En son okuduğunuz kitabın adı nedir? İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?
Son okuduğum kitap Grace Mccleen’in En Güzel Ülke ’siydi. Aşırı yobaz babasının baskısıaltında yaşayan ve okulda şiddet gören küçük bir kızın hayal ülkesinde kurguladığı şeyler gerçek hayatta da olmaya başlıyor. Herkese tavsiye ediyorum. Keşke benim aklıma gelseydi dediğim harika bir fikirden yola çıkan hikâye güzel gelişiyor. Başkahramanı çocuk olan romanları hep sevmişimdir, En Güzel Ülkeyi de çok sevdim. Son yıllarda okuduğum en güzel romansa Faruk Duman’ın Sus Barbatus’u oldu. Çok katmanlı bir hikâye örgüsünün içinde Duman lisanla bir âlem kurgulanmış. Pek kıymeti bilinmedi bu romanın, bence çağdaş edebiyatımızın başyapıtlarından birisi.
Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir?
Kitabın başında kahramanımız küçük kız annesinin ölümüyle içine düştüğü yalnızlıktan ve evinin dışında yaşadığı zorluklardan hayallerine kaçar ve odasında bir dünya yaratmaya başlar.
“Dedim ki: “Şimdi hayvanlar lazım.” Kâğıttan kuşlar, yünden tavşanlar, keçeden kedi ve köpekler yaptım. Tüylü ayılar, çizgili leoparlar, ateş kusan pullu ejderhalar yaptım. Sonra dedim ki: “İnsanlar lazım.” Yüzler, eller, dudaklar, dişler ve diller yaptım. Onları giydirdim, peruk taktım, akciğerlerine hava üfledim. İnsanlara baktım, hayvanlara baktım ve toprağa baktım. Güzel olduklarını gördüm.”
Kutsal metinlerdeki yaratılış bölümlerini andıran, kendisini çok korunaksız ve acınası bir hayatta bulmuş olsa da hayal gücünde kendi âlemini yaratıyor olmanın gücünü hisseden ve bundan kuvvet alan kahramanın hissettiklerini bize olabildiğince dolaysız anlatan bir bölümdü. Yazdıkça romanda ekonomik olabilmenin değerini çok iyi anlıyorum, ve bunu başaran yazarları okumayı daha da çok seviyorum.
Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?
“Şunları okumalıyım” dediğim bir listem hep var, ama arada bir tavsiye (bu bir dost tavsiyesi, bir eleştiri veya bir kitap eki tanıtımı olabilir) araya her zaman bir başka kitap sokabiliyor. Bir de ben dönüp eskiden okuduklarımı yeniden okumayı çok seviyorum, çocukluğumdan beri. Bir de araya onlar giriyor.
Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?
Çok var, bir tanesinden bahsetmek istiyorum. Dostoyevski’nin Öteki Ben’i. Neden çok beğendiğime girmeyeyim, herkesin okumasını tavsiye ediyorum. Ama ben “keşke ben yazsaydım” deyip işin ucunu bırakmadım. Hikâyenin pek çok harikulade sahnesinden ikisini Hodbinler’de kullandım. Tabii kullanırken edebiyatseverlere “bu bölümleri Öteki Ben’den alıp bu hikâye için ben de yazdım” diye açık açık söylemiş olmak için bölümlerin başına Öteki Ben’den alıntılar koydum. Bu sahnelerin ilki kahramanın öteki kendisini yağmur altında fark edip takip ettiği unutulmaz sahne. Hodbinler‘de genç romancımız R işlerin kontrolünden çıktığı romanına Halis karakteri olarak girip Halis’le burun buruna gelir ve onu yağmurlu bir İstanbul gecesinde evine kadar takip eder. Bir diğer sahnede ise kahramanımız davetsiz girdiği evde yakalanmamak için karanlık bir dolap odasına saklanır. Hodbinler‘de bu kez Halis kaçak girdiği diskotekte güvenlik görevlilerine yakalanmamak için bir perdenin ardındaki ardiyede gizlenir. Bırakın bir kitaptan sahneler, kahramanlar almayı, ben yazılmış bir kitabı baştan yazma düşüncesinin de çok heyecan verici olduğuna inanıyorum. Tabii bir eseri baştan, kendinize göre yazmayı isteyecek kadar sevmelisiniz. Çok benzeyen bir şey de yapabilirsiniz, o fikirden yola çıkıp bambaşka bir yere de varabilirsiniz. Müzisyenler bunu hep yapıyor, biz neden yapmayalım?
“Keşke bu kitabı ben yazsaydım” dediğim başka çok roman var ama şimdi paylaşmayayım. Belli mi olur, belki bir gün birisini baştan yazmayı denerim.
Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?
İlk romanım bitince eşime ve kardeşime gösterdim ve yayıncıya gönderdim. Beğeni çok kişisel bir mesele, dolayısıyla bazı insanların beğenmemesi yazarın moralini bozmamalı, birçok da çok beğenen insan çıkabiliyor. Yazmak bir yolculuk, en önemli mesele hiç durmadan ilerlemek, yeni fikirlerle yazmayı sürdürmek. Ben edebiyatta ilhama ya da yeteneğe hiç inanmıyorum. Edebiyat bir çaba ve sabır meselesi. Her gün, boş bulduğunuz her anda o ekranın başına oturup yazmak, işte yazarın işi bu. Hodbinler’in bitmesi benim için bir veda oldu. Dosyayı yayıncıma teslim ettikten sonra ben artık yeni romanı düşünüyordum. Şimdi Likit Ruh da yayınlanmayı bekliyor, ben adı olmayan yeni kitabın içindeyim.
Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?
Yatılı okulda büyüdüm, ışık açıkken ve gürültü varken rahatça uyurum. Bu özellik çalışma tarzıma da yansımış herhalde, evde sessizlik içinde ya da kalabalık bir kafede aynı rahatlıkta yazabiliyorum. Eğer araya birkaç gün girmişse son yazdıklarımdan birkaç sayfa okuyup öyle başlıyorum. Bazen bir karakterin sesini kaybeder gibi olursam o karakterin son bölümlerine gidiyorum. Bugüne kadar durup düşündüğüm, tıkandığım hiç olmadı, ekranı açmamla yazmaya başlamam bir oluyor.
Önemli olduğunu düşündüğüm bir yöntemi paylaşmak isterim. Ben bir fikirle, bir açılış sahnesiyle, bir veya birkaç karakterle başlıyorum. Bu başlama noktasından hikâyenin bırakın sonunu, ortası bile yok. Her şey yazarken kendi kendine ortaya çıkıyor. Bu bence yazmanın altın anahtarı, çünkü ne olacağını siz de bilmediğiniz için hikâyeyi aynı bir okur gibi heyecanla takip edebiliyorsunuz.