Salı. Saat 08.00. Yine Evka-3 İstasyonu. Metrodayım, sondan ikinci vagon. Ayaktayım. Vagon püfür püfür, serin mi serin. Ohhh! Nasıl kendime getirdi beni, anlatamam.
Karşımda uyuyan güzel bir delikanlı. Görüntüsü tur bindirdiği. Sol kolunu camdan desteklemiş ve başı emin elde, kulaklıktan gelen hafif müzik sesi, ninni makamında: Dandini dandini dastana/danalar girmiş bostana/kov bostancı danayı/yemesin lahanayı. Uyanıyor, tam da rüyanın en güzel yerindeydim yüz ifadesi, ardından panik hâli. Ağzının kenarını siliyor ve çaktırmadan hızla kapıya doğru ayaklanıyor. Baraj sorusunu geçtim: Tur bindirdiği kesin.
Uyanan güzel delikanlı, ikinci istasyonda vagonu terk ediyor.
Bu beşinci yılım. Bankadaki değil metrodaki. İlk ve son vagonların müdavimleri vardır. Bütün sıradanlığına rağmen sormadan edemiyorum. Her gün. Bu insanlar nereye gider? Gitmeseler ne olur ki. Bir Allah’ın günü de sabah keyfini hayal etmezler mi? Bir yandan beyin jimnastiği yaparken öte yandan yere bakıyorum, tavana bakıyorum, camdan dışarı bakıyorum. Bakmak bedava. Görmek zekâ işi!
Her zamanki yerinde, Evrensel okuyor, arada bir rahatsız bakışlarla vagonun kendine göre çapraz köşesinde ayaktaki genç adama bakıyor; kızgın! Bol pantolonlu, takkeli, sakallı ve bıyıklarının üstü alınmış, dudak hareketlerinden anlaşıldığı üzere kulaklığından Kur’an dinleyen genç adam, bir an hareketlenerek yüzünü vagonun tavanına paralel konumlandırdı, cebinden çıkardığı minik şişeden bir-iki damla sol gözüne damlattı. Onun karşısında üniversite öğrencisi oldukları her hâllerinden belli iki genç başka bir gezegende öpüşüp koklaşmaktalar. Tam karşımda Şimdiki Çocuklar Harika’nın liseli kızlar versiyonu gösterimde: Önce poğaça ve kakaolu süt ile kahvaltı, sonra eller kremlendi daha sonra sosyal medya çalışmaları… Cama bakıyorum; dışarıda sağanak yağış var, uzaklara yıldırım düştü, yakınlarda belediye otoparkının duvarında ışıklı reklam panosu rengârenk bir yazıyla akıyor: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Anlamsız bir şeyler geveliyorum, gözlerimi kaçırarak… Tren hızla tünele akıyor, hayatın içine, içine… Bir eliyle sakallarıyla oynaşmakta diğer eliyle dörde katlanmış gazetenin köşe yazarına yoğunlaşmış din kardeşim, vagon direğine yaslanmış; bir yandan gazetesini okurken bir yandan da arada bir gözlüklerinin üzerinden göz ucuyla ortalığı kolaçan ile yumruğunu sıktı, belli ki eski defterlerden bakiye bir hesap aklına geldi. Aklına gelen yalan din kardeşim!
