“Yunanistan’da Rus Ortodoks rahiplerinin bin yıldır yaşadıkları Aynoroz’daki Athos Dağı, dünyada kadınlara yasaklı olan en geniş alan.335 kilometrekarelik bir yarımadayı kaplayan dağa dişi hayvanların bile girişi yasak.”(1) Bu kuralın dâhil edilmediği tek hayvan kediler. Sebebi ne olursa olsun kediler bir şekilde kendine yer buluyor ve ilgiyi üzerinde tutmayı başarıyor. En şöhretli hayvanlardan biri olarak edebiyatta da yerini almıştır kediler. “16. yüzyıl divan şairi Me’âlî’nin çok sevdiği kedisinin ölmesi üzerine mizahi bir üslupla kaleme aldığı Mersiye-yi Gurbe’sinden(2) alınan aşağıdaki dizelere baktığımızda kedilerin ne derece başına buyruk yaratıklar olduğunu ve bu şöhreti hak ettiklerini anlayabiliyoruz.
“Kurtarurdı yılan ağzına düşen kurbağayı
Yuvalardı sıçan oynar gibi kaplumbağayı
Taşağı kılına saymaz idi diz-dâr ağayı
N’idelüm âh pisi n’eyleyelüm vâh pisi”
(Yılanın ağzına düşen kurbağayı kurtarırdı/ Fareyle oynar gibi kaplumbağayı yuvarlardı/ Dizdar ağayı taşağı kılına saymazdı/ N’edelim ah kedi neyleyelim vah kedi)
Me’âlî’nin bu mersiyesi sonraları Namık Kemal’e ilham olmuş ve önemli kararları Rusya sefiri General İgnatiyef’e danışarak aldığı için “Nedimof” lakabıyla anılan Mahmûd Nedîm Paşa’yı hicvettiği Hırrenâme’si dönemin mizah dergisi Diyojen’de yayınlamıştır.
Nahit Sırrı Örik, “Kaybettiğim Kediye Dair” adlı öyküsünde öykünün kahramanı kediden şöyle bahseder:
“Sanki bir dükkân kapısına konmuş hasır parçasının üstüne büzülmeden önce kediler padişahının sarayında ipek örtülü tepsiler içinde dünyaya gelmişti de, sonra eşkıya tarafından kaçırılmış bir şehzade idi ve incecik damarlarında kedi cinsinin en asil kanı akıyordu. Bu sebeple, ismini değiştirmemekle beraber, artık kendisine sadece (Buldum) demeği münasip görmedik. Erkek olduğu için bu isme bir bey sıfatı ilâve ederek (Buldum Bey) diye hitap etmeğe başladık.”
Nahit Sırrı Örik’in kedisi Buldum Bey’den Bulgakov’un Usta ile Margarita’sında kendisine “gel pisi pisi” değil de “beyefendi” olarak hitap edilince bunu takdir eden bir kedi olan Behemot’a kadar pek çok kurgu karakter olarak karşımıza kediler çıkıyor.
Fatih Alper Taşbaş’ın “Heybeliada’dan Burgazada’ya Kedi Adımlarıyla” başlıklı makalesinde belirttiği gibi:
“İnsanların kedileri olmaz. Kedilerin insanları ve mekânları olur.’’ deyip konusunu gerçek bir hikâyeden alan kitabımızın kedisi Pepe’nin insanlarına ve mekânına tevessül edelim.
Evin çocuğu Tato’nun kemendinden çatıya kaçarak kurtulan Pepe orada daha evvel duymadığı bir kokunun farkına varıyor. Kokunun sahibi çilek ve limon kokulu çocuktur. Bu çocuk baktığı yerden gözünü hiç ayırmayan, bazen heykel gibi bazen de durgun su birikintisi gibi hareketsiz duran, yüzü küçük bir çocuğun yüzüne benzeyen büyük bir çocuktur.
Pepe kitabın sonunda gerçek adını öğrendiği çocuğa “Hayır” adını veriyor. Bu adı vermesini bir şehir efsanesi olarak gördüğüm, kanguruya ad verilme şekline benzer buldum ve bu oyunu sevdim. Ayrıca çocuğun farklılığını düşündüğümüzde “Hayır “ isabetli bir isim olmuş.
