Her kitap önümde yepyeni bir dünyaya açılan bir penceredir. Daha önce görmediğim bilmediğim ya da hiç tanımadığım kişilerden, ilişkilerden, düşüncelerden bahseder bana. Çevremizdeki yaşam; her gün acımasız, kaba, aşağılık şeylerle dolu… Nedenini anlamlandıramadığım kötülüklerle dolu dünya. Gerçek ve insancıl olan hikâyelerin anlatıldığı umut veren kitapları belki o yüzden seviyorum. Yaşamın gerçekliliğine kitaplardan bakmak… Bunu herkes başarabilse dünya, ne güzel olurdu. “… Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.” diyen Saik Faik Abasıyanık’ın yazma tutkusu gibi okumazsam deli olacağım bir okuma tutkusu var bende de. Kitapların içlerindeki hikâyelerin verdiği umut ışığı belki bu dünyanın acımasızlığına katlanmamı sağlıyor. Bilmiyorum… (Bu satırları yazarken bir kadının yakılarak öldürüldüğünü görüyorum haberlerde…)
“Konuşmayı öğrenmek, hikâye anlatmayı öğrenmektir” diyor Ursula Le Guin. Hikâyeler varlıklarıyla duymak istediklerimizi bazen de görmek istemediklerimizi hatırlatırlar bize. Benliklerimizi oluşturan hikâyeleri yazarak aktarmak da hafızamızı korumanın yöntemlerinden biridir. (tüm yazarların yaptığı gibi.) “Her şey bir insanı sevmekle başlar…” İnsanın sevgiye olan ihtiyacını başka türlü ifade edilemeyeceğini düşündüren, mutlu, hüzünlü, ezilmiş ama gerçek yaşamların perdesi kitapların yazarlarının yazdığı bu hikâyelerde dünya denen sanat eserinin bir parçası olurlar böylece.
“Bir şeye çarpmaktan çekiniyormuş gibi biraz yan yan sessizce yürürdü. Kırışıklarla kaplı, şişkince, geniş oval yüzünde, kenar mahalle kadınlarının çoğundaki gibi karanlık, üzgün, kaygılı gözler vardı. Derin bir yara izi sağ kaşını biraz yukarı kaldırır, sağ kulağı da öbüründen daha yüksekmiş gibi dururdu. Kaygıyla kulak kabartıyormuş gibi bir hali vardı hep. Gür siyah saçlarında tutam tutam ak saçlar ilk bakışta keskin bir karşıtlık yaratırdı. Tepeden tırnağa tatlılık ve hüzünlü bir tevekkül okunurdu bu kadında…”Kimdi bu kadın? Yaşamı boyunca erkek şiddetiyle yaşamış, boyun eğmiş, mücadele etmeyi bir an aklından geçirmemiş, yaşadığı sıkıntıları Tanrı’nın bir kaderi sayan, hayatını; çırpınsa da içinden çıkamayacağı bir bataklık gören bir kadın bu… Ama onun hayatı bu bataklıktan çıkacak ve bir kahramana dönüşecek. Maksim Gorki’nin kahramanı Pelageya’dan bahsediyorum sizlere. Maksim Gorki’nin romanına genç, duyarlı ve bilinçli bir işçi olan Pavel’i değil de onun yaşlı, eğitimsiz, cahil bırakılmış ve o zamana kadar ümitsiz bir hayat sürmüş olan annesini kahraman olarak seçmesinin nedeni nedir peki?
“İnsan, onurlu bir kelimedir,” diyor Gorki. Ona göre insan çevresini değiştirirken kendisi de değişirse, kaderini halkın kaderiyle birleştirir, onların özgürlük ve mutluluk uğruna mücadelesine katılırsa, dünyaya yeniden gelir ve gerçek anlamıyla insan olur. Aslında bahsettiği kadının yaratıcı gücü değil midir? Çoğu zaman unuttuğumuz görmezden geldiğimiz… Kadın ana rolüyle doğanın karşı konulamaz bir gücünü elinde bulundurur çünkü. Bu nedenledir ki onu değiştirmek toplumu değiştirmektir. Tıpkı Pelageya gibi. Hayatın sürekliliğini sağlayan bu güçteki sevgiyle yaratılan devrim toplumun dönüşümünü sağlamaz mı? Belki de bu yüzden korkulmuştur tarih boyunca kadınlardan kim bilir. Gorki’ye göre devrimcilerin insanları bilinçlendirerek kendi yanlarına çekmek için sadece onların ilgilerini çekmeleri ve onların egolarını kendi sevgileriyle törpülemeleri gerekmektedir. Çünkü her insanın içinde bir adalet duygusu vardır, önemli olan onun insana egemen olmasını sağlamaktır. İşte bu yüzden yarattığı Ana kahramanı ile tüm dünya proleterlerine seslenir.Kadının çocuğu ile öğrenme yolculuğundaki değişimidir aslında anlatılan. Diğer tüm kahraman kadınlar bu sefer Gorki’nin hikâyesinde Pelageya ile birlikte devleşir adeta.
