Sevgili Okur! Uzun zaman oldu sana yazmayalı. Sözlerin Ağırlığı’nı okur okumaz, yazmalıyım dedim. “Bir hikâyeye başlamak, hiçbir şey tasarlamadan –boşluğa atlamak gibi bir şey olsa gerek.”
“Sana yazmak, bir tür kendime yazmaktı.” diyor okuduğum kitap da. “Zamanın Tozu” filmindeki o repliği hatırlıyorum: “Seninle konuşabilmek için sana yazıyorum. Mektuplarımın sana ulaşmayacağını biliyorum.”
Sözlerin Ağırlığı, Lizbon’a Gece Treni ile tanıdığımız Pascal Mercier’in son romanı. SİA Kitap tarafından okurla buluşturuldu. Çevirmeni ise İlknur Özdemir…
Leyland’ın Dil Yolculuğu
Simon Leyland, yakın zamanda ölen amcasının kendisine miras bıraktığı evde biraz zaman geçirmek için uzun yıllardır yaşadığı Trieste’den çıkıp gelmiş bir çevirmendir. Çok dilli bir kenttir Trieste; Svevo, Joyce, Rilke gibi yazar ve şairleri ağırlamıştır zamanında. “Trieste’de bir sessizlik, yine de Londra’da bir sessizlik değildi. Her şeyin ortasındaki sessizlik, yersiz yurtsuz bir sessizlik.”
Oxford’u terk edip, geceleri güvenlikçi benzeri bir görev yapan Leyland, kelimelere tutkundur. Uzun yıllar çevirmenlik yapar. Dil öğrenmek için seyahatlere çıkar. “Bana verilen hayatı nasıl kullandım ben?” diye sorar. Amcası öldüğünde, ona sadece Londra’daki evini bırakmamıştır; “kendi sesini ve sözcüklerini araması”nı da vasiyet etmiştir. Bu arayışta Leyland için “harita”, bir yolculuk planından öte metafor olacaktır.
Sesini bulabilmek için çeviriyi bırakıp bir şeyler yazmaya başlayan Leyland, Sözlerin Ağırlığı’nda kendine yazarak yaklaştığını anlatır. Mercier de, romanının başına Prado’nun 117 yıl önce Lizbon’da yazdığı şu satırları alıntılamıştır: “Yazmak yeni bir insan olmanızı sağlamaz. Ama zihninizi açar, anlamanızı sağlar. Ya da öyle görünür. Ve kullandığınız sözcükler işe yararsa, sanki kendinize uyanmış gibi olursunuz ve yeni bir zaman doğar: Şiirin zamanı.” 484 sayfalık metnin içindeki anahtar kavramlardan biri de zamanı yavaşlatan “şiirsellik” kavramıdır.
Leyland’ın Londra metrosundaki yolculuğuyla açılan romanda hayata, aşka, dostluğa, edebiyata ve bilhassa dile dair çok şey var. “Dil” derken, yalnızca çeviri/ yazma çerçevesinde değil; kudretin, kibrin, beyaz sınıfın dili de sorgulanmış kitapta. En çok da hukuk ve tıp alanındaki dil eleştirilmiş.Roman boyunca pek çok isim karşımıza çıkar. “İlaçların Robin Hood”u Kennet Burke, üzerinde on yıl çalıştığı bin sayfalık roman için notlarını reçetelerin üzerine alan Paolo Michelis, on yıl hapse mahkûm olan Rus göçmeni Andrey Kuzmin…
Livia’ya Mektuplar…
Leyland’ın “Sana yazmak bir tür kendime yazmaktı” dediği kişi Livia’dır. On bir yıl önce kaybettiği hayat arkadaşıdır/ eşidir. “Evlenmelerinden önceki iki yılı bir sarhoşluk içinde yaşadılar, sözcüklerden, varlıklardan ve karşısındakinde hep yeni şeyler keşfetmekten oluşan bir sarhoşluk. Dillerini değiştirince paylaştıkları zamanın ses renginin ve ısısının nasıl değiştiğini fark edip şaşırdılar. Açıklaması zordu ama ellerini saçlarının arasından geçirmek bile farklıydı. Duygular da sözcüklerle birlikte değişiyor gibiydi.”
