Thomas More’un 1516 yılında yayımlanan “Ütopya”sı, tüm unsurların zengin ve soylulara hizmet ettiği ekonomik bir model üzerine kurulu 15 ve 16. yüzyıl Avrupası’nda yaşanan zulüm ve yoksulluğun bir eleştirisidir. Barışçı, insancıl ve adil bir toplumu anlatan Ütopya’dan 500 yıl sonra bugün, yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını, insanlar arasındaki eşitsizliği ulusal ve küresel düzeyde ortaya çıkaran bir olgu olarak hayatımızın tam merkezine yerleşiyor. Salgın, özellikle gelir dağılımının en altındaki kişiler için önemli bir risk faktörü olarak, insanlar arasındaki eşitsizliği acımasızca ortaya çıkarıyor.
Böyle sosyal, politik ve ekolojik kargaşa dönemleri, belki de bu tür sorunların artık olmadığı bir toplumsal düzene (ütopyaya) her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuzu hatırlatıyor.
Covid-19: Zenginler ve Yoksullar
Covid-19 salgını herkesi etkilemesine rağmen, yoksul insanların yaşamları üzerinde daha ağır bir etki yaratıyor. Kasiyerler, kargo çalışanları, şoförler ve kuryeler gibi temel rollerde çalışanlar kendilerini ölümcül virüsten soyutlayamazken, zenginler tatil evlerinde veya özel olarak hazırlanmış kır evlerinde kendilerini daha iyi izole edebiliyorlar. Çocukları için pahalı eğitmenlere ulaşabiliyor, daha iyi sağlık hizmetleri alabiliyor ve uzun süre rahat şartlarda evde çalışabilme imkanına sahip olabiliyorlar.
Bu bireysel eşitsizlik gibi, ülkeler arasındaki eşitsizlik de kendisini belirgin bir şekilde gösteriyor. Zengin ülke hükümetleri ekonomilerini kurtarmak için büyük finansal paketler açıklarken, Birleşmiş Milletlerin raporuna göre yoksul ülkelerdeki insanların yüzde 75’i sabun ve suya dahi erişemiyor. Dünyaca ünlü markalar işçilerini ücretli olarak eve gönderebiliyorken, örneğin giydiğimiz kıyafetlerin çoğunu yapan, Bangladeş’teki hazır giyim işçileri bu imkana sahip olamıyor. Aslında pandemi, yoksul insanları, evde kalmakla açlık, işe gitmekle de hastalık (bulaşma) riski arasında acımasız bir seçime zorluyor.
Covid-19’un teorikte ırk, sınıf veya ülke ayrımı olmadan herkese bulaşacağı söylense de pratikte durum çok daha farklı. Gerçek dünyada, virüs toplumdaki en savunmasızlar arasında acımasız bir şekilde yayılıyor. Bu bağlamda Dünya Sağlık Örgütü, yoksul ülkelerin salgınla mücadeleyi yardım almadan yönetemeyeceklerine dikkat çekiyor. Dünya Sağlık Örgütü elçisi David Nabarro; yoksul ülkelerin salgınla mücadelede yeterli kaynağa erişemedikleri takdirde buralarda “yönetimsel krizlerin” ortaya çıkabileceğini, gıda tedarik zincirlerinin kesintiye uğraması halinde ise “büyük bir açlık krizinin” yaşanabileceğini belirtiyor.
Dünya Ekonomik Forumu tarafından hazırlanan raporda ise küresel nüfusun yaklaşık yüzde 55’inin sosyal korumaya erişimi olmadığı belirtilerek, Covid-19’un yoksul toplumlarda eğitim, sağlık ve gıda güvenliği gibi temel insani hakları tehdit ettiği vurgulanıyor. Raporun devamında, dünyada kayıt dışı olarak çalışan 2 milyardan fazla yoksul insanın, güvenilir bir sağlık hizmetine erişiminin olmadığı ve kendilerini izole edebilmeleri için işten ayrılma imkânlarının bulunmadığı belirtiliyor. Özellikle yoksul ülkelerin aksine zengin ülkelerin, milyarlarca dolarlık bütçelerini sağlık hizmetlerini ve ekonomilerini desteklemek için seferber edebileceklerine dikkat çekiliyor. Bu durum, yüksek eşitsizliğe sahip ve savunmasız topluluklara pandeminin en sert şekilde çarpacağı anlamına geliyor.
Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki, covid-19 salgını adil olmayan bir yaşam ve eşitsizlik krizidir. Bu, kolektif eylem gerektiren küresel bir sorundur. Bugünlerde Ütopya, “ayna” olarak dünyamızdaki eşitsizlik ve kişisel çıkarların yapay doğasını göstererek bizlere temel eşitliği hatırlatıyor.
Covid-19 “Paylaşım Ekonomisi” İçin Bir Fırsat Olabilir!
Birçok siyaset ve dış politika analisti, covid-19 sonrası dünyanın nasıl görüneceğini sorguluyor. Berlin Duvarı’nın yıkılması veya Apollo 11’in Ay’a inişi gibi koronavirüs pandemisi de dünya için çok geniş sonuçları olacak bir olay. Bu salgının dünyamızı nasıl değiştireceğini bugünden belirlemek için zamana ve perspektife ihtiyacımız olacağı kesin. Fakat kitle hareketlerinin oluşması, farklı sosyal güçlerin birleşmesi ve toplum mimarisini değiştirmek için muazzam fırsatlar yaratıyor.
Geleneksel mikro ekonomik yasaların aksine bu salgınla, sahip olduklarımızın faydası artarken sahip olmadıklarımızın faydası azaldı. Kişisel düzeyde sınırsız hırslar yok olurken, insan yaşamı için gereken asgari ihtiyaçların değeri arttı. Bu nedenle yaygın korku ve endişenin ortasında, krizin küllerinden daha iyi bir küresel toplumun temellerinin yükselebileceği umut ediliyor.
Kriz öncesi, Mars’a yolculuk, otonom araçlar ve yapay zekâ robotlar gibi teknolojik gelişmeler dünyanın gündemindeyken, krizle birlikte tuvalet kâğıdı gibi basit ihtiyaçlar milyonlarca insan için önemli bir sorun haline geldi. Şüphesiz covid-19 sonrası insanlık yeni bir dünya düzenine geçişle karşı karşıya kalacak. Devletler, vatandaşlarıyla iletişim kurmak ve yeni zorluklara hazırlanmak için yeni politikalar benimseyecek. Ancak buradaki en önemli sorun; pandemi sonrası dünyanın daha kötüye değil, daha iyiye doğru değişmesinin koşullarını bulabilmektir. Böylece covid-19 salgını “dayanışma ve eşitlik” temelli bir dünya düzeni için fırsatlar sunabilir.
Tarih boyunca, önemli reformlar hep büyük yıkımların ardından gelmiştir. Bu dönemlerde mükemmel bir dünya arzu edilemeyebilir fakat bu, daha iyi bir gelecek için hayal etmekten ve çabalamaktan çekinmemiz gerektiği anlamına gelmez. Yirmi birinci yüzyılda, kapitalizmin ardından, bu kez de demokratik bir “paylaşım ekonomisi” yoluyla kooperatif üretimini ve eşitlikçi bir dağıtım modelini deneyebiliriz.
Paylaşım ekonomisi, işbirlikçi ekonomi olarak da bilinir. Örneğin birinin bilgisayarını onarabilir ve bu hizmet için nakit ödeme yerine ondan ücretsiz spor dersleri alabilirsiniz. Uber, Airbnb, CouchSurfing, Lyft gibi yıkıcı ve başarılı teknoloji şirketleri bu model üzerine inşa edilmişlerdir. Bugün Airbnb, Covid-19 salgını sırasında sağlık çalışanları ile onlara ücretsiz kalacak yer sunmak isteyen ev sahiplerini buluşturmaya yardımcı olurken, Türkiye’de sağlık çalışanlarına, yemeksepeti öncülüğünde 150.000 adet pizza ücretsiz olarak ulaştırıldı. Sağlık paylaşım platformları, sınırlı tıbbi kaynaklara sahip alanlarda birçok hastanın ihtiyaçlarını karşılayarak uzaktan teşhis imkânı ve ücretsiz tıbbi öneriler sağlarken, eğitim paylaşım platformları da öğrencilerin çevrimiçi eğitim sistemlerine ve diğer eğitim kaynaklarına erişimini arttırarak onların öğrenmeye devam etmelerini sağladı.