Bu arada… Tek sessiz harf değişikliği ile ayrı uçlara savrulan sözcükleri bulup çıkarmak oyunu oynuyorum. Oynamakta ne, bayılırım bu oyuna: İbre-ibne, dost-post, ezik-erik, kaşıntı-kalıntı, eser-eter, kelek-melek… Anlam kaymalarından bir keyif alırım ki! Şu at hırsızı kılıklı adam uyuz etti beni. Önüne bak, gelmeyeyim oraya, der gibi bakıyor. Ya yanındakine ne demeli. Hayalet portre! Eskitme ile harcıâlem arası. Antikacıya gelmez. Allah topunuzun belasını versin, der gibi ağzı mıdır mıdır… Elindeki kitabın ne olduğunu öğrenemediğim hanımefendi beni merakımdan çatlatmak bahtiyarlığıyla sayfaları sindire sindire ilerliyor. Ne kendini beğenmiş bir yüz öyle. Yan çaprazımdaki amca bey, Anadolu kasabalarındaki belediye hoparlörü gibi anons yapıyor telefon görüşmesinden ziyade, yüzü pozisyon zengini… Nasıl olsa vagonda kimsecikler yok, bir rahat ki bu kadar olur. Karşımdaki başörtülü hanımın afacan, annesinin cep telefonun içine taşınmış konumda. Annesi pek bi’rahat. Yüzünden okunuyor.
Çapraz ileride, şu ayaktaki, metroda Kur’an okumayı söken eski müdavim değil mi? Uzun zamandır görünmüyordu. Geçen kış, ikimizin de bir gün devamsızlığı olmamıştır. İyi hatırlıyorum. Kış boyunca her sabah yan yana oturduk; parmak takibi harf ezberlemekle başladı, hatimi yarıladı, benim içinde namaz surelerini iyi bir tekrar dönemi oldu. Baharla birlikte neden acaba terki vagon etti beyefendi diye aklımdan geçirirken yanımdaki orta yaş üzeri teyzemiz, karşısında oturan genç kıza patlayıverdi: “Ne çekiştirip duruyorsun be kızım! Madem kısacık eteği giymişsin bırak gören görsün, bırak bacakların hava alsın…” Genç kız, sus pus. “Ben zaten bir sonraki istasyonda ineceğim, buyurun siz oturun.” Zorunlu bir yer verme töreni. Eski müdavim oturuverdi hemen. Sonrası karşılıklı göz selamı…
Yeniden teyzem devrede. Dakika:1 Gol:2. Bu defa benim karşımda oturan delikanlı nasipleniyor. Biraz daha sinirli: “Oğlum ayaklarını toplar mısın?”
Cevap iadeli taahhütlü: “Bacaklarım uzun teyze!”
“Üstüme çıksaydın bari!”
Hızını alamayan teyzem, nar gibi çatladı ve vagona dağıldı: “Bizim zamanımızda böyle miydi? Şimdiki gençlerde ne saygı ne terbiye. Büyüklerini saymak şöyle dursun, dilleri bir sonraki durağa kendilerinden önce gidiyor maşallah. Ukalalık diz boyu. Bizim zamanımızda bizler, büyüklerin yanında ayakları uzatmak bir yana konuşamazdık. Büyüklerimize saygıda kusur etmediğimiz gibi sözlerini de ikiletmezdik. Ne günlere kaldık Yarabbim!”
Karşısındaki eski müdavim kafasıyla tasdikledi. Söze ne hacet makamından.
“Pardon teyze.”
“Terbiyesiz!”
“Özür diledim yahu teyze, uzatma artık!”
“Balta girmemiş orman.”
“Git başımdan be kadın!” Delikanlı yerinden kalkıp ön kapıya doğru yürüdü. Muhabbet kemiklendi. Vagon ihalardan bitap. Bu hengamede zebella gibi genç emret komutanım neden desin ki?
Zımpara sonrası teyzem maydanoz hâllerine devamda kararlı. Artık susmak yok! Teyzem akıl gülü, köşe minderi. Ama asitli. Ağır endam fıstıki makam, ağız tamburası çalmaya devam. Dilinden dökülen biber şerbeti.
“Bunlar hep böyle dil pabuç, efendim.”
Karşı komşusundan yine tık yok. Bu defa göz tasdiki.
“Eskiden böyle miydi? Bize söz düşmez güngörmüş beyler taşı gediğine koyardı.”
Yine topa giren yok ama hızını kesen de: “Kıyamet alameti bunlar hep.”
