‘Karl Marx ve Dünya Edebiyatı’[1] adlı kitap, Kant ve Hegel’den sonra Marx’ın sanat ve yazına bakışını ele almamı kolaylaştırdı. Yazın bilimci J. J. Prawer, anılan kitabının amacını, Marksist bir yazın kuramı kurmak olmadığını, Marx’ın yazınsal birikimini ve yazın eleştirisine ilişkin kavramları, kendi kuramsal açımlamalarında nasıl kullandığını göstermek olarak belirler.
Bütün yazınsal türlerde kapsamlı okuma ve yorumlarıyla bilinen Marx, her şeyden önce çok iyi bir öykü anlatıcısıdır. Kendi deyişiyle, ‘hiçbir sınır tanımayan bir özlemin taşkınlığını’ (s. 30) anlatmak için lirik şiirler yazar. Homeros, Shakespeare, Goethe, Schiller ve özellikle Heine gibi yazıncıların yapıtlarından parçaları ezbere okur; yazınsal çeviri yapar. Ürün, eder, değer, sermaye birikimi ve sömürü gibi kavramları açımlarken, sıkça yazınsal eğretilemeler kullanır. Böylece yoğun kuramsal açımlamalarını anlaşılırlaştırır, çekicileştirir. Marx’ın salt sanat ve yazını ele aldığı bir kitabı yoktur; ancak hemen her kitabında yazınsal anlatım tarzı görülebilir.
Marx’ın yazınsal beğenisini biçimlendiren nedir?
Aydınlanma ile romantiğin bireşimi ve bu bireşimle irdeleşme, Marx’ın yazınsal birikimi ve beğenisini belirler. Marx, başta Schlegel olmak üzere, romantik düşünceyi dizgeleştiren ve uygulayanları eleştiren yazılar yazar. Bir yazınsal akıma bağımlılığın, yazınsal üretkenliği ve etkinliği sınırlandırdığını düşünen Marx, Prawer’in kitabında da yer verdiği gibi, Goethe ve Schiller’in yazınsal yetkinliğini anlatan şiirler yazar. Her yazısında ‘şeyleş(tir)meye’ karşı insan onurunu savunan Marx’a göre, büyük yazınsal yapıtlar, şiirselliklerini yitirmeksizin, insana ilişkin her şeyi, yaşam koşullarını değiştirme coşkusunu heyecan verici bir tarzda anlatır.
Hegel estetiği, her düşünür ve yazıncı gibi, Marx’ın da irdeleştiği önemli bir birikimdir. Romantikler gibi, yazını ve felsefeyi birleştirmeyi düşünen Marx, ilk basımı 1835’te yapılan Hegel’in ‘Estetik Üzerine Dersler’ine ilişkin eleştirel değerlendirmesini iğneleyici dörtlüklerle dile getirir. Yazınsal eleştiriyi önemsemesi, bir tiyatro eleştirisi dergisi çıkarma planlamasına değin uzanır.
Basın ve yazınsal biçem özgürlüğü
Marx’ın doktora tezinde “dünyayı fethetmek”, “özgür kalp”, “çoğunluğun taptığı tanrılar”, “kaçan mart tavşanları”, “Prometheus felsefede en önde gelen aziz ve şehittir” gibi anlatımlar, Eshilos’un ‘Zincire Vurulmuş Prometheus’ adlı yapıtındandır. Bu anlatımlar, Marx’ın okurlarıyla yüzyıllar boyunca oluşan yazınsal birikimle iletişim kurma istediğini gösterir. Lukretius’u “en büyük Yunan aydınlanmacısı” olarak niteleyen Marx, bu düşünsel çizgiyi Avrupa Aydınlanması ile ilişkilendirir (s. 36). Helen düşünce ve sanat birikimini benimseme tavrı, “Yunanlar onu sanatın çekiciyle parçaladılar” anlatımında da görülebilir.
