Sylvia Plath’in “Mary Ventura ve Dokuzuncu Krallık” adlı kitabı, İlknur Özdemir çevirisiyle Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlandı.
Hürriyet’ten Elif Türkölmez’in kitaba dair “Reddedilmiş Dosyanın Hüznü ve Gururu” başlıklı yazısı şöyle:
Sylvia Plath’in Mademoiselle dergisi tarafından reddedilen öyküsü ‘Mary Ventura ve Dokuzuncu Krallık’ Türkçede. Bu pek kasvetli yolculuk öyküsünde, yer yer doğaüstüleşen bir anlatım ile Plath’in o tanıdık güzel dili var.
Bugün edebiyat dünyasında göklere çıkarılan eserlerin hemen hepsi, henüz bir dosya halindeyken pek çok yayınevi tarafından reddedilmiş. Belki o eseri anlayacak ehil bir yayınevi editörünün eline geçmediğinden, belki de hakikaten pek de matah olmadığından… Bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, bugün bir şirazenin içine girebildiği için kendisinden kitap diye bahsedilen şeylerin tümü iyi eserler filan değil, enikonu talihli birtakım yazılar, çizilerdir.
Hiçbir zaman kitap olmayacak çok daha iyi metinler de orada burada sessizce çürüyecek, yazarları edebi şöhret balını tadamamış faniler olarak yok olup gidecektir.
Çok da büyük bir kayıp değil aslında.
Amerikalı, daha doğrusu Boston’lı çünkü Teksaslı ya da Kaliforniyalı olması pek çok şeyi değiştirirdi, yazar Sylvia Plath’in ‘Mary Ventura ve Dokuzuncu Krallık’ öyküsü de işte o talihli metinlerden biri.
1952 yılında King’s College’da öğrenciyken yazdığı bu öyküyü, daha evvel bir edebiyat ödülü kazandığı Mademoiselle dergisine postalayan Plath, ret cevabı aldığında kendisini berbat hissetmiş olmalı. Öyle ki, yazdığı metni savunamamış, onu baştan sona değiştirip, epey bir kısaltarak yeniden yazmış. Ancak Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlanan bu versiyon, öykünün ilk ve özgün hali. Zaten kısaltılmışını kitap olarak basmak mümkün olmazdı.
KORKU TRENİNE BİNMİŞ GİBİ
Plath’in, adını okul arkadaşı Mary Ventura’dan alan karakteri Mary Ventura, annesi ve babasıyla alelacele vedalaşıp bir trene biner. Yolculuğu gayet sıradan geçecek, Mary yol boyunca tren camından akan manzarayı izleyip uyuklayacak gibi dururken, karşısına oturan kadının söyledikleriyle her şey bir tuhaflaşır. Bir korku trenine binmiş gibi irkilen Mary, trenden kaçmanın yollarını arar durur. Dokuzuncu Krallık’a gitmek istemiyordur.
Ben öyküyü çok sevdim, Plath’in “Anlaşılması güç, sembolik bir öykü” dediği bu öyküyü naçizane anladığımı hissettim.
Mademoiselle dergisinin yayın yönetmeni olsaydım bu öyküyü kesinlikle yayımlar, Plath’a dolgun telifin yanı sıra el yazısıyla yazılmış hayranlık dolu bir tebrik mektubu ve kara üzüm, kırmızı elma, ananas gibi rengârenk meyvelerle dolu bir sepet gönderirdim. Çünkü ananassız bir meyve sepeti düşünülemez.
Diyeceğim, pek çok editör gibi Mademoiselle dergisinin editörleri de yanılmış. Bu pek kasvetli yolculuk öyküsünde, yer yer doğaüstüleşen bir anlatım ile Plath’in o tanıdık güzel dili var.
Ve tabii bir de bütün kitaplarda olan iki şey; reddedilmiş dosya hüznü ile basılmış dosya gururu…
edebiyathaber.net (27 Mayıs 2020)