Söyleşi: Ayşe Yazar
Çağdaş edebiyatımızın Yunus Nadi Öykü Ödülü sahibi yazarı Murat Yalçın, ilk gençlik romanı Oralı Olmamak’ı Köprü Kitaplar koleksiyonu için yazdı. Kayıplarla alt üst olmuş bir ailenin yeniden kendini bulma sürecini Sarp, Pelin ve Gülin gibi özgün karakterlerle anlattığı kitabı üzerine konuştuk.
Kitabın başında fotoğrafçıya gitmek için hazırlanan iki kardeşin birbirleriyle tatlı tatlı didişmesine, araya girip zaman zaman paraplejik yaşamında akülü aracını kumanda ettiği gibi çocuklarını da kumanda etmek isteyen kanlı canlı bir anneye rastlıyoruz. Okurunu bu kadar iyi tanıyan bir yazar gençler için yazmayı neden bu kadar bekledi?
Belki de ben gençleri bekledim. Onları yeni yeni anlayabiliyorum. İnsanı, hele değişik yaşlarda insanı konu etmek, anlatmak kolay değil. Dili bulmak, kıvamı yakalamak, işlek bir anlatım geliştirmek yazı uğraşının zorlukları.
“Beden hep denge arar ve bulur,” dedi Pelin. “Bazen serçeparmağı hatta tırnak ucu yeter.” Kitapta bir denge hali var, karakterler infiale düşmüyor, ifrata varan davranışlar sergilemiyor. Bu dengeyi sağlayan ne?
Oldum olası savrulmaları sevmedim. Küçükken de çevremdeki yetişkinlerin yaşadığı sarsıntılara üzülür, anlamaya, çareler bulmaya çalışırdım çocuk aklımla. Pelin’de az çok kendimi buldum yazarken. Yaşamda büyük dengeleri sağlayan küçücük şeyleri arayıp bulma, onları geliştirme peşindeyiz. İçgüdüsel bir yeteneğimiz bu. Koşullara uyum sağlama becerimize, karşılaşılan olumsuzlukların üstesinden gelme isteğimize vurgu yapmaya çalışmış olabilirim orada.
Kitaptaki karakterlerle geçmiş (Aysun), an (Pelin), gelecek (Sarp) döngüsü ile yakaladığınız dinamik, hem hikâyenin havasının kasvetli olmasını engellemiş hem de okurun metinle bütünleşmesini sağlamış. Siz bu döngüde yolunuzu nasıl buldunuz?
Dediğiniz döngüyü yakalayabilmişsem ne mutlu. Gelecek kaygısıyla geçmişe sığınmak da, geçmişin kederlerini unutmak için geleceğe aşırı beklentiler yüklemek de yaşamın özüne aykırı. Çatışmaların ortasındayız her yaşta, sağlık dediğimiz farkında olup yönetebilmektir. Yazarken olağanı yakalamaya çalıştım, tıpkı yaşarken yaptığımız gibi.
Aysun’u, yazan ve yaşayan Aysun olarak iki ayrı kişi halinde gördüm. Yazmak böyle bir alan açıyor mu kişiye?
Güzel bir soru gerçekten. Yazarken bellek çalışır, oysa yaşarken çoğun unutma devrededir. Yazmakla yaşamak, yazın insanlarının en eski sorunsalı. Yazarlar çatışmadan yararlanır. Aysun da yaşama tutunma, ayakta kalma savaşımı verirken bir baston gibi yazıya sarılmayı öğrenmektedir. Yazmak, daha geniş ifadeyle sanat bir bakıma her türlü sakatlığı giderme uğraşıdır. Aysun da yazarak, gazetecilik mesleğinden ya da geçmişteki müzisyenliğinden gelme yeteneklerini kullanmaya başlar.
Babasının saatini erkek saati olmasına rağmen takan Pelin’i hem geçmişte hem bugünde olma hali ile bir çeşit zaman flanörü olarak düşündüm. Amcalarının tiyatroda Sarp’a anlattığı ses kaydını (verilme zamanını da düşünürsek) Pelin’e değil de Sarp’a dinletmek bir çeşit sağaltmadır diyebilir miyiz?
Denebilir elbette. Kimse hiçbir zaman büsbütün yalnız değildir. Geçmişten kalan bir ses, bir eşya bize iyi gelir. Yaşamın sürekliliğini alttan alta verme çabası güttüm Oralı Olmamak’ta. Orada, saat de bir simge, ses kaydı da başka şeyler de.
Pelin’in Sarp ve Gülin’i salona getirmesini anlatışınızda aslında tüm insanlığı önüne katan bir imge belirdi gözümde. Kitabın sonunda nasıl bir insanlık manzarası düşlediniz?