“Bir yapraktan, bir ağaç yaratacak denli tutkulu bir okur” olan Marx, estetik üzerine yazıları bir kitap oluşturabilecek durumda olmasına karşın, bunları kitaplaştırmaz. 1843’te sansür ile ilgili yazısında vurguladığı gibi, “biçem, insandır” ilkesi uyarınca, biçem, kişiliği belirleyen bir kavramdır. Bu nedenle, Marx öz biçemini kullanma hakkını savunur; Prusyalı biçem yargıçlarına karşı, salt basın özgürlüğünü değil, Goethe, Schiller ve Voltaire’den alıntılar yaparak, yazınsal anlatım, diyesi, yazınsal biçem özgürlüğünü de savunur (s. 42- 43).
Yazınsal gelişimin, biçem özgürlüğüyle olanaklı olduğunu bilen Marx, Goethe’nin ‘Sanat Üzerine Çeşitli Düşünceler’ adlı denemesindeki şu sözlerini aktarır: “Goethe der ki, bir ressam ancak bir zamanlar yaşayan bir bireyde sevdiği türden bir dişil güzelliği betimlemekte başarılı olacaktır. Basın özgürlüğü (dişil olmasa da) bu türeden bir güzelliktir.” Bir güzelliği savunmak, onu sevmekle olanaklıdır (s. 44). Aşk ve özgürlük arasında bağ kuran Marx’ın bu tümceleri romantik bir eğilimi değil, özgürlük savaşımcısının toplumsal-politik konuları yazınsal dille anlatma eğilimi olarak algılanmalıdır.
Dil, hem yazınsal üretimle gelişir, hem de yazını geliştirir
Düşünsel-duyumsal canlılık, dilsel yetkinliği birliğinde getirir. Marx bir yazısında (8 Mayıs 1842) düşünsel-yazınsal verimsizliğin, Almancayı felsefe ve yazın dili olmaktan çıkardığını, Diyojen’in feneriyle nitelikli bir yazıncı aramak gerektiğini öne sürer (s. 50). Bütün bu arayışlar, eleştirel bir bilinç ve estetik yetkinlik geliştirmek için düşünmek ve düşünüleni dilselleştirmekle olanaklıdır. Ayrıca dil, yazınsal yapıtların toplamı anlamında yazının malzemesi ve dolayımı olduğu denli, kültürü de saklayan ve genç kuşaklara aktaran biricik dolayımdır. Bu, Marx’ın okurlarla yakınlık kurmak, yazınsal deneyimleri paylaşmak için, sürekli yazınsal alıntılar ve göndermeler yapmasının, Diyojen’in feneriyle dürüst ve yetkin yazar arayışına çıkmasının başlıca nedenidir. Marx, din eleştirisini her türlü eleştirinin önkoşulu olarak görür.
Okuma ediminin türevlerinden biri olan yazınsal eleştiri de bir düşünme biçimi ve edimdir ve her türlü düşüncenin dışa-vurumu ancak dil ile olanaklıdır. Marx ve Engels’in ‘Alman İdeolojisi’ndeki anlatımıyla, tin ve dil karşılıklı bir belirlenim ilişkisi içindedir ve “dil, bilinç kadar eskidir.” Dil, “öteki insanlar için var olduğu gibi, benim için de var olan edimsel bilinçtir.” Dil, aynı bilinç gibi öteki insanlarla ilişki kurma “gereksinmesinden ve zorunluluğundan doğar.” Bu belirlemeler, Berlin Üniversitesi’nin ve dil felsefesinin kurucusu olan Wilhelm von Humboldt’un ve ondan büyük ölçüde esinlenen Hegel’in de dil felsefesine bakışını oluşturur. Ayrıca Humboldt Marx’ın çağdaşıdır.
Alman düşünürlerin sözcüklerle şeyleri birbirinden kopardığını öne süren Marx ve Engels’e göre, filozof için en zorlu ödevlerden biri, düşüncenin dünyasından gerçek dünyaya inmektir. Düşüncenin dolaysız gerçekliği dildir. Filozoflar nasıl düşünmeyi özerkleştirdilerse, dili de özerk bir evrene dönüştürmek zorundadırlar. Humboldt ve Hegel’den esinlenen bu belirlemeler uyarınca, dilsiz düşünme, düşüncesiz dil olmaz. Düşüncenin dünyasından gerçek dünyaya inme, dile dökülen düşünceleri, gerçek yaşamda kullanma, yaşamsal gerçekliği değiştirme bilincini geliştirmenin aracına dönüştürme demektir.
