Pulitzer ödüllü Amerikalı gazeteci ve yazar Thomas E. Ricks’in kaleme aldığı Churchill ve Orwell – Özgürlük İçin Savaş adlı kitap, Winston Churchill ile George Orwell’in hayat hikâyelerini ikili bir biyografi formatında okurun karşısına getiriyor.
2017 yılında yayınlandığında New York Times çok satan kitaplar arasında yer alan eserdeki paralel biyografilerden kısa özetlerle kitabın kahramanlarına ve onların değer verdikleri inanç ve ilkelere biraz olsun ışık tutmaya çalışacağım.
25 Haziran 1903 günü Hindistan’ın Bengal eyaletinde doğan Eric Arthur Blair, annesiyle birlikte çocuk yaşta İngiltere’ye dönüp yaşamını küçük bir kasabada sürdürmeye başlar.
Eğitim hayatında üstün başarılarıyla dikkat çeken Eric, Kraliyet Bursunu kazanarak İngiltere’nin en eski ve seçkin özel okullarından biri olan Eton Koleji’ne geçiş yapar. Ancak çoğunluğu aristokrat ailelerin ve varlıklı işadamlarının çocuklarından oluşan öğrencilerin yaşam tarzına uyum sağlayamadığı için eğitimini yarıda bırakıp anneannesinin yaşadığı Burma adasında yedi yıl boyunca polis olarak çalışacak ve çarpık dediği ‘düzeni’ korumak zorunda kalacaktır.
Yeniden ülkesine dönen ve bir süre sonra George Orwell takma adını kullanmaya başlayacak olan yazar adayı, hayranı olduğu Amerikalı öykü ve roman yazarı Jack London’ın izinden gider ve 1927 yılını yoksunluklar içinde, Londra’nın en sefil mahallelerinde geçirir. “Bu evrensel aldatı çağında, gerçeği söylemek devrimsel bir eylemdir,” sözüyle çizdiği yoldan şaşmayan Orwell, Londra’nın ardından iki yıllığına Paris’e giderek sefaletin ne demek olduğunu biraz da Fransız usulü yaşar. Bu süreçte parası çalınır, aç kalır, bulaşık yıkar, bir tas çorba için kilise kapılarında kuyruğa girer. Daha fazla dayanmaya gücü kalmayıp pes edince de ülkesine dönüp ailesine sığınır. Öyle perişan bir haldedir ki, kapılarına dayanan bu bir deri bir kemik kalmış, saçı sakalına karışmış dilenci kılıklı adamı ilk gördüklerinde kız kardeşleri bile onu tanıyamaz.
Marlborough Dükü’nün soyundan gelen ve İngiliz aristokrasisinin tepesinde yer alan bir ailenin erkek çocuğu olarak 30 Kasım 1874 günü Oxfordshire’ın Blenheim Köşkünde dünyaya gelen Winston Churchill ise Orwell’in tam zıddı bir ortamda büyür. Nitekim 1895 yılında Kraliyet Harp Okulunu bitiren Churchill, ailesinin izinden gidecek ve genç yaşta politikaya atılacaktır. Muhafazakâr Parti milletvekilliğiyle başlayan siyaset hayatı, Liberal Parti milletvekilliği ve bakanlığı ile devam eder. 1940’ta başbakanlığa getirilen Churchill, İngiliz tarihinin en önemli devlet adamlarından biri olarak tanınsa da hayatı hemen her zaman inişli çıkışlı, gelgitli bir yol izleyecektir.
Yaşam tarzları, yaptıkları işler ve karakterleri böylesine farklı iki ünlü insanın ortak sayılabilecek tek özellikleri ikisinin de 1930’larda ölümün eşiğinden dönmüş olmalarıydı. O zaman ölmüş olsalardı tarih onları hemen hiç hatırlamayacaktı.
Tıpkı Hemingway gibi dürtülerinin peşinde koşan genç Orwell, gönüllü bir milis olarak iki yıl süreyle İspanya İç Savaşı’na katılır ve boynundan vurularak hastaneye kaldırılır. Churchill ise arkasından gelen bir aracın çarpması nedeniyle ağır yaralanacak ve ölümün pençesinden kıl payı kurtulacaktır.
1930’ların sonlarında demokrasiye birçok çevrede kuşkuyla bakılırken otoriter yöneticiler her yerde yükselişteydi. Kimileri komünizm belasını kötülüyor, Hitler ve Mussolini’yi kurtarıcılar olarak değilse bile işbirliği yapılabilecek kişiler olarak görüyordu. Bazıları da Nazi ve Faşist tehdidini korkunç buluyor, komünizmi kurtuluşa giden yol olarak değerlendiriyordu. Nitekim İtalya’da ve İspanya’da yaşanan iç savaşlar bu gerilimin en önde gelen örnekleridir. Oysa Churchill ve Orwell, meselenin beşeri özgürlük olduğunu açıkça görecek kadar basiret sahibiydi. Onlara göre, rengi ne olursa olsun insanların temel özgürlüklerini yok sayan bir yönetim, karşı konulması gereken totaliter bir tehditti.
Her ne kadar Hitler’in ve Mihver devletlerin mağlubiyetinde Churchill çok daha büyük bir rol oynamışsa da, Orwell’in otoriter yönetim tehdidini konu alan Hayvan Çiftliği ve 1984 adlı eserleri elli yıllık Soğuk Savaş sürecinde ve sonrasında özgürlük uğruna can vermeye hazır idealistlere ilham kaynağı olmaya devam ediyor.
Özetle Thomas E. Ricks, kapsamlı bir araştırmanın ürünü olan eserinde, aslında birbirlerinden çok farklı hayatlar süren olan bu iki ünlü şahsiyeti, demokrasiyi otoriter ve totaliter rejimlerin tehditlerinden koruma idealinde birleşen özgürlük savaşçıları olarak ele alıyor.
edebiyathaber.net (16 Temmuz 2020)