bir de, bu da başka güzelmiş. Ayağıma da denk üstelik. Alıverem de bodruma koyayım; giderken götürürüm. İzne ne hacet! Birinin çöpü, diğerinin yenisi demişler.
Evde çıt yok. “Zübeyde, hanımın uyanana kadar yap bir kahve içelim, ses etmeyelim,” diyorum. İyi kızdır Zübeyde. Van’daki ailesine gönderir parasının çoğunu. Sağlam kız, sır küpü. Ağzını yoklarsın; evde ne olur, ne biter iki kelam etmez. Vaktiyle bir sevdiği varmış; düğüne az biraz kala bırakmış gitmiş bunu. Bu da küsmüş sevdaya, çoluğa çocuğa; varsa yoksa anası, babası, kardeşleri. Zübeyde diyorum, hiç olur mu bu dünyada yapayalnız? Kaderim buymuş abla diyor. Kader diyorum, ne de çetrefilli bir şey…
Hanımın arkadaşları gelecekmiş akşam; bir de yiyecek bir şeyler hazırla demez mi! Böyle zamanlarda hepten pes derim. Sudan şişen ellerim varsın hamur da yoğursun, kime dert? Çıkarken az kalsın unutuyordum çizmeleri, bahçe kapısından dönüverdim hatırıma gelince.
Soğuk, çok soğuk. Ellerim koptu kopacak, iki yanıma düştü düşecek. Rıza da gececi bu akşam. Pazar, fırın hepsi bende. Koca ninem, ölünce dinlenirim yavrum derdi. Aman nine derdim, ölünce böcekler, yılanlar yiyecekmiş bizi. Nasıl dinlenebilirsin ki? Onlar bir şey etmez derdi; sırtım yer görsün de. Koca ninemi daha iyi anlıyorum artık; sırtım bir yer görsün de… Allahıma şükür çocuklarım üzmez beni; halden anlar, varı yoğu bilirler. Bazen ben çocuk olurum, onlar ana. Nedimem koymuş ocağın üstüne çorbayı, Recebim ise sofra kurmakta. Bazen böyle mutfak camından izlerim onları. İçime sokasım gelir; yüreğim sızlar. Veremediklerimi düşünür, üzülürüm. Kimse kimsenin rızkına mani değil elbet derim, onlar da büyüyüp serpilecek; elleri ekmek tutacak. El kapılarında ezilmeyecek babaları gibi, ben gibi. Hele şu Recebimin beni gördüğünde boynuma atlaması, sol kaşımın üstündeki beni öpmesi… Ellerimin sızısını, donmuş ayaklarımı unutturur çarçabuk.
Evde el ayak çekildi. Rıza işte, bebeler uykuya teslim. Suzan Hanım’ın çizmeleri aklımda. Sanki bir suçlu gibi dış kapının yanındaki dolaba koymuşum nedense, ne saçma. İçeri alıp, açıyorum kutuyu. Karanlıkta bile parlıyor, sihir gibi. Bu da benim kızdan dilime ezber. Ne zaman hayranlıkla baksa bir şeye, sihir gibi der. Tereddüt etmeden geçiriyorum ayağıma. İçindeki kadife tabanlıklar sarıp okşuyor örselenmiş parmaklarımı; sanırsın şefkatle öpüyor. Işıklar kapalı. Sokak lambasının aydınlattığı salona yürüyorum koridoru geçip. Çöküyorum bir koltuğa. Sonra bir gülmedir geliyor. Mor çiçekli pijamanın altına ne de uyuyor, madem giriştik bir işe tam yapalım diyorum. Kaynım Halil’in düğününde giydiğim siyah elbisemi çıkartıyorum dolaptan; onu giyerken bordo rujum, annemden kalma küpelerim çekiyor dikkatimi. Tekmili birden hazırlanıp geçiyorum salona. Sessizlikte oturuyorum öylece. Vitrinin aynasından bakan aksimi inceliyorum. Ağrıyan dizlerimi unutuyorum.
Sabah Neriman ile buluşuyoruz yolun başında. İkimizin de gideceği evler aynı apartmanda. Bir haller var sende diyor. Ne olacak diyorum, yakalanmış bir tebessümle. Her zamanki ben işte… Ne soğuk değil mi Neriman diyorum, şimdi bir çift sıcak çizme olsaydı. Sanki anama hasretimi dökmüşüm gibi bir çift çizmeden bahsetmeme şaşıyor Neriman.
Gün boyu çizmeler çıkmıyor aklımdan. Eve dönüp el ayak çekilince, üstüne giyip dolaşacağım başka başka kıyafetler düşünüyorum aklımca. Dönüş yolunda herkesin çizmelerini inceliyorum. Hiçbiri benim parlak, siyah, rugan çizmelerim gibi değil. Ay başı gelip de Rıza’nın “Al bakalım bu da senin o çok istediğin çizme paran” dediğinde bile almıyorum parayı. Bunca masraf arasında boş ver diyorum. Nedime’nin paltosu eskidi, ona palto alalım.
Günler gecelerimi hayal etmekle geçiyor. Vitrin camının aksinde gördüğüm kadını hayal etmekle. Eve girerken ve evden çıkarken gözüm hep girişteki dolapta. Ona kavuşacağım saatleri sayıyorum. Sanki o da beni özlüyor; hissediyorum…
Bugünüm ikiye bölünmüş. Sabahtan öğleye Servet abladayım, öğleden akşama Firuzan ablada. Firuzan ablanın işler yetişmiyor, uzuyor da uzuyor. Aklım çizmelerimde. Bu düşüncelerle zor bela nihayete erdirip de işimi, kendimi minibüse atıyorum. Eve vardığımda Rıza çocukları doyurmuş, sobayı köklemiş, kenarında kıvrılıp uyumakta.
El ayak çekilmesini beklemeden bu sefer, bir nefes dolabın başında alıyorum soluğu. Kaynanamgillerin köyden gönderdiği fındık çuvallarının ardında olacak, yok. Muhtar Nahit’in yağ tenekelerinin ardında o vakit, yok. Nedime’nin kırık bebek arabasının altında belki, yok.
Ayaklarım üşümeye başlıyor, ellerim şişiyor, dizlerim buz kesiyor. Siyah, parlak, rugan çizmelerim yok!
Yalınayak fırlıyorum dışarı. Suzan karısı geldi aldı herhalde; aç gözlü…
Yokuşun başı bulut gene. Ilgaz’ın dumanlı tepesi, koca ninemin sırt ağrısı, Nedime’nin kopan saçı, Recebimin sessiz çığlığı, aynadaki aksim bekleyin hele. Siyah, parlak, rugan çizmelerimi bulup gelicem…
Eda Özdemir kimdir?
Eda Özdemir, 17.04.1979’da İstanbul’da doğdu. Bursa Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü mezunudur. İlk öyküsü “Naile’nin Çığlığı”, Kadın Yazarlar Derneği’nin ‘Konuşamadıklarımız’ başlığıyla, Nisan 2020’de yayımlanacak olan kitap seçkisinde yer alacaktır. En çok kelimelerin yan yana düştüklerinde çıkardıkları sesi, Dostoyevski’yi ve oğlunun kremalı bisküvi gibi kokmasını seviyor.
edebiyathaber.net (5 Mayıs 2020)