Günümüz dünyasında ne çok şey değişti. Geçmişte önem arz eden birçok şey toplumlar ve birey için önemli değil artık. Fakat insanlığın ilk oluşumundan beri çok zor bir soru hala aynı ölçüde cevaplanmayı bekliyor. Çünkü insan için mutluluğun kaynağı olmaya devam ediyor. Oscar Wilde “her âşık oluş umudun kendini bilmişliğe karşı zaferidir. Kendimizde gördüklerimizi, onda görmemeyi umarak âşık oluruz.” der. Peki, aşk ne o zaman? İşte Wilhelm Schmid’i felsefe eğitimi almaya yönelten de bu sorudur. Alman felsefeci bu durum hakkında; “Birisi bana aşkı açıklayabilir mi? Ama sorabileceğim kimseyi tanımıyordum. Benim sorunum, bir şekilde her şeyin ters gitmesiydi. Bir yandan da aşkın ne olduğunu gayet iyi biliyordum. İyi de, âşık olma hali geçmeye görsün, her seferinde akamete uğramıştır bu durum. Bütün bunları daha iyi anlayabilmek için felsefe öğrenimi görmeye karar verdim. Söz konusu olan aşksa, en uygunu bu değil miydi?” diye bahsediyor. ‘Sevilmek istiyorsan, sev.’ diye önerir Seneca da yüzyıllar öncesinden bize. Kolay mıdır peki bu? Herkes sevilmeyi istemez mi zaten? Ama herkes kendi sevmek istemez, bu zahmetlidir diyor Schmid. Çünkü tam da koşulsuz seven insan, aynı şekilde sevilmeme tehlikesine maruzdur. Sevmek, benliğini geride tutup onun yerine kendine şunu sormayı gerektirir: Ötekinin ihtiyacı nedir, ne düşünür, ne hisseder, eksiği nedir, ona ne verebilirim? Şayet öteki de sevmeye başlarsa, insan kendini de sever diye de ekliyor kitabında.
“… İnsanlar aslında mutluluğa dayanamıyorlar. Mutlu olmak istiyorlar tabii, ama bunu elde eder etmez, birtakım yersiz düşlerle kendilerini yiyip bitiriyorlar. İnsanlar mutluluğa mı dayanamıyorlar, yoksa onu yanlış mı tanıyorlar, ya da kendileri için neyin gerekli olduğunun mu farkında değiller, mutluluğu kullanmayı mı beceremiyorlar, yoksa öteye beriye çekiştirmekten yorgun mu düşüyorlar bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa, habire ondan söz ediyorlar, böyle bir sözcük ortada ve herhalde boşuna icat edilmedi […] İnsanın yaşamını güzelleştirebilecek durumda olması ve bunu reddetmesi gerçekten garip… Bütün koşullar sağlanıp işler iyi gitmeye başladı mı, insanlar bunu bozmak için ellerinden geleni yaparlar. …” diyor Marguerite Duras Parkta öyküsünde. Mutluluğumuzu aslında bizim bozduğumuza dikkat çekiyor yazar. Günümüz dünyasında hala başaramadığımız bu sorunun nedenlerini ortaya koyarken çözüm önerileri sunuyor bizlere Schmid de.
Filozofun görevi midir peki bu? Hayatın daha asli meseleleriyle meşgul olması gerekmez mi? Schmid ise; asli olanın çok defa o sıradanın, bayağının içinde saklı olduğunu; gündelik hayatın uçurumlarının o sıradan şeylerin altında saklandığını söylüyor. “Erkek meselesi bir kadın meselesidir. Çocuk meselesi bir kadın meselesidir. Erkek bilmez bunu. Erkek kas gücünü, maddi gücünü özgürce kullanmak üzere yanılsamalar yaşarken zekâsının derinliği erkeksi olmayacaktır. Yalnızca kadın, erkeğin kendisiyle ilgili hatasından haberdardır. İyi pişmemiş bir biftek için atılan tokattan daha beteri vardır. O da gündelik hayattır.” diyor bir gazete yazısında Marguerite Duras. Gündelik yaşamın akışındaki sıradan şeylerin ilişki üzerindeki etkisini açıklıyor Schmid gibi.
“Sevmek, sahiplenmenin en güzel yoludur herhalde; sahiplenmek ise sevmenin en çirkin yolu.” der José Saramago da. En büyük sorun tam da bu ikilemden başlıyor galiba. Çoğunlukla erkek, iktidarı elinden bırakmak istemez ilişkide Hemingway’in erkek kahramanları gibi. (Kadınsız Erkekler öykü kitabında zorluklarla savaşan güçlü karakterler gibi görünseler de ortak bir korkuları vardır Hemingway’ın karakterlerinin: kaybetmek.) Bütün evliliklerde de sorun bundan çıkmaz mı zaten, mutluluk için yola çıkılan bu birliktelik sürdürülemez olduğunda, erkek kaybetmekten korktuğu için kadınlar yaşamaz mı onca vahşeti? Ya da aşırı sahiplenmeden kaynaklı değil midir sorunların büyük çoğunluğu? Erkeklerin kusuru olan müdahale etme, konuşma, çevrelerinde olup biten her şeyi yorumlama ihtiyaçlarına katlanmak için çok sevmek gerekir onları diyor bir röportajında Duras.
