Roald Dahl ismini hiç duymamış bile olsanız Charlie and the Chocolate Factory kitabına ya da filmine rastlamışsınızdır.
Klasik çocuk kitaplarından farklı bir anlatımı var Roald Dahl kitaplarının. Her şeyin tek düze olduğu ve uyulması gereken kurallar yığınıyla dolu bir dünyası yok. Yazarı sevme nedenlerimden en önemlisi de bu. Bilenlere örnek vermek gerekirse Christine Nöstlinger aynı sebepler nedeniyle okumayı en çok sevdiğim çocuk kitabı yazarlarındandır. Hazır hatırlamışken onun kitaplarından da burada önermeyi not aldım kendime.
Roald Dahl, yetişkinlerin çocuklara göstermekten korktuğu şeyleri onların anlayabileceği en kolay dilde anlatıyor kitaplarında. Hatta bu kitapların yetişkinler tarafından da okunması çocukları için idealize ettikleri dünyanın ne kadar büyük bir yanılsamaya sebep olacağını gösterebilir.
Roald Dahl aynı zamanda yetişkinler için de kitaplar yazıyor. Bu kitaplarda ise yetişkinlerin bu sefer çocukları için değil kendileri için idealize ettiklerini, koydukları kuralların gereksizliğini ve kendilerine itiraf edemedikleri gerçekleri yüzlerine vuruyor Dahl.
Kitapta yetişkinler için tam 11 hikaye var. İçlerinden hiçbirinin ismi “Öptüm Seni” değil.
Gece anlatılan hikayeler bittiğinde iyi uykular diler ve hikayeyi okuduğumuz kişiyi öper vedalaşırız. Her okuduğum hikaye sonunda biraz afallamış kitabın ismini okuyunca bunun bir muzurluk ürünü olduğunu düşündüm 🙂
Kitabın içindeki hikayeler korkutucu ve sonunu asla tahmin edemiyorsunuz. Her hikaye bittiğinde de gerçekten düşüncelere dalıp bazı sorgulamalar yapmanız gerekiyor.
Mesela ben William ile Mary’nin hikayesini okuduktan sonra insanların hayvanlar la olan ilişkisini düşündüm. Hayvanlarla geliştirdiğimiz dilin çerçevesi tamamen bize ait olduğu için onlara karşı duyduğumuz vicdan ve sorumluluk diğer canlılara göre daha fazla. Daha doğrusu birinin varlığı size bağlıysa ve o biri size muhtaçsa o ilişki garip bir haz ve vicdan duymanıza sebep oluyor. Bunun kötü algılanmasını istemem sağlıklı ya da sağlıksız bir durum olarak da nitelendirmiyorum. Sadece bir karı-koca arasındaki ilişkinin roller değiştiğinde ne hale geldiğini de anlatıyor olabilir hikaye. Benim anladığım ise varlığı Mary’nin insafına kalmış William’ın, fiziki varlığını devam ettirebiliyor olsaydı hiç de tercih etmeyeceği şeylere maruz kalacağı.
Her hikayeden bahsetmek istemiyorum fakat sizin de üzerinde düşünmenizi istediğim (bana göre) en iyi hikayerlerden diğer ikisini belirtmek istedim; Fatih Edward ve Domuz.
Bu arada Fatih Edward 1953 yılında The New Yorker Mag’de yayınlanmış. Sanırım bu şekilde yayınlanan başka hikayeleri de var yazarın.
Fatih Edward bir reenkarnasyon hikayesi de olabilir, eşinin delirdiğini düşünen bir adamın hikayesi de 🙂
Domuz ise bence tüm düşünen insanların ortak derdi. Hayatta neden yaptığımızı bilmediğimiz şeylerin ve birine gerekçe belirtmeden, öğretmeden yaptırdığımız her şeyin sonucunun ne kadar vahim olacağını görüyoruz.
Dediğim gibi fikirlerinizi çok merak ediyorum. Daha doğrusu hikayelerin size ne düşündüreceğini. Her kitap okuyucusuna göre anlam kazanıyor ve herkes aynı sonuca varmayabiliyor. Bana bu kadar farklı şeyler düşündüren bu kitabın bir başkası için farklı farklı anlamlar kazanacak olması fikri çok harika.
Bir aşk romanı ya da sizi düşündürmeye teşvik etmeyen herhangi bir kitabın yapamayacağı bir şeyden bahsediyorum.
Bu arada yazarın kitaplarıyla ilgili bahsetmek istediğim bir konu daha var. Roald Dahl kitaplarından elde edilen gelirinin %10’u Roald Dahl yardım kurumlarına bağışlanıyor. Yani bir çocuğa yardım etmiş oluyorsunuz.
Ecem Akın – edebiyathaber.net (14 Mayıs 2020)