Bilim ve Sanat Yayınları tarafından basılan Dut Kokusu (2019) Sevil Kesimal’ın ilk öykü kitabı. Yazar edebiyata uzun süre emek veriyor. İki bin on dört yılında Öykü Günleri Derneği’nin kurucuları arasında yer alıyor ve çeşitli faaliyetlerin yürütülmesi görevini üstleniyor.
Öyküleri, Hişt, Varlık ve 14 Şubat Dünyanın Öyküsü Dergilerinde yayınlanıyor. Sarıyer Edebiyat Günleri Öykü Yarışması’nda “Dut Kokusu” isimli öyküsü ile üçüncülüğe layık görülüyor. Halen atölye çalışmalarıyla edebiyata emek veren yazar, doğduğu şehir olan Ankara’da yaşamaktadır.
Yazar öykülerini iki bölüme ayırmış; unutmaya dair ve hayatta kalmaya dair. Bu şekilde yaşam felsefesini fısıldıyor. Okuyucuyu sözcüklerle yormadan, slogan atmadan düşündüren Kesimal, akıcı ve sade bir dil kullanıyor.
İç konuşmalarını italik olarak belirttiği öykülerinin çoğu beş duyusunu kullanarak yaptığı betimlemelerle süsleyen yazar, Sefaret Okulu’nun yanındaki yokuşu tırmanıp Paris Caddesi’ne çıkmıştı bile (s;41) gibi cümlelerle Ankara sokaklarında dolaştırıyor.
Belli bir dönemin panoraması işleniyor dantel gibi satırlar arasında. Okuyucu o dönem geçen olayların yaşantıları nasıl etkilediğini, yürekte ne izler bıraktığını gözlemliyor. Seksen darbesi öncesi ve sonrası yaşananlar, yarım kalan hayatlar anlatılıyor, vuslatsız sevdalar sezdiriliyor.
Anımsadığım Yalnızca Bunlarisimli öyküde okuyucu Bergen’i, sıkıyönetim günlerini, o zamanlar yaşananları anımsıyor. Katmanlı öykünün satırları arasında bunlar olurken bir genç kızın yüreğindeki fırtınaları hissediyor. Dört buçuk sayfalık metin romana konu olacak öykülere sahip.
Hayatımızdaki anların bir kokusu vardır. Bu kısacık anlar kokuyla birleştiği zaman hafızamızda pekişir, daha kolay yer edinir. Anne kurabiyesi kokusu, sıcak bir çorba kokusu, tarçınlı çay kokusu gibi güzel çağrışımların yanı sıra sıkıntılı zamanlarımıza ait kokular da belleğimizde yer eder. Üzücü anlara ait koku güzel bir koku olsa da mekan tekrarı bizi geçmişe, hüzünlü günlere götürüverir fark etmeden. Kitaba ismini veren ikinci öykü, Dut Kokusu’nda Selda’nın onca yıl bir eve ve bahçeye yüklediklerinin yaşananların gölgesinde anlamsızlaşması, Aydın’ın tutuklanmasının ardından o evde yaşamadığı, yaşayamadığı mevsim, öykünün belkemiğini oluşturuyor. Seksenli yıllarda aynı apartmanda yaşamları kesişen iki gencin on beş yıl sonraki buluşmaları, yalnızlıklar ve yaşanamayanlara ait kırgınlıklar yer alıyor satırlar arasında. Başkalaşıyorlar zaman içinde kadın ve adam. Selda’nın sessizleşmesi, giderek içine kapanmasından, Aydın’ın giderek daha geveze neşeli bir havaya bürünmesinden yeni birer Aydın ve Selda oluşturdular (s; 15). Aydın’ın o gün burnuna gelen ve kendisinin de ne olduğunu kestiremediği o ağdalı aroma, bahçedeki dut ağacına aittir. Yıllarca çeşitli sebeplerle burnuna geliveren Selda’yı arayamamış olduğunun kokusudur aslında. Duvarın dibine dizili teneke saksılardaki ortancalar gibiydi Selda, onları besleyen tenekenin pası gibi bir şeyler vardı bu evde onu besleyen (s; 13). Gerçekleşmemiş olasılıkların her biri birer birer tüketir Selda’yı, aynı zamanda başka bir insana dönüştürür.