Günümüzde özgürlük kavramı insanın yaşamını hiç olmadığı kadar etkilemeye başladı. Modern çağda özgürlük, insanları daimi huzursuzluğa sevk eden bir kazanıma dönüştü. Burada ben neredeyim, özgürlüğüm nerede kaldı gibi sorularla baş başa kalan günümüz insanın da aşka karşı bakışı değişti. Schmid burada bizden şu soruları sormamızı istiyor: Bu ilişkinin benim için taşıdığı önem nedir? İlişki ile benim özgürlük tasavvurum arasında bir ihtilaf doğduğunda, neyi feda edebilirim? Aşk da işte bu yüzden zorlu bir hal aldı galiba. İnsanın kafası hiç olmadığı kadar karışmış görünüyor anlayacağınız.
Modern koşullarda aşk; iki kişinin birbirlerinin iyiliğini istemesine muhtaçtır, başka türlü yürümez çünkü. Duygular seçim konusu değildir, ya vardırlar ya yokturlar. Ama duygular karşısındaki tutumumuzu seçebiliriz. Aşk sadece duygulardan değil; aynı zamanda düşüncelerden de oluşur. Mutlu olmak neden bu kadar zordur peki? Bazı akılcı düşünürler aşkı türlere ayırırlar, hatta ona göre reçete bile verirler doktorların hastalarına verdileri gibi. Olgun aşkı olgunlaşmamıştan ayıran şey olgun aşkın evlilikle doruğa çıkmasıdır. Evlilik doruğundayken aşkın devamlılığı için bir reçete yok mudur? “Komünistlerin uluslararası kapitalistlerin paylaşımındaki haksızlara getirdikleri çözüm önerisi gibi metafizik bir çare bulunabilmeliydi dünyanın romantik sorunlarına” diyor Alain de Botton da Aşk Üzerine kitabında.
Büyülü olarak açılan aşkın kapısı neden bir süre sonra büyüsünü yitiriyor? Sağlıklı birliktelik için ne gerekli o zaman? Her şeyi öğrenen insan hayatın mutluluk kaynağı olacak aşkı öğrenmek için neden çabalamıyor? “Yaşamın bisiklete binmek gibi sonradan öğrenilmesi gereken bir beceri olduğunu fark ettiğimizde, biraz akıllanmaya başlarız ”diyor Botton da. Ama akıl bize bu yolu nasıl gösterecek işte onu bilemiyoruz galiba. Alman felsefeci bir okul öneriyor burada. Hatta derslerini bile belirtiyor Aşk Neden Bu Kadar Zordur ve Yine de Nasıl Mümkün Olur? kitabında. Schmid’in ortaya koyduğu dersler aslında insanın kendini tanımasına yönelik. (Kendini bilme, hayatı bilme, yorumsal kabiliyet, kültür, doğa bilimi gibi tek tek gerekçelerini de ortaya koyduğu dersleri öneriyor.) Bu dersleri alan birey kendi mutluluğunun kapısını da açacaktır bana göre. İşte o zaman mutluluğunun kaynağı olan aşkı da güzel ve uzun yaşayacaktır zaten.
“Felsefe, hayatı anlamak, zorlukları kolaylaştırmak, yaşamı yorumlamak, acıları azaltmak, mutlulukları arttırmak içindir.” der Felsefenin Tesellisi kitabında Alain de Botton. (Schmid’in felsefe eğitimini haklı çıkarırcasına) Ancak bu fırsatı algılayabilecek ve kendini yaratılabilecek olan, her şeye rağmen bireyin kendisidir. Yaşamın kaynağı olan sevgiyi öldürmek bir anlamda insanın kendini öldürmesi değil midir?
Burada sorulması gereken asıl soru şudur: gerçekten mutlu olmak istiyor muyum ve asıl meselem aşk mı?
Kaynaklar:
Wilhelm Schmid, Aşk Neden Bu Kadar Zordur ve Yine de Nasıl Mümkün Olur? İletişim Yayınları,
Alain de Botton, Felsefenin Tesellisi, Sel Yayıncılık
Alain de Botton, Aşk Üzerine, Sel Yayıncılık
Havanur Taflan – edebiyathaber.net (31 Ağustos 2020)