Son zamanlarda, kurmaca metin yazmaya ilginin arttığı, en çok da öykü yazarlığının yaygınlaştığı gözlemlenebiliyor. Ortaya çıkan metinlerin okuyucuları çoğunlukla yine yazan ya da yazmaya niyet edenler. Bu durum kurmacaların okuyucu niteliğinin yükselmesi sonucunu da beraberinde getirebilir. Öte yandan, yeni yazmaya başlayan çoğu aday için, toplumsallıktan uzak bireysel kurguların baskın olduğu, görünebilir olmanın büyük yer kapladığı metinler dönemindeyiz. Öykünün sınırları üzerine son zamanlarda kafa yormamda bahsettiğim metinlerin etkisi olduğunu söylemeliyim. Özgün ve nitelikli örnekleriyse her zaman başka bir tarafa koymak gerek.
Öykünün diğer kurmaca ve düzyazı biçimlerinden bir tür olarak ayrılmasının yalnızca kısalık, uzunluk belirlemesi ile açıklanamayacağı öykü kuramcıları tarafından kabul ediliyor. Bunu yalnızca biçimsel olarak sınırlamak da doğru gözükmüyor. Ancak yine de türün kısalığından ileri gelen, romana göre görece somutlaştırma zorluğu ve kurmaca parçalarının genelde zihinsel bir faaliyet olarak okurca tamamlanmasının istendiği de yadsınamaz. Hep söylenegeldiği gibi gevezelik etmemesinden ya da edememesinden, sözcüklerin yahut pasajların bir işlevinin olmasından,daha önemlisi de tüm bu parçaların birbirine ulanarak anlamlı bir bütün oluşturması gerektiğinden de söz etmek gerek.
Öykünün en işlevsel özelliklerinden biri, uzun bağlantılar bütününün göz yanıltıcı etkisinden uzak olmasıdır. Anlatının merkezi okuyucunun himayesindedir. Üslup yoğunluğu, metnin az sayıda olgu ve insan etrafında bütünleşmesi, olay örgüsünün tek yönlü ve merkez odaklı olması ile bu himaye pekişir. Öte yandan okurun temel meselesi somutlaştırma kavramının bizzat kendisidir. Metin, “eski arabasını özlüyor, yenisine alışmaya çalışıyor,” dediğinde zihin belli belirsiz araba hakkında fikirler üretir, modeli, büyüklüğü, rengi gibi. Bu anlamda, soyutu somutlama görevi romanda da okuyucuya bırakılsa da öyküde ipuçlarından yola çıkarak metni zihinsel zorlamalarla ete kemiğe büründürme biçimi çoğu kez daha etkindir. Bazı öykülerin ayırt edici özelliğinin soyutlamanın kendisi olduğu istisnasını bir kenara koyarsak; romanın okura, kurmacanın çeşitli bölümlerinde somutlama konusunda daha bol olanak sunduğunu söylememiz gerekir. Öyküdeyse kısalığın farklı etkileri yadsınamaz. Genel olarak her tür için, kurmaca bir karakter tarafından yapılan tespitler, ne kadar akla aykırı olursa olsun, sırf yapıldığı için doğru kabul edilir. İyi kurmacaların tümünün, en fantastik ve sıra dışı olanların bile, okuru gerçeğe ikna görevi olduğunu teslim etmek gerek. Fakat karakteri tanıma, onunla özdeşim kurma, içinden geçtiği yaşamsal döngüleri kavrama gibi verilerin önümüze damla damla ve kısıtlı serilişi öykünün gerçekçilikle bağının daha zor kurulmasına yol açabilir. Edebi olanın niteliği, uydurduğu her şeyi iyi resmetmesinde ve/veya sesle duyurmasındadır. İşte tam da bu noktada, roman gibi kapsamlı kurmacaların, fotoğraf makinasını ve ses kayıt cihazını daha uzun ve daha deneysel kullanabilmenin olanaklarına sahip olduğunu kabul etmeliyiz. Bunu bir türün ötekine üstünlüğü anlamında elbette ki değerlendirmemek gerek.
William O’Rourke, Öykünün Morfolojik Metaforları incelemesinde şöyle bir belirlemede bulunuyor. “Bir öykü hacmi sayesinde her zaman bir heykel gibi göz önündedir; fakat bir romanı bütün parçalarıyla birlikte görmek, bir resmin tamamını bir anda görmek kadar zordur. Bir heykeli görme deneyimi, öncelikle bütünü görmeyi gerektirir.”
Belli durumlar için aksini düşünmek mümkün görünmekle birlikte, yukarıdaki alıntıya ilişkin şunu söyleyebilmenin yanlış olmadığını düşünüyorum. Öykünün kısalığı ve türe özgü birim başına fazla simge barındırma ihtimali, görsel izlekler halinde ve zamanda bütünsel bir okuma hareketiyle kurulması gibi sebeplerle, okur belleği, metnin bütününe kuşbakışı bir algıyla yaklaşmak istiyor. Bunun öyküden ziyade okurun meselesi gibi göründüğünü kabul ediyorum. Fakat kurmaca metinlerin okuyucuyu etkilemesi gibi, okur yargılarının ve geçmişten getirilen zihinsel deneyimlerin de metinleri etkilediği bir gerçek. Öykünün uzamının geniş olmaması, okuru bazen de yazarı, anlamak ve görmek konusunda aceleye sevk edebilir. Okur, kabul etmek gerekir ki her zaman öykünün bütününü görecek kadar metne yakın olmayı tercih eder. Her an bir sonla karşılaşma ihtimali onu tetikte tutar, bir çırpıda okunabilme özelliği, onu her zaman bir son fikriyle beraber yaşatır. İşte bu hazır olma durumu günümüz öykü yazarlarının bir kısmını hızlı sonlar kurgulamaya itmektedir. Geçmişin çok anlatan, bitmeyen, okuyucuyu kovalayan kurmaca tecrübelerini, bugünün buz pistinde kayan günümüz metinleriyle beraber okumak, sanırım uçlardakileri deneyimlemek olarak tarif edilebilir.