Eski müdavim belli ki sıkıldı, ayaklandı, teyzem de.
Gelecek İstasyon Üçyol
Eski müdavim, teyzeme yol verdi ve teyzem indi. Kapılar kapandı. Ve geri gelip aynı koltuğa yeniden oturdu. Tedirginliği devam ediyor ve fark ediliyor, teki kaybolmuş küpe gibi… Yeni istasyon yeni macera… Eskiden eğlence televizyondaydı şimdi metroda… Boş boş -bir sonraki istasyonu bildiren- kayan yazıya bakarken, üç çift gözün aynı noktada çakışması dikkatimi çekiyor. Kayan yazının altında bana sırtı dönük hanımefendinin sol bacağının arka diz bükümünden kalçasına doğru büyük bir fil dövmesi vagondaki üç erkeğin görev alanı. Gözler fal taşı ötesi, kırpmaksızın mesaideler. Birinci, sanki 007 James Bond tetikte, ikinci “bi’boktan anlamaz ama helaya gardiyan yazılır” nev’inden, üçüncü tam bir denizaltı, sessiz ve derinden yol almakta. İçimden bu nasıl dövme aşkıdır yahu diyorum. Bir fantezi, bir etiket, bir varoluş ifadesi… Dövmeli hanımefendi sol eliyle tavandaki direğe tutunuyor ve Fil ortaya çıkıyor. Dünya dönmeyi bıraktı, görev üç çift gözde. Dövmeli hanımefendi, olan bitenden habersiz kendi dünyasında. Oysa dünya durdu… Adaylar kayıtta. Battım Çıktım Tertemiz. BÇT miydi yoksa STD mi? Adaylar, bin bir surat. Dudak bükme, bıçak elde kesme, kurdeşen dökme destekli bakışlar, çanta üzeri parmak egzersizleri, saniyede bir saate bakmalar… Denizaltı yıktı beni. O ne esnemedir? Bademcik muayenesi tamam, bir-iki de fotoğraf alsaydık, instagramda paylaşırdık.
Boş ver dostum, mutlu ol! Hep “en son model”i al tüket kısır döngüsünden kurtulman için şans kapın açıldı. Atla şu Fil’in üzerine ver elini Afrika… Mutlu olmaman için sebep yok… Unutma tek yapman gereken şu Fil’in üzerine atlayıp eyvallah diyebilmek. Gerisi çorap söküğü… Mutluluk yanı başında, cillop gibi! Tek konfor alanın ömründür, onu da teknolojiye rehin verme, sırrı çöz Fil’le birlikte kaybol, mutluluğa kaydol… Kısmet!
Karar verdim, yarın işe gitmeyeceğim. Gece kalkıp televizyon da seyretmeyeceğim. Site görevlisiyle muhatap olmayacağım ama kahvaltıyı ihmal etmeyeceğim. Ya çöpler mutfağı kokutursa? Şekerim mi düşüyor? Tek bir kitaba dahi el sürmeyeceğim. Çişimi arka balkonun tıkalı giderine yapacağım. Maçı kim kazanır acaba? Ya elektrikler kesilirse? En iyisi plan yapmamak. Sonra terslik olunca strese giriyorum. İki gün baş ağrısı ile gelin-güveyi olmak istemiyorum… Nerede kalmıştık? Nereye gidiyordum ben? Bu yaşıma kadar insanlığa hiçbir katkım olmadı. İçimi kemiren sıkıntının sebebi bu olabilir mi? Ben bugüne kadar ne sadaka verdim ne de birine iyilik ettim. Hep kendi bencil dünyamda tek başına oldum -yaşadım değil- kesinlikle yaşadım değil. Kader!
Rüzgâr gibi geçti, önümden. Vagonda bir Fare. Metroda buluşmak nasipmiş. Sizi tekrar görmek ne güzel…
Fil nerede Fil!
edebiyathaber.net (12 Ocak 2021)