Misafir (2017), Türk Sinemasının 2000 sonrası yönetmenlerinden Andaç Haznedaroğlu’nun üçüncü uzun metraj filmi.
Kadın yönetmen Haznedaroğlu, Anadolu Üniversitesi’nde iktisat ve güzel sanatlar fakültelerinde lisans öğrenimini tamamladıktan sonra Rusya’da The Russian University of Theatre Arts’ta yönetmenlik eğitimi alıyor. Dramaturji alanında yüksek lisans yapan kadın yönetmen, Dadı A.G.A, Çınaraltı, Haziran Gecesi, Çalınan Ceset, Gülpare, Dudaktan Kalbe, Samanyolu, Gün Akşam Oldu), Araf Zamanı gibi televizyon dizilerini yönetiyor. Kendi film şirketi olan Andaç Film Productions’ı kurduktan sonra, Oğul (My Son) isimli kısa filmi çekiyor. Uzun metraj filmleri ise Her Şey Aşktan, Acı Tatlı Ekşi ve Misafir.
Film; prömiyerini yaptığı Antalya Film Festivali’nde aldığı “Avni Tolunay Seyirci Ödülü”nün ve Boğaziçi Film Festivali’nde de aldığı “En İyi Film ve Kurgu Ödülü”nün yanı sıra Dublin İpekyolu Uluslararası Film Festivali’nde (SRIFF) ve Malmö Arap Filmleri Festivali’nde “En İyi Film” ve “En İyi Kadın Oyuncu” ödüllerine layık görülüyor.
Haznedaroğlu’nun yönetmenlik ve senaristliğini üstlendiği filmin oyuncu kadrosunda Saba Mubarak, Rawan Iskeif, Homam Hout, Şebnem Dönmez ve Yeşim Ceren Bozoğlu yer alıyorlar.
Yazarın çağına tanıklığı senaryoda kendisini gösteriyor. Göç olgusuna bir bakış olarak düşünülebilecek yapıt, bir bakıma bu konudaki önyargıları yıkmaya çalışıyor. Hayalet şehir haline gelmiş bir şehirden kaçışın sonucu karşılaşılan sıkıntıları gözler önüne seriyor.
Misafir filmi, Kefernahum filmi ile bazı benzer sahneler içeriyor. Mültecilerin zorlu yaşam mücadelelerine mercek tutan bakış açısı her iki filmin de gözleniyor. Ancak Misafir Kefernahum’dan önce yazılmış ve vizyona girmiş bir eser. Gazeteci gibi çalışılmış bir anlatım tarzına sahip olan yapıt dört yıllık bir emeğin ürünü.
Film Türkçe yazılıyor, İngilizceye çevriliyor ve set aşamasına gelindiğinde Arapça üzerinden duygular aktarılmaya başlanıyor. Yönetmenin en büyük sorunu Arapça bilmemesi oluyor, ancak bunu bir kadın duyarlılığıyla kolaylıkla aşıyor. Pek çok sahnenin çekiminden sonra oyunculara sarılıp ağlıyor. En üzüldüğü anlardan bazıları, buraya kiminle geldiği sorulan çocukların boşluğa bakmaları. Filmin oyuncularının çoğu, oyunculuk deneyimi olmayan, daha önce sinemaya bile gitmemiş amatör oyuncular.
Her şey Suriyeli bir mültecinin, filmde de olduğu gibi hasta çocuğuyla yönetmenin arabasının önüne atlamasıyla başlıyor. Yönetmen, başta para istediğini sandığı kadına para uzatıyor, ancak parayı almayan mültecinin başka bir derdinin olduğunu düşünüyor. Hasta çocuğu fark eden yönetmen sorunu anlıyor, çocuk ve annesini arabayla bir sağlık kuruluşuna götürerek yardımcı olmaya çalışıyor. Anne ve çocuk özel hastanede kimlik problemi yüzünden parası ödenerek bile tedavi almada sorun yaşıyorlar ve tedaviye ulaşana kadar dört hastane dolaşıyorlar.
Bu aşamada Haznedaroğlu, ertesi gün gideceği Bodrum tatilini iptal ediyor. Mültecinin yaşadıklarıyla ilgilenerek onların hikayelerine dahil oluyor. Sınırdan buraya nasıl geldiklerini, neler yaşadıklarını” öğreniyor. Sınıra gidiyor, savaşta bombaların patladığına şahit oluyor. Üç yıl kadar savaştan kaçan, fiziksel ve ruhsal olarak yaralı insanların içinde bulunuyor, düğünlerine yemeklerine gidiyor. Suriye sınırında yaklaşık 500 aileyle görüşüyor, hikayelerini dinliyor. İzlenimlerinin ardından Suriyeli bir kadın ve çocuğunun sınırdan geçme hikayesini beyaz perdeye aktarmaya karar veriyor. Aralarında bulunduğu insanlar, karşılarındaki kişinin yönetmen olduğunu kendilerine rol teklif edildiğinde anlıyorlar.