Sanat, öz-amaçtır
Özgürlük ve yazınsal üretimi ilişkilendiren Marx’ın deyişiyle, doğru bir yazarın “var olabilmesi ve yazabilmesi için geçimini sağlaması gerekir.” Bu bağlamda Beranger’in “Şiir yazmak istiyorum/ Ama eğer beni yerimden ederseniz bayım/ Yaşamak için şarkı yazacağım” dizlerini aktaran filozofun anlatımıyla bu dizeler, diyesi, şiir, bir amacın aracı durumuna getirildiğinde, “şair alçalır.”
Marx sanat felsefesini yansıtan şu belirlemeyi yapar: “Bir yazar yapıtlarını bir amacın aracı olarak görmez. Yapıtları öz-amaçtır.” Yazarın kendisi de başkaları için o denli az araçtır ki, “gerektiğinde kendi varlığını onların varlığına feda eder.”
Marx ‘yazınsal hakikat’ kavramının göreceliliğinin ayrımındadır; aynı yazınsal yapıtların, farklı okurlarca farklı yorumlanacağını bilir. Yazınsallığı yüceltir; ancak yazınsal birikimin içerdiği izlekleri, imgeleri ve retorik figürleri, akılcılaşmak ve sorun çözme yeterliliğini geliştirmek, insanın insana bağımlılığını yok etmek için kullanır. Kısacası, yazın Marx için, sürekli umut üretir; ufuk açar; bakışları çeşitlendirir.
‘Yahudi Sorunu’ adlı irdelemesinde paranın, insanı insan yapan bütün değerleri, dolayısıyla da sanatı ve yazını değersizleştirdiğini vurgular (s. 66). Marx’ın çözümlemesi uyarınca, kapitalizm, insanı, öz emeğinin bütün ürünlerine yabancılaştırır. Sanat ve yazın yapıtları da bu kapsamdadır.
Özgünlük, sanatsal ve yazınsal yapıtların oluşturucu özelliğidir. Marx/Engels ‘Alman İdeolojisi’ adlı yapıtlarında sanatın ve sanat yapıtının tekilliği kavramını eleştirel değerlendirir. Bu iki eylemci düşünüre göre, “Sanatsal yeteneğin sadece tekil, eşsiz bireylerde yoğunlaşması ve bununla bağlantılı olarak kitleler arasında bu yeteneğin bastırılması, işbölümünün bir sonucudur.” Kapitalist işbölümünün insanın sanatsal yeteneğini köreltmesine karşın, “komünist toplum, sanatçıyı salt işbölümünden kaynaklanan yerel ve ulusal sınırlılıklardan özgürleştirecektir.” Sanatçıyı “tek bir sanatın sınırlılıklarından”, bireyin yalnızca yazıncı, ressam, müzisyen olmasını zorunlu kılan ve işbölümüyle sınırlayan özel etiketlerden de kurtaracaktır. Bu toplum düzeninde “ressamlar olmayacaktır; resim de yapan insanlar olacaktır.”
Yerel ile evrenselin etkileşimi, sanatçıyı ve sanat yapıtlarını koşullar. Marx ve Engels’e göre, sanatçı ve yazıncıları, kendilerinden önce gerçekleştirilen “teknik ilerlemeler, toplumun örgütlenişi, yaşadığı yerellikteki işbölümü” ve bunun evrensel işbölümüyle etkileşiminin bir ürünü olarak yerel ile evrenselin harmanlanması biçimlendirir.
Onur
Bilge Kula – edebiyathaber.net (10 Ağustos 2020)
[1] S. S. Prawer (2017): ‘Karl Marx ve Dünya Edebiyatı’; Yordam Kitap, İstanbul