Sevdiğiniz kişiyi yitirmek kadar dayanılmaz bir şey olamaz der Kundera Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’nda. Romandaki baş karakterlerden Tamina’nın çok sevdiği kocası bir gece vakti hastanede yapayalnız ölür. Ertesi gün Tamina’nın eşiyle aynı odada kalan yaşlı adam ona şöyle der: “Madam, şikâyet etmelisiniz, ölülere davranışları korkunç”. *
Ölümü karşılama biçimimiz yaşamlarımızın seyriyle ne kadar da bağlantılı. Montaigne’in Denemeler’inden birkaç alıntı: “ölüm bizi korkutuyorsa bunun nedeni hiçbir zaman hafiflemeyen ve sürekli bir acıya yol açmasıdır”. “Eğer yaşamdan yararlandıysanız, doymuş olursunuz ve memnun olarak terk edersiniz.” “Ölüm ve yaşamın birbiriyle aynı şeyler olduğunu …Thales’ten öğrendim. Bunun üzerine ona soruyorlar: ‘Öyleyse niçin ölmüyorsun?’ O bu soruya çok akıllıca yanıt veriyor: ‘Çünkü ikisi de bir’ “
Tibet ve Himalayalar bölgesinde insanlar balık satan dükkanlara gider, balıkları satın alır ve serbest bırakırlarmış. Bu eylemin kökeninde, başka canlıların yaşamını almanın ya da onlara zarar vermenin ömrünüzü kısaltacağı, onlara yaşam vermenin ise ömrünüzü uzatacağına dair karmik inanış yatıyormuş.
Sogyal Rinpoche “Tibet’in Yaşam ve Ölüm Kitabı”nda Thales’i hatırlatırcasına ölüm ve yaşamın birliğinden söz ediyor. Tibet dilinde “lü” beden demek. Bu kelime Tibetçede “ardımızda bıraktığımız şey” anlamına da geliyor. Tibetliler kendilerini bu bedeni bir süreliğine kullanan yolcular olarak görüyorlar.
Rinpoche eserinde, ülkesinin ruhani bilgelerinden edindiği birikimi bize aktarıyor. Tibet Budizmi hakkında birinci elden önemli bir kaynak Tibet’in Yaşam ve Ölüm Kitabı. Nitekim Rinpoche Tibet’in yüzyıllardır Budizme katkı sunan, bu dinin büyük ustalarına yardım eden en zengin ailelerinden birine mensup. Uzun yıllar boyunca Batı’da yaşadığından doğup büyüdüğü ülkesinin değerleri ile Batı’nın değerlerini karşılaştırabiliyor. Dünyanın farklı bölgelerinde tanıklık ettiği insanlık durumlarını hikayeleri yoluyla okurlarıyla paylaşıyor. Budist inanışta çok fazla sayıda Tanrı var ve yaşayan kimi Budist ustalar da kutsal kişiler olarak görülüyor. Kitabın” İlk Söz”ünü 2 Haziran 1992’de, dünyaca tanınan bilge Dalai Lama yazmış.
Rinpoche kitapta zihnin gerçek doğasını, bu “öz”ü fark edişin önemini sürekli tekrarlıyor. (Zira Budizmin öğretilerinin hedefi zihnin doğasını araştırmak) Bu fark edişin, meditasyon başta olmak üzere tögal, tanglen, dzogchen gibi kimi uygulamalarla mümkün olabileceğini belirtiyor ve uygulamaların nasıl yapılacağını anlatıyor. Fakat bir yandan da uyarıyor: Bu uygulamalar üzerinde iyi bir ustayla yıllarca ve adanmışlıkla çalışmadan yol alabileceğinizi hayal etmeyin. Kitapta bahsedilen öğretilerin birçoğu öldükten sonra yeniden doğuşa inanıyorsanız daha fazla anlam kazanıyor. Örneğin “dharmata bardo”sunun herkesi kapsayabilecek evrensel bir deneyim olduğunu söylüyor yazar. Fakat anlattığı tüm o süreçleri deneyimleyebilmeniz kendinizi ne kadar şartlandırabildiğinize bağlı. Diğer bir deyişle, maneviyatınızın güçlü olmasına. Öte yandan yazar Ölmenin “Acı Dolu” Bardosu başlıklı bölümde, bardolar hakkında az da olsa bilgi edinmenizin bu öğretileri hiç çalışmamış ve anlamamış olsanız bile size biraz olsun güven, ilham ve umut verebileceğini söylüyor.
Zaman zaman zihnimize takılan düşüncelerin ezeli ve ebedi bir yanı vardır: İnsanlığımı nasıl koruyabilirim? Nasıl ve ne yaparak özgür kalabilirim? Olumsuz duygularla nasıl baş ederim? Mutluluğu nasıl bulurum?