Filmin başlangıç sahnelerinde, terk edilmiş hasarlı boş evde oynayan çocuklar görülüyor. Eşyalardan geçmişteki sahiplerinin varlıklı olduğunu tahmin ettiğimiz evde bir kısmı hasarlı dünya küresi mevcut. Dünya küresinde bulunan hasarlı kısım şu an savaş yaşanan coğrafyaları işaret ediyor.
Film, Suriye’deki iç savaşta küçük kız kardeşi dışında bütün ailesini kaybeden o zamana kadar düzgün ve sıradan bir hayat yaşamış yedi yaşındaki Lina’nın komşusu Meryem ile birlikte Türkiye’ye sığınmasını ve sonrasında yaşadıkları zorlukları konu alıyor. Evlerini ve sevdiklerini kaybeden insanların dramına göç yolunda silahlı adamlarca savaşmak için küçük yaşta erkek çocuklarının, küçük kızların ve kadınların alıkonulması gibi sorunlar eşlik ediyor. Istanbul’a ulaşınca yaşanan maddi zorluklar, kalacak yerin ve koşulların sefilliği, dil bilmemekten kaynaklanan güçlükler, küçük yaşta para karşılığı evlilik, küçük kızın ve annesinin bu evlilikte söz hakkı olmayışı, mülteci kadınların dramı, mülteci çocuğun her yerde çocuk oluşu, İstanbul’a gezmeye gelmiş kendisiyle aynı dili konuşan aynı coğrafyanın zengin ancak duyarsız insanları ve mülteci taşıma ticareti ekleniyor.
Küçük kızın hastane çöpünden yemek yemeye çalışması ile eve gelindiğinde bilgisayar oynayan iki erkek çocuğun farkında bile olmadıkları refahı, insanların mutluluk çıtalarını sorgulatıyor. Ve Lina’yı evine getiren kadın eşine “Ya se bu durumda olsaydın? şeklinde bir soru soruyor. Aynı soru aslında her izleyiciye tek tek soruluyor.
Filmin sonunda kimliklerin yakılmasından sonra, bir tekne karşı kıyıya doğru yola çıkıyor ama izleyici bu teknenin ulaşıp ulaşmadığını bilmiyor. Gerçek hayatta ise filmin başrolü 8 yaşındaki Rawan Skef yani Lena, önce Yunanistan’daki göçmen kamplarında yaşıyor, sonra Bremen’e gidiyor.
Yazar bir röportajında “Filmde anlattığım hikâye bu yaşanan göçün gerçekten çok hafifletilmiş hali. Onların da savaş öncesi bizim gibi bir hayatları vardı. Tanıdığım öğretmen, mühendis, doktor, sanatçı ve çeşitli mesleklerden birçok Suriyeli var. Anlattığım onların hikayesi aslında” diyor. Anlatılanlar Türk izleyiciye çok da uzak değil aslında. Haznedaroğlu kaçırdığımız noktalara dikkat çekiyor. Sokaklara serilmiş, sağda solda görmeye alıştığımız mukavva kutular daha farklı bir anlam taşıyor bu filmi seyredenler için.
Haznedaroğlu, Hürriyet Gazetesi’nce yapılan röportajında ise “Kim yurduna dönmek istemez ki? Halep’te günde ortalama 100 bomba atılıyor. Sokaklara yardım paketi atılıyor, sen paketi gidip alıyorsun ve tekrar bodrum katına giriyorsun. Ve 1 ay boyunca tepende o sesler, ne zaman öleceğini bilmiyorsun. Kadınlar, çocuklar sesten çıldırıyor. Reyhanlı ve Hatay’a öyle gelen birçok vaka var ki” sözleriyle mültecilerin psikolojilerine de dikkat çekiyor.
Film izleyicilerine herkesin bir gün misafir olabileceğini ve aslında hepimizin birer misafir olduğunu düşündürüyor.
Kaynaklar
- Mülteciler ve Sinema: Andaç Haznedaroğlu ile Misafir Üzerine Bir Görüşme. Sezer Ahmet Kına. Artuklu Sanat ve Beşeri Bilimler Dergisi. 2019 s;77-84
- Misafir’in yönetmeni Andaç Haznedaroğlu: Benim hikayem, bir umut hikayesi. Sercan MERİÇ. Sözcü-Kültür Sanat. 15 Eylül 2018
- Suriye’nin Dramı Beyazperdede. Hürriyet Kelebek. 15.09.2018
Zeynep Yenen – edebiyathaber.net (15 Eylül 2020)