Çocuklar için kaleme aldığı kitaplarıyla tanınan İngiliz yazar Andrew Mulligan’ın yetişkinlere yönelik yazdığı ilk romanı Trendeki Adam Niran Elçi’nin çevirisiyle Delidolu Yayınları’ndan çıktı. Oxford’daki üniversite yıllarının akabinde tiyatro yönetmenliğiyle ilgilenen Mulligan daha sonra Hindistan, Brezilya, Vietnam ve Filipinler’de İngilizce öğretmenliği yapmış. Romanlarının yanı sıra radyo oyunları ve film senaryolarıyla da tanınıyor.
Durmak
“Trendeki Adam”a gelince. Ellili yaşlarını yarılayan Michael tek odalı dairesinde yalnız yaşamaktadır. İşsizdir. Kısa bir süre önce sevgilisi Amy ile evlenmeye hazırlanırken ayrılmışlardır. Annesi birkaç yıl önce ölmüştür. Kardeşiyle birbirlerini arayıp sormazlar. Görüştüğü yakın arkadaşı yoktur. Geçmişte hayatına giren kadınlardan Elizabeth ve Monica ile de haberleşmez. Ayrıca ergenlik döneminde yaşadığı bir olay, katıksız yalnızlık içindeki Michael’in hayatını ele geçirmiş gibi görünmektedir. Kahramanımızla, romanın ilk satırlarında, hangi trene bineceğini belirlemeye çabalarken tanışırız. Anlatı Britanya demiryollarının kuzey-güney hattında, Michael’ın peronlar arasındaki sürüklenişiyle eş zamanlı olarak seyahat eden, ve onunla bir şekilde yolları kesişen Maria, Ayesha, Morris gibi karakterlerin hikayelerine de tanık olacağımız iki günlük bir zaman diliminde geçer.
Başlangıçta Michael’ın yaşamı bize pamuk ipliğine bağlıymış gibi görünür. Ama hemen ardından dünya işlerinden pek de uzaklaşmadığını anlarız. İstasyondaki anonsların ortama saldığı mekanik sesin tınısıyla dalga geçer mesela. İnsanlarla iletişim kurmaya heveslidir. Fakat sürekliliğe dayalı ilişkilerinden yoksunluğu, yürütülmesi mümkün sohbetlerin yerini bile çoğu kez bilincinde evirip çevirdiği hayali diyaloglara bırakır. Öte yandan, Michael’in ergenlikteki travmasından kopup gelen kimi sahneler, gündelik hayatında kendini hatırlatıp durmakta, onu olmayacak zamanlarda gözyaşlarına boğmaktadır.
Kahramanımızla birlikte durmuş onun tren değiştirmesini beklerken sık sık geçmişine gideriz. Belediye’deki işinden kovulmasına dair, farklı dönemlerde ilişki yaşadığı üç kadına dair, annesinin ölümüne dair, birikmiş borçlarına dair, yapı market ve temizlik işçiliğiyle geçirdiği aylara dair ayrıntıları bu dakikalarda öğreniriz. Michael duygusal ilişkilerinde, beraber olduğu kadınların isteklerine göre davranmaktadır. Onların yardımına koşarken, maddi manevi çaba sarf ederken kendi ihtiyaçlarını göz ardı eder. Travmasının kaynağı, ortaokul yıllarında yaşadığı cinsel istismardır. Uğradığı bu çok boyutlu korkunç olay özsaygısını zedelemiş, tasarılarını, heveslerini tıpkı bir sel taşkını gibi beraberinde götürmüştür sanki. İçindeki boşluk – cinsel kimliği de dahil- bir şeylere dahil olma duygusunu tatmasını engeller; hissettiği yıkılmışlık, onu kendi tabiriyle “yıkık sınıf”ın üyesine dönüştürür.
