Bir bakışı solduran zaman (21): Oyunun gücü nerede? | Feridun Andaç

Eylül 15, 2020

Bir bakışı solduran zaman (21): Oyunun gücü nerede? | Feridun Andaç

“Tiyatroda ülkü, hem göstermek, hem de 

heyecanlandırmak olmalıdır”  J. P. Sartré                  

Sartré’ın Saygılı Yosma’sını okuyorum. Bir duruş/bakış zamanı yaratarak insana doğru yürüyor. Onun içindeki sanrıyı, yaşama direncini anlatıyor. Çatışma durumunu var eden gerçekliğin nerede nasıl biçimlendiğini sorguluyor.

Onun şu sözünü severim: (yazıda)“her şeyi göstermemek gerekir.” Bunu da, kendi oyunlarının sahnelenme deneyiminden sonra söylemiştir.

Sizin oyununuza dönük eleştirimin asıl odak noktasıydı bu da.

Sondan başlamalı. Kanlı balta/el, öldürme… Hem gösterimi hem de öylesine bitiş çok anlamsızdı. Daha başka bir son bulunmalıydı. Oyunun eylemliliğinde başka bir yabancılaşma unsuru kullanılabilirdi.

Bazı yerler/sahnelerde seyirci çok umursanmamış.

Oyun hem oyuncu/lar hem de seyirci için yazılmaz mı?

Sartré şunun altını çizer: “Ama onun anlamını bulan, yazarla işbirliği yapan seyircidir.”

Seyirciye düşünme/sorgulama, muhakeme etme şansı  verilmediğini düşünüyorum. O nedenle her şeyi söylemek yerine birkaç şey söylenebilirdi.

Gene Sartré’ın dediğine dönersem, ona katılmamak elde değil:

“Tiyatroya gittiğim zaman fikirlerini paylaşmayan insanları bazı ‘replikler’iyle rezil eden bir piyes görür ve bu insanların salonda bulunduklarını kestirirsem, muhakeme hürriyetine tam anlamı ile sahip olamam artık, onlar adına sıkıntı duyarım. Oysaki bu insanlar aynı partiden, aynı çevreden ya da aynı inançtan olan seyircileri düşünmemiş olsalardı, daha az rezil olurlardı. Bu tepkiden hiç kimsenin tamamıyla sorumlu olmadığı garip bir gerçek doğmaktadır.”

İzleyici/seyirci okumak için değil, izlemek için gidiyor. O iki saat pürdikkattir. Ne demek istiyor düşüncesi oyalayıcı bir düşünüş değildir onun için. Oradaki aktarıcı söz’ü, oyuncuların performansıyla anlamaya çalışır elbette. Gene de soruları vardır izlerken. Oyunda ardı ardına sıralananlar öyle bir boğuntuya geliyor ki; başlangıçtaki söz/anlam, izlekten giderek uzaklaşılarak başka bir şeye dönüşüyor, asıl söylenmek istenen göz ardı edilecek düzeye indirgeniyor.

Sartré diyor ya; “Tiyatroda niyetin önemi yoktur. Önemli olan piyesi yazan, yazar olduğu gibi seyircidir de.”

Dönem gerçekliğine bakmak, yaşananlardan yola çıkarak birtakım “mesele”leri anlatmak her zaman fazla “dikkat” gerektirir.

Konu bir “obje” gibidir. Nereden bakıp, dokunup neyi/nasıl gördüğünüz çok önemlidir. Salt eleştirmek/yermek için yola çıkılmaz. Gösterilenin ardındakini düşündürmek, sorgulamaktır önemli olan.

Oyununuz da sanki “aksiyon”a yeniliyor!

Yaratılan çatışma durumları da bir gösterge.

Tek tek performans göstermeleri için oyuncuları o aksiyona katmak ise dramı zayıflatıyor, bence! Burada oyunun dengesi bozuluyor, ana izlekten kopuluyor.

Yüzleşme, evet. Öfke, evet. Aldanış/aldatış, evet…

Peki, bu kadar çatışma için o dar alanda/zamanda her şeyi ortaya dökmek, ifşa etmek niye?

Orada/ortada bir “parçalanma”/ “çözülme” durumu var; ama başlangıçtaki “sistem” eleştirisi neredeyse unutuluyor, aradaki uyumsuzluklara/çatışmalara dönülüyor. Üstelik ana karakter bir  ânda başka bir şeye dönüşüyor…

Konu edilenle konu seçilenin ayrımı giderek oyunun gücünü düşürüyor.

Gene de şunu söylemek isterim: böylesi bir “gerçek”le seyirciyi buluşturması, olagelenlere ayna tutmasını önemli buluyorum.

Sartré’ın şu sözleri de bunu anlatmaz mı biraz:

 “…tiyatro insanın ve dünyanın değişmesinden çok, hiçbir zaman değişmeyen bir evrende ebediyen kendisinin benzeri  olarak kalan bir insanın hayalini temsil eder.”

Beni orada etkileyen de, işte o “insan” (lar)ın yaşadıkları, dönüşme halleriydi.

Değişenin insan/lar üzerindeki etkisi, dönüştürücü gücü başka bir boyuta taşınıyor. Değiştirirken değişen, yerilen sanırım “asıl konu”dan kopuş/uzaklaşma belki de en kırılgan yanı oyunun.

Yani, “kişisel dram”ı öne çıkarayım derken ana konunun havada kalması. Çünkü onu/onları bu duruma getiren, buluşturan  nedir? Zaafları mı, sistem mi?

Karakterleri tek yönlü  kılması da bir eksiklik. Hele iki kızkardeşin çatışma durumu, konuyu alıp başka bir boyuta taşıması olacak şey değil!

Doğrusu bir yapıt beni şaşırtmalıdır önce. Heyecan vermeli, kışkırtmalıdır. Yeni bir şey söylemelidir. Bilmediğimi, görmediğimi anlatmalıdır bana. Ve sonrasında da  “ben burada neredeyim peki,” dedirtmelidir.

Sanırım oyun üzerine daha başka şeyler de söylenebilecektir. Bunları notlarıma dönmeden yazıyorum size. Oyuna  dair aklımda tuttuklarımla yani.

Ne mutlu size ki tiyatro yapıyor, sahnede yaşıyor, ruhunuzu bununla soluyorsunuz.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (15 Eylül 2020)

Yorum yapın