Bir tek Livia’nın yanındayken sözcüklere asla ihtiyacı olmamıştır. Günlük tutar gibi, mektuplar yazar ona Leyland. “Hâlâ her sabah, senin yokluğunun geçici olması umuduyla açıyorum gözlerimi, belki uzun sürer ama günün birinde biter umuduyla, böylece eski hayatımıza geri dönebiliriz.”
Roman boyunca birçok mektup okuruz; üçüncü şahsın anlatımından “ben” anlatıcıya geçip daha içeriden bakarız. Geride kalan yılların muhasebesi kadar, “yazmak”, “dil”, “adalet” ve “zaman” kavramları hakkında düşüncelerini öğreniriz Simon Leyland’ın (ya da aslen felsefeci olan Mercier’in). “Zaman ansızın içine sözcüklerin yerleştirildiği, birbirlerinin önüne ya da arkasına eklendiği bir dış çerçeve olmaktan çıkmış, durum tam tersine dönmüştü: Zaman, Andrey’in cümlelerinden doğuyordu, onun sözcükleri yaratıyordu ve akıtıyordu zamanı, sanki Andrey, okuduğu sürece zamanın yaratıcısı ve efendisiydi, bu yüzden aslında kaç dakika okuduğu sorusu tuhaf bir soru gibi geliyordu kulağa, bu soru, salondaki herkesin yaşadığı şeye anlayışsız kalındığını ortaya koyuyordu.”
Hikâye Anlatmak…
Sevgili Okur! Kelimelerin peşinde giden, belki de kelimelerin onun peşinde gittiği bir adamın hikâyesi bu. “…bütün o yabancı harfler, sözcükler, sesler ve dizeler –bunlar onun gözünde bütün dünyaya serpiştirilmiş şeyler değil ki, bunlar onun içinde toplanmışlar, gerçek olsalar da onun imgeleminin ürünleri bunlar, ruhunun ve hayalgücünün boşluğunu dolduruyorlar, her yeni sözcükle ve her yeni dille birlikte o boşluk daha da genişliyor.”
Sözlerin Ağırlığı’nda kendine dair çok şey bulacağını düşünüyorum. İzini sürdüğün o kelimeler, okurken en çok da geçmiş güzel günleri hatırlatacaktır. Çünkü bir ölümün eşiğine/kıyısına gelmiş o adamın sorgulamaları sana yabancı gelmeyecektir. Sıkı bir “adalet” tartışması dikkatini çekecektir ayrıca. “Ölmek isteyen bir insana yardım eden cezalandırılmalı mı?” sorusu mesela…
“Leyland bütün bunları yavaş yavaş dura dura anlattı, bazen kendi sözlerini, sanki onları bir başkası söylüyormuş gibi dikkatle dinledi. Ancak anlattıkları sona ererken ne olduğunu anladı: Hayatının, daha önce hiç sözcüklere dökmediği yeni bir bölümünü dile getirmesi şaşırtmıştı onu, ve hikâyesi ancak böyle anlatılınca tam anlamıyla gerçekliğe bürünmüş gibi görünmüştü.”Altı çizilecek, yeniden okunacak ne çok satır var Mercier’in romanında.
Sözlerin Ağırlığı’ndan altını çizdiğim o satırlardan birkaçını daha not düşmek istiyorum. “Hikâyeler anlatıldıkları sözcüklerden başka bir şey değildir. Ve sizin bana okuduklarınız artık benim değil, sizin sözleriniz. Derler ki, bir hikâye çevrilince başka bir dilde yeniden yazılmış olur. Ama sözcükler bambaşkaysa o nasıl aynı hikâye olur?”
Okurların, yazarların, çeviri/dil işleriyle uğraşanların bilhassa, keyif alacağı bir kitap Sözlerin Ağırlığı. Dumanı üstünde; Sevgili Okur, o yüzden belki daha görmemişsindir bile! “Bir an içinden kadına, saçları rüzgârda yüzüne savrulan bu yabancı kadına hikâyesini anlatmak gelmişti.” diyen anlatıcının izinden gittiğinde pişman olmayacağını hissediyorum. “Okunası” bir kitapla karşı karşıyasın, bunu söylemek isterim. Okursan, kitapla ilgili düşüncelerini sen de paylaş, olur mu?
Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (10 Aralık 2020)