Arayış
Bazen iyiden iyiye rahatınızı kaçıran bir hikâye, benzer durumda “siz olsaydınız ne yapabilirdiniz”e kafa yormaya sevk eder insanı. Montaigne’den edindiğimiz telaşsız düşünceye göre, yaşama uygun olmak “bizim en büyük ve en şanlı işimiz”dir(*). Başkalarından ne üstünüzdür ne de aşağılardayızdır. Kısacası başkaları gibi olduğumuzu kabul edebilmek. Bu kabulün içerdiği tevazu, her birimizin insanlığın tüm hallerini taşıdığını gösterir. Dolayısıyla anlarız ki, zaman zaman yaşadığımız talihsizlikler herkesin başına gelebilir. Öyle anlarda sorunları farklı boyutlarıyla idrak edebilme, olasılıkları düşünebilme, davranışlarımızın sonuçlarını öngörebilme gibi yeteneklerimiz, yaşama uğraşında bizi mahsur bırakabilecek sorunlar karşısında çözüm üretebilmemizi sağlar. Hemen hepimizin hayatta edindiği birtakım kötü tecrübeleri vardır. Onlarla yüzleşir, bir şekilde yolumuza devam ederiz. Öte yandan, yıllar boyunca üst üste yıkıcı deneyimlere maruz kalan bireyleri, bunları bir başına aşamıyor diye yargılayabilir miyiz? Bilakis, kendimizi çıkmazda hissettiğimiz dönemlerdeki tıkanmışlık hali, en temel insanlık durumlarından biridir. Böyle zamanlarda başkalarından ilgi ve destek gördüğümüzde teselli edilmenin, moral vermenin, dayanışmanın kısacası sevilmenin değerini daha iyi kavrarız.
Michael, kitabın sonlarına doğru Maria’yla konuşurken yeryüzündeki milyonlarca insandan çok daha iyi koşullara sahip olduğunun söyler. Hayata tutunmak istemektedir. Mesele bunu nasıl yapacağını bilememesidir. Evinden ayrılırken son yolculuğuna adım atmayı dileyerek çıkmıştır. Fakat yapmayı tasarladığı şeyi gün boyu erteler. Birtakım tesadüfi karşılaşmalar da tasarısını ertelesin diye yardımına koşar gibidir. İnsanlarla konuşmayı sever, çoğu zaman tanışıklığı ilerleten soruları soran kendisidir. Son derece açık algıları, trenin önüne atlamaya ramak kaldığı saniyelerde bile perdelenmez ve her seferinde bir ses, bir çağrı, bir soru onu karanlıktan çekip alır. Yazar eserini Michael’in ne zaman ve nasıl intihar edeceği gerilimi üzerine kurmaz. Kurguda ilerledikçe, Michael’ın ölümüne neden olacak değil de onu hayata bağlayacak olaylar zincirinin nasıl gelişeceğini merak eder hale geliriz… Velhasıl kahramanız bir süre sonra kendini akışa bırakır. O trenden bu trene atlayıp dururken orta yaşlı, Pakistan göçmeni bir adamla tanışır. Aralarında her ikisini de memnun eden bir sohbet gelişecektir. Adam kendi istasyonunda inene kadar konuşurlar. Onun yaşamına dair öğrendikleri Michael’ı etkiler. Daha sonra Burnley’de Maria’nın peşine takılır, onun kaldığı otelde oda kiralar, tanışırlar. Aralarındaki diyalog kısa sürede Pakistanlı adamla kurduğundan bile daha güçlü bir dile evrilir.
İlişkilerimizin niteliği önemlidir, tüm hayatımızı etkiler. Michael da bulunmak ister, fark edilmek ister. Duygusal ihtiyaçlarına dair dönüp dolaşıp dile getirdiği itiraflardan anlarız ki birinin, hiçbir karşılık beklemeksizin, kendiliğinden, sadece ona odaklı yönelteceği ilgi ve şefkat yaşamının yönünü değiştirebilecektir. Halden anlayan, dikkatle dinleyen, anladığını açık eden, içtenlikle bakan bir yüz. Olabilecek bu en insani dilek gerçekleşecek midir? Ve dahası, böylesi sahici ilişkileri inşa edebilmek için Michael kendi payına düşenleri yerine getirecek midir?
(*) Montaigne hakkında bu anıştırma için bknz: Nasıl Yaşanır, Bir Soruda Montaigne’in Hayatı, Bakewell, Sarah, Çev: Emre Ülgen Dal, Domingo, Kasım 2013, syf. 199
Hatice Balcı – edebiyathaber.net (30 Kasım 2020)