Bireylerin yaşadığı açmazlar, ne kadar ayrıksı olursa olsun, özünde insanlık serüvenine ilişkin ayrıntılar taşır. O son sahneyi, bir filmin son karesinde olduğu gibi, en geniş açıdan yakalamaya çalıştım. Zihnim o akşamdan, o evdeki insanlardan hızla uzaklaşmaya başladı, bu uzaklığı, öyküden kopuşu dile getiren cümleler sökün etti doğal olarak.
Sizi eserlerimizdeki dil oyunlarından ve metin içine yedirilen günlük hayatta çok karşılaşmadığımız kelimeleri ustaca kullanmanızdan tanıyoruz. Kitabın başında bununla ilgili bir göndermeniz var. “Çocukluk dili çözülmemiş bir uygarlık yazıtı…” Bu kitabınız da bu özelliğinizden nasibini aldı mı?
Doğrusu bu kitapta belirttiğiniz özelliklerimi ya da eğilimlerimi öne çıkarmak yerine durumlara, kişilerime odaklandım. Sözcük seçiminde daha güncel olmaya özendim. Öbür kitaplarımdaki gibi farklı kültürel havzalara gönderme yapmaktan sakındım. Kişilerimin duygu durumlarındaki çetrefilliği anlaşılır bir dille çizmeyi önemsedim.
Aysun Pelin ile sohbetinde yazın ve gazetecilik dünyasına ait görüşlerini söyleyip Sarp’a gençlerin Pal Sokağı, Oliver Twist gibi kitapların okuyup okumadığını soruyor. Aile içinde okuma ve yazma üzerine sohbet ediliyor. Kitapta geçen “Oysa şimdi, ipi kopmuş boncuklardı. Herkes kendi başına hareket ediyordu,” ifadesiyle aile ve birey olma hususlarında bir sorgulamanın yapılmasının yanında bir şeylerin de işaret edildiğini söyleyebiliriz. Oralı Olmamak, okura bu konuda nasıl bir aktarım yapacaktır?
O kitapların yazıldığı, okunduğu çağlarla bugünün dünyası arasında hızla derinleşen uçurumu göstermek istedim. Bu zaten okuryazar ailelerde süregelen bir tartışma. Romandaki ailenin kültürel yapısı, kişilerin mizacı bu söyleme elverişliydi. Kitaplarla yaşam arasında zamanla değişen ilişkilere yine bir romanda değinivermeden geçemedim.
Kitabın adı bir şikâyet ya da eksiklik gibi düşünülebileceği gibi kinayeli bir şekilde çift anlam da içeriyor. Kitabın adı ile anlattığınız hikâyenin bağı üzerine neler söylemek istersiniz?
Kitabın adına karar vermem yazımı boyunca sürdü. Biraz Gülin’e yıkmış göründüm bu tutumu ama okurun öbür kişilerde de görmesini beklediğimi yeri gelmişken söylemiş olayım. “Oralı olmamak” hepimizin başvurduğu, dolayısıyla kitaptaki tüm kişilere uygun bir davranış kalıbı… Aldırmamak, umursamamak, üstüne almamak öğrenilmiş bir savunma biçimi. Sürekli oralı olarak sürdüremeyiz hayatı.
Köprü Kitaplar, adının ağırlığına yakışır şekilde, dudak bükülen çocuk ve gençlik edebiyatına kattıklarıyla edebiyatımızda klasikler arasına girecek kitaplar yayımlıyor. Dizi editörü Semih Gümüş ve kitabı yayıma hazırlayan Müren Beykan’ın Köprü Kitaplar dizisine gösterdikleri ihtimam takdire şayan. Yapı Kredi Yayınları ve kitap-lık dergisindeki çalışmalarınızı düşündüğümüzde editörün editörle çalışması bu kitaba nasıl yansıdı?
Ne güzel bir soru. Bir kadın için jinekoloğu neyse yazar için editörü odur. Kitaplar editörlerin ellerinde dünyaya gelir. Uzun uzadıya anlatabilirim başka bir zaman. Şu kadarını söyleyeyim, büyük keyif aldım. Otuz yıldır yazdıklarını yayımlayan, üstelik mesleği yayıncı olan biriyim ama özellikle bu kitabımı Semih’le Müren’e borçluyum.
Türkiye’nin tarihine baktığımızda ihtilaller, muhtıralar, ekonomik krizler gençleri sanata ve edebiyata yoğunlaştıran bir rol oynamış. Oralı Olmamak ve gençler için yazılan kitaplar genç okurlara günümüzde böyle bir sığınak olur mu?
Kitapların sığınak olduğu bir dünya dilemem ama gençlerin elinde hep kitap olmasını isterim Ayşe Hanım. Kitap da genç de umuttur bize.
edebiyathaber.net (20 Ekim 2020)