1789’dan önce sıradan insanlar kötü yaşam koşullarına, karşılaştıkları olağanüstü zorluklara karşın öfke duymuyorlardı. Bütün bunlar Tanrı’nın takdiriydi, dünyanın düzeni değiştirilemezdi. 1789 Devrimi insanlara, doğuştan gelen ayrıcalıklara dokunulabileceğini gösterdi. O tarihten sonra sıradan insanlar kendileri için de daha iyi bir yaşamın mümkün olduğunu anladı. İnsanların haklarını sorgulamaya yönelmesi, sakin ruhlarının da kaynamaya başlaması, dingin bakışların çözülmesi demek: Artık yasalara göre herkes eşit, fakat gerçekte fakirlikten gelip hızla yükselebilenlerin sayısı yok denecek kadar az. Kısacası yaşadığımız koşullar artan beklentilerimizle uyuşmuyor. Toplum bireylere, edindiği rütbe ölçüsünde değer biçiyor ve biz de değer verildiğimizden emin olmak adına sürekli çabalamak zorundayız. Modern toplumun bireylerinin içinde bulunduğu ruh hali bu.
Alain de Botton Statü Endişe’sinde modern insanın yaşadığı bu sürekli tedirginlik halinin üstesinden nasıl gelinebileceğine kafa yorarken düşünürlere atıfta bulunur ve şöyle der: “Toplumdan uzak kendi köşelerinde araştırmalar yürüten filozoflar, dışardan gelecek onay ya da yergilerin izini sürmek yerine kendi içsel bilincimize kulak kabartmamız gerektiğini söylerler bize. Önemli olan, tümüyle rastlantı sonucu bir araya gelmiş bir grup insana nasıl göründüğümüz değil, kendi bildiğimiz halimizle ne olduğumuzdur.”
O halde belki de kendi kendimizin filozofu olabilir, hayatta kimin, neyin önemli olduğuyla ilgili, ölümle ilgili, yaşamın anlamıyla ilgili akıllıca, sağduyulu yaklaşımlar geliştirebiliriz. Bunu yaparken sanatçıların, edebiyatçıların, düşünürlerin eserlerine başvurabilir, bu eserlerle haşır neşir olurken nasıl da zekileştiğimizi fark edip bundan haz alabiliriz. Daha dengeli bir yaşam sürebilmek için kendimize ilham kaynakları bulabiliriz. Mesela Antik Yunan’daki filozofların “eudaimonia” ya dair geliştirdikleri öğretiye merak salabiliriz. Johann Hari’nin Kaybolan Bağlar’ında dayanışmanın yaşamsal önemini uzun uzun anlatan insan hikayelerini okuyabilir, devletlerin yurttaşlarına “temel gelir” ödemesinde bulunması gerektiği yönündeki anlayışı (yurttaş hakkı) sahiplenebiliriz. Birçok sanat ve düşünce eserine konu olan Bohemlerin yaşamına dönüp bakabiliriz…
Bazılarımız ise kendi yolunu spiritüel kaynakları araştırmaya ağırlık vererek çizebilir. Bu yolu seçenlere Rinpoche’nin kitabı evrensel bir içerik sunuyor. Yazar Önsöz’de kitabını kaleme almaya nasıl karar verdiğini anlatırken tüm içtenliğiyle şöyle diyor: “Tibet’in Yaşam ve Ölüm Kitabı, kendimizin ve çevremizdekilerin ölümüyle nasıl başa çıkabileceğimiz konusunda bize biraz olsun yardımcı olabilirse, dualarım yanıtlanmış olur, büyük bir şükran duyarım. Hayalim ise bu kitapta sunulan öğretilerin, dünyanın her yerinde, her yaşta ve her eğitim düzeyindeki insanlara ulaştırılabilmesidir.”
Diğer yandan Rinpoche’nin çalışmasını – yazarın uzun uzun açıkladığı uygulamaları deneyimlemeye niyetlenelim veya niyetlenmeyelim- Tibet’in mistik bilgeliğiyle tanışmak için de okuyabiliriz: Anlatılanlar aynı zamanda sağduyulu davranış, sadelik ve mizah duygusu üzerine; duygu ve düşüncelerimizi oldukları gibi kabul etmek üzerine; korkusuzca kalpten kurulan ilişkiler üzerine; ölmekte olan kişinin yanında kalarak ona koşulsuz sevgi göstermek üzerine; “acı”nın doğası üzerine; bilgelik ve sevecenlik üzerine; vermek ve almak üzerine; kendini bedensel, zihinsel ve ruhsal bütünlük içinde hissetmek üzerine…
Rinpoche, Sogyal, Tibet’in Yaşam ve Ölüm Kitabı, Omega, Çev (İngilizceden): Güneş Tokcan, 2017, 2.basım
(*) Akira Krusawa’nın “Düşler” filmindeki hikayelerin çoğu teması yaşam ve ölüm üzerinedir. Öykülerden sonuncusu küçük bir Japon köyünde ölenlerin şenliklerle uğurlanışını anlatılır. (Romandaki yaşlı adamın ruh halinin tam tersine).
Alıntılar:
Kundera, Milan, Gülüşün ve Unutuşun Kitabı, Can Yayn., Çev:Erhan Bener, Ağustos 2012, 11.baskı, syf.201
Montaigne, Bütün Denemeler 1, Bölüm 20, Felsefe Üzerine Düşünmek Ölmeyi Öğrenmektir, Cem Yay.,Çev: Hüsen Portakal, Haziran 2008, 2.basım, sayf.121
Botton, Alain de, Statü Endişesi, Sel Yayn., Çev: Ahu Sıla Bayer, Ekim 2010, 5.basım, syf.146
edebiyathaber.net (27 Mayıs 2020)