Hayatın hızlanmasıyla birlikte insanların uzun metinler okuma konusunda isteksiz olduğu çıkarımına varmak yanlış olmasa gerek. Ancak zaman yoksulluğunun karşılığı roman yerine öykü okumayı tercih etmek olarak görülmemeli. Okuyucu yönünden, öykünün sanılanın aksine daha fazla çaba istediği bir gerçektir. Her kurmaca metin başlangıçta giz ve kapalılıkla başlar. Metnin başlangıcında herkes eşittir. Okur, ne kadar uzun ya da kısa olursa olsun, en açık metinlerde dahi bilgisizliğin huzursuzluğuyla okumaya başlar. Bu bilenememenin stresidir. İşte bu sebeple ne kadar rahat bir yapıya sahip olursa olsun arka arkaya öyküler okumak daima romandan parçalar okumaktan zordur. Çoğunlukla yoğun ve imgesel bir anlatım biçimine sahip olduğundan diri bir konsantrasyon gerektirir. Roman okuruysa çoğu kez ayraca ihtiyaç duyar. Ayraç, geçmişi bilinen bir okumanın üzerine koyarak okumaktır. Öykü çoğu kez ayraç istemez. Sona ermesinin ardından bıraktığı etkiyle yeni bir okumaya sebep olma ihtimaliyse yüksektir.
Bir başka konu ve öykü söz konusu olunca fazlasıyla çarpıcı olansa, metnin örtülü olarak kendini anlatıp anlatmadığıdır. Her anlatı bir biçimde kendini açıklar. Sebebi kendisinde içkindir. Anlatmak, olan biteni sadece tanımlayarak kendini var edebilir. Bu anlamda diğer kurmaca türlerinde bütünün içine yavaşça yedirilen genellemeler, tanımlar, öykü söz konusu olduğunda küçük dozları dahi kabul etmeyebilir. Metin, kendi hakkında yorum yaptıkça, tartışmaya o kadar açık hale gelir. Temelde tüm kurmacaların derdi, ki bu çoğunlukla metnin sonunda olur, kendini ifşa etmektir. Bu ifşa etme öyküyü sınırlama ve etkisini okuyucuda bularak işlevini tamamlama olarak tanımlanabilir. En kapalı öyküdeki sona uygun kapanış zili, bu sesin okuyucudaki etkisi veya açık olarak nitelenebilecek bir öykünün bitmeyi reddeden son cümlelerindeki geri kalanı vurgulayan yankılı tını, hep aynı şeye işaret etmektedir; öykünün genel tonuna uygun bir final sahnesi. Bu genelde öyküdeki tüm bağlantıların bir kesişme anı ya da sonucu olabileceği gibi işlevi tamamlanan bir diyalog, sahne ya da iç sesin sönümlenmesi biçiminde de olabilir. Kurmacanın yaratıcısının zanaatı, hünerle doğru etkiyi üreterek okuyucuda karşılık bulmak, bir başka deyişle okuyana bu etkiyi anlatmadan doğrudan yansıtmaktır.
En başa dönecek olursak her dönemin ruhu kendini o döneme ait anlatı araçlarıyla ifade eder. Kurmaca içinde olduğu dönemden izler taşısa da ondan daha fazlasıdır. Bu anlamda tüm kurmacalar zamanın ötesindedir. Öykü; romana göre daha düşük yoğunluklu bir çabanın ürünü gibi gözükse de bir kitap bütünlüğü içerisinde düşünüldüğünde romandan daha hacimsiz edebiyat ürünü değildir. Hacminin azlığı yalnızca niceliksel bir olgudur. Yeter ki okuyan da yazan da kurmacanın yaratıcılığının ve esnekliğinin yine ona verilen emek ve geçmiş deneyimleri sindirmekle mümkün olduğunu kavrayabilsin. O halde öykünün sınırlarına dair, Herbert Bates’in aşağıdaki sınır ötesi tanımıyla noktayı koyalım.
“Yazarın istediği her şey bir kısa öykü olabilir. Bir atın ölümünden genç bir kızın ilk aşkına; hiçbir kurgunun bulunmadığı, durağan bir betimlemeden, hareketli ve hızlı olayların yer aldığı şaşırtıcı bir sonu olan hareketli bir düzeneğe, uyaksız yazılmış bir şiirden, biçemin hiçbir önemi olmadığı doğrudan bir röportaja kadar her şey kısa öykü (hikâye) olabilir. Öykünün yazınsal bir tür olarak tanımlanamamasının nedeni, gerçekten de yapısındaki bu sonsuz esneklikte yatıyor olmalı.” (Bates, H. E., Yazınsal Bir Tür Olarak Kısa Öykü, Bilge Kültür Sanat, İstanbul, 2001, s. 11)
Eser Kuru – edebiyathaber.net (31 Ağustos 2020)