Oğluna bakar Pelageya, kendi yaşantısını bu kadar iyi anlayan, çektiklerini anlatan, bir oğlu olduğu için gurur duyar. Kadınların yaşantısı konusunda Pavel’in bütün söyledikleri gerçektir. Bir o kadar da acı gerçek… Pelageya oğlunu ve arkadaşlarını dinlerken, bilmediği, tanımadığı yeni duygular, acı ve sevinçten oluşan karmaşık şeyler duyar. Kendisinden, yaşantısından bu dille söz edildiğini ilk kez işitmektedir. Yakınmaktan başka bir şey bilmeyen bu kadına yaşamın neden bu denli acılı ve zor olduğunu kimse açıklamamıştır daha önce. Kendiyle yüzleşir artık Pelageya. Hiç düşünmediği acılarının nedenini sorgulamaya başlar. Artık cahil bir kadın yoktur karşımızda. Etrafına sevgiyle bakan onları anlamaya, yaşamı sorgulamaya başlayan bir devrim kadını durur. Yıllardır kocasına boyun eğen bu kadın devrimcilerin de anası olmuştur.“Hiç kimse, hemen yiyebileceği yemeği yarına bile ertelemek istemezdi. Az kişi izleyecekti bu uzak ve sıkıntılı yolu. Bu yolun evrensel kardeşliğin hüküm sürdüğü bir harikalar diyarına çıktığını herkesin gözü göremeyecekti. Ve böyle olduğu içindir ki, bütün bu İyi insanlar, sakallarına ve çoğu zaman yorgunluk akan yüzlerine karşın, çocuk gibi görünüyorlardı gözüne…” Pelageya’nın başını sallayarak: ‘Zavallı yavrucaklarım!’ diye düşünmesi de bu yüzdendir zaten.
Gorki, para ve güç sahiplerinin sadece malları için yaşadıklarını vurgular hikâyesi boyunca. Böyle bir yaşamın bir kısır döngü olduğunu, asla mutluluk getirmeyeceğini ve asıl mutluluğun insanı sevmekle, sevilmekle, paylaşmakla geleceğini söyler bize. “Biz diyoruz ki: İnsanı, zenginleşmek için bir alet olarak gören bir toplum, insanlığa karşıdır, bize düşmandır. Onun ikiyüzlü ve yalancı ahlâkını kabul edemeyiz. İnsanın kişiliğine karşı gösterdiği edepsizlik ve gaddarlık bizi tiksindiriyor. Böyle bir toplum tarafından insanın bedenen ve ruhen köleleştirilmesinin bütün biçimlerine karşı, servet tutkusuyla ezilmesine karşı, savaşmak istiyoruz ve savaşacağız da. Dev makinelerden tutun, çocukların oyuncaklarına dek, her şeyi biz işçiler yaratırız, ama insanlık onurumuzu korumak için mücadele etme hakkından yoksunuz. Herkes, amacına erişmek için bizi alet olarak kullanma ayrıcalığını tanır kendisine. Şimdi biz, zamanla tüm iktidarı halka devredebilmek için gerekli özgürlüğe kavuşmak istiyoruz. Çalışmak, herkes için zorunlu olmalıdır. Görüyorsunuz ki isyancı değiliz biz.” Oğlunun mahkemedeki savunmasını gururla dinler Pelageya. Artık o da inanmaktadır devrime. Devleşmiştir oğluna olan sevgisiyle öğrendiği bu yolda. Büyük bir halk yığınının önündeki haykırmasıyla da bunu gösterir bize. “Oğlumu ve arkadaşlarını niye yargıladılar, biliyor musunuz? Söyleyeceğim ve siz inanacaksınız ak saçlı bir ananın sözlerine: Dün onları mahkûm ettiler, çünkü onlar size, hepinize gerçeği anlatıyorlardı. Çalışmak, yoksulluktan, açlıktan ve hastalıktan başka bir şey kazandırmıyor insanlara. Her şey aleyhimizde… Tüm ömrümüzü sabahın köründen gece yarılarına dek çalışıp didinerek tüketiyoruz, çirkefin aldatmacanın içinde sürünüyoruz, kahroluyoruz, öte yanda ise başkaları çektiğimiz çileler sayesinde çatlayıncaya dek yiyor, içiyor, eğleniyor. Ve bizleri köpekler gibi tasmalı, zincirli tutuyorlar, cehalet içinde bırakıyorlar, korku içinde yaşatıyorlar… Evet, hiç bir şeyden haberimiz yok ve her şeyden korkuyoruz! Bizim yaşamımız bir geceden ibaret, zifir karanlık bir gece!” Bu sözleriyle herkesi uyandırır uykusundan.
Ana; koşullar geldiğinde en sıradan olanın nasıl kahramana dönüştüğünü, hayatın kimin için kısa, kimin için sonsuz olduğunu gösteren tarihsel bir belge tadında bir romandır. Pelageya öykünün sonunda “Gerçeğin ateşi kan deryalarında bile söndürülemez…” diye seslenirken yaktıkları devrimin ateşinin sönmeyeceğini bilir. Bir gün dünyada devrim olacaksa bunu analar sevgiyle yapacaktır çünkü. Ölürken “Zavallılar…” diye bağırması da bu yüzden değil midir? Zavallılar bilmezler ki tüm hikâyelerdeki analar unutulmayacak. Belleklerimizi tazeleyerek(Gorki’nin yaptığı gibi) yeni umutları yeşertecek kadınlar her şeye rağmen. (Tabii erkekler tarafından öldürülmezseler…)
Yol ver artık dünya, senin devrimini kadınlar yapacak daha anlamadın mı?
Kaynak: Maksim Gorki, Ana, Can Yayınları
Havanur Taflan – edebiyathaber.net (31 Aralık 2020)