Biz Neslihan’ı Unutmuştuk isimli öyküde yaşlı kadın “Hepiniz utanın sessizliğinizden” diye çıkışıyor çevresindekilere (s;28). Bu öykü ister istemez Edmund Burke’nin “Kötülerin kazanması için iyilerin seyirci kalması yeterlidir” sözünü akıllara getiriyor. Zayıflık ve sessizliğin yol açtığı çöküşün işlendiği bu katmanlı öyküde, Neslihan’ın üzücü yaşamı kadar olaylara istemeden seyirci kalmış ve değiştirememiş küçük kızın hazin öyküsü de bulunuyor. Neslihan unutulmuyor. Küçük kızın beyninin kıvrımları arasından yaşlı kadının demansına eşlik ediyor. Aslında hiç kimsenin Neslihan’ı unutmadığı aşikar ve yazar isimle okuyucusuna bu karşıtlığı düşündürüyor.
Gökyüzü Bir de Martılar isimli öyküde kadınların dayatılan roller dolayısıyla hayatı nasıl ıskaladıkları anlatılırken olay örgüsünün içine bir de Düzce depremi manzarası giriveriyor. Hem güncel olayı izliyoruz zamana dair, hem de evlerin içindeki depremlere gönderme yapılıyor. Bu öyküde bir metinler arasılık söz konusu. Yazar, Ülkü Yalım Günay’ın Kardinal Kuşu isimli eserindeki “Yaşamak da önemlidir ıspanaklı sufle kadar” dizelerine gönderme yapıyor.
Anlatmasaydım isimli öykü, Vüs’at O.Bener’e. Özgür kıldığı için! sözleriyle başlıyor. Aslında Vüs’at O. Bener’in öykücülüğüne bir selam. Özgür kılınınca çıkıyor yazarların metinleri. Düzeltilerini Vüsat O.Bener’in yaptığı bu öykü rüya üzerinden ilerliyor.
Unutma Diye isimli öyküde aynı göle yansıyan iki ayrı ay ışığı, salıncaktaki tombul kız ve suyun kenarında sere serpe yatan kız, bir kutunun kapağından kadının bilinç altına oradan da bir kek olarak sevilenin damağına geçiyor.
Ankara’da Zaman isimli öykü aynı zamanda kitabın veda öyküsü. Giriş öyküsüyle birlikte beş anlatıdan oluşuyor.
Mesafeler’de vize alırken karşılaşılan sorular ve istenilen evraklar üzerinden sistemin bireyi değersizleştirmesi anlatılıyor. Sahip olduklarını soruyordu bütün formlar. Sahip olduklarınla sistemle bütünleşiyor, kopmaz bağlarla bağlanıyor, sonunda onun bir parçası oluyordun demek ki! (s; 87). Yazar öyküsünde dostlarımız, albümlerimiz, kitaplarımız, kuğulara bakarken yenen sıcak simidin tadı ve çıtırtısı veya yeni sistre yaptığımız parkelerimizin camsı pırıltısı gibi vazgeçemeyeceğimiz alışkanlıklarımız olabileceğini akla getirirken sistemin kişiyi sadece arkasında bırakmak istemeyeceği mal varlığıyla değerlendirmesini eleştiriyor.
Beklemeye ve veda etmeye ilişkin bu anlatıda otuz yıldır, çatlağın mermerin içinde yürümesi gibi geçer zaman. Ölüm, uzun zamandır arkadaş olan iki kadını ayırır. Bu sürece Ankara’daki toplumsal olaylar, kişisel ilişkiler ve yürek çöküntüleri de girer.
İçinde Ankara olan nice kitaplarında Ankara’lı yazarla buluşmak dileğiyle.
edebiyathaber.net (25 Ağustos 2020)