Paylaşım ekonomisi platformları, salgın sırasında hızlı bir şekilde yenilik yapmaya ve gelişmeye devam ederek, Covid-19 ile mücadelede ve insanların temel yaşam ihtiyaçlarını sağlamada önemli bir rol oynuyor. Bu bağlamda paylaşım ekonomisi, Covid-19’un getirdiği ekonomik kargaşadan çıkış ve yeni ekonomik normlar oluşturmak için bir katalizör olabilir. Dünyanın tüm sorunlarına cevap veremese de eşitsiz gelir ve adil olmayan yaşam şartlarının çözümüne katkıda bulunabilir. Bu, küresel adalet ve eşitlik için bir çağrıdır.
Covid-19 Sonrası Thomas More’un Ütopya’sına Yolculuk
Feodalizme alternatif olarak, hümanist düşüncenin doruk noktası ve toplumu reforma teşvik etme çabası olan Ütopya, dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için sayısız kişiye ve harekete ilham vermiştir. Ütopyacılık, daha iyi toplumlar yaratma yollarını kapsayan bir felsefedir. Aynı zamanda toplumsal değişimin can damarı olan ütopya, yüzyıllar boyunca ideal ile gerçek arasında nasıl uzlaşılacağı sorusunu da gündeme getirdi.
Bugün tüm dünya, görünmez bir düşmana karşı ortak mücadele ederken, evrensel sağlık hizmetlerine ve küresel ölçekte iş birliğine ihtiyacı olduğunu anlıyor. Pandemi hem bilime hem de dine ihtiyacımız olduğunu ve bunların birbirlerinin ikamesi değil tamamlayıcısı olduğu yeni bir dayanışma çağına geçebileceğimizi gösteriyor. Tam da bu noktada, insan olmanın doğuştan gelen bir parçası olan, “daha iyi bir yaşam hayali” bizleri Thomas More’un “Ütopya”sına yolculuğa çıkarıyor.
Ütopya’da her şey kamu malıdır, özel mülkiyet yoktur. İçimizdeki en iyiyi ortaya çıkarmak ve kötüyü önlemek için tasarlanmıştır. Yiyecek, giyecek ve hastaneler ücretsizdir. Tüm inançlar, dinler hoşgörülüdür. Sokaklar, trafiğin kolay hareket etmesini sağlamak için rasyonel olarak planlanmıştır. Her evin bahçesi vardır ve giriş kapısı da bahçe kapısı da kilitlenmez. Altın ve servetin hiçbir değeri yoktur. Mükemmel bir özgürlük içinde yaşayan Ütopyalılar günde sadece altı saat çalışırlar ve ihtiyaç duydukları herhangi bir şeyi pazar yerlerinden ücretsiz olarak alabilirler. Hiç kimse, kendisi ve çocuklarının gelecekleri konusunda endişelenmez.
Bugün yaşadığımız dünyada salgın hastalıklar, iklim değişikliği, küresel eşitsizlik ve terörizm gibi insanlığın en önemli ve en geniş kapsamlı sorunlarıyla karşı karşıyayız. Tüm bunlar, 500 yıl öncesindeki ütopyaya her zamankinden daha uzak olduğumuzu gösteriyor. Fakat bu, daha adil ve daha özgür bir dünyayı hayal etmemizi engelleyemiyor ve bizlere özgürlüğü hayal etmezsek özgür olamayacağımızı hatırlatıyor!
edebiyathaber.net (27 Mayıs 2020)