Kokusuyla, farklılığıyla ilgisini çeken Hayır’ın penceresinin sürgüyle kilitli olduğunu gören Pepe, onun bu evde tutsak olduğunu düşünüyor çünkü yaşadıkları binadaki çocuklar dışarıda arkadaşlarıyla oynuyor. Dışarıya çıkamayan sadece Hayır var. Kitabın kırılma noktası burada başlıyor. Pepe ile birlikte okur da bu özel çocuğun dünyasını yakından tanımak için dayanılmaz bir istek duyuyor.
“Çünkü bütün varlıkların bazen Özgür olmaya, güneşe ve kendine benzeyenlerle konuşmaya, dışarıdaki dünyayı görmeye ihtiyacı var. Yoksa delirirler ya da yavaş yavaş ölürler.” (s.35)
Pepe uzun zaman Hayır’ın neden eve kapatıldığını bulmaya ve sonra ona arkadaşlık edecek çocuklar ayarlamaya çalışıyor. Bu macerası mutlu sona ermiş midir sorusunu okurun keşfetmesini bekleyerek kedinin dişi bir kedi seçilmesinin kitabın konusuna çok uygun olduğunu yazarın bu konuda çok doğru bir tercih yaptığını belirtmeden edemeyeceğim. Araştırmalara göre duygudaşlık hususunda kız çocukları erkek çocuklara göre daha başarılı. Herhalde Hayır’ı anlamaya çalışan, dişi bir kediden başkası olamazdı. Söz cinsiyete gelmişken Pepe akşam yemeğini yemek istemeyip Hayır’ı merak ettiği için çatıya çıkmak isteyince evin erkek çocuğu Tato “Ama o bir kız. “ diyor.(s. 54) Burada yazarın babaya ve kediye söylettiklerinde toplumun cinsiyetçi tutumuna karşı şık bir duruş sergilenmiş.
Pepe’ye Hayır’a yardım etmek için destek olan Nerone’nin yanındaki güvercinlerden biri Pepe’yi erkek zannederek, merhaba Kedi Bey, diyor. Pepe erkek olmadığını söyleyince:
“Affedersiniz Kedi Hanım… Bilmiyordum… Buradan erkek gibi görünüyorsunuz da…
“Çok güçlü bir kediye benziyorsunuz… Yani sonuçta bir kız… Bir kız kedi bu kadar güçlü olamaz…” (s.138) diye belirtiyor. Yazarın İtalya’da yaşadığını düşündüğümüzde sadece doğu toplumlarında değil Batı’da da kadınına bakışın hala olması gerektiği gibi olmadığını görüyoruz. Yazarın böyle güçlü ve becerikli bir dişi kedi tipi çizmesi toplumun aydınlarında görmeyi arzuladığımız tavırlar.
Ailenin işlenişi yönünden hayli nahif ve tebessüm ettiren detayların yer aldığı kitapta Hayır’ın annesi (Pepe’nin deyişiyle) Betti-Penni’nin yalnız bir kadın olarak ele alınması, evde baba figürünün olmayışı otizmli çocuğa sahip olan çiftlerle ilgili pek çok soruyu akıllara getiriyor, metin genişleyip zihinlerde imler bırakıyor.
Yazar, kitabın muhtelif kısımlarında kimi zaman Pepenin ağzından kimi zaman da karakterlere yaptırdığı davranışlarla sistem eleştirisi yapmış. Mesela Güvercin Nerone’nin söylediklerini aynen tekrar eden bir tayfası var. Bunların açıkça dile getirilmemiş olması, üstü kapalı verilmesi metnin didaktizme düşmemesini sağlamış. Ayrıca böylesi hassas bir temayı işlerken özellikle kedi gözünden aktarılan detaylar okura tebessüm ettirerek metnin ritmine hizmet etmiş.
Hayır’ın sürekli çizdiği şapkalı ay resimlerinden sonra pati çizmeye başlamasından dolayı annenin bunu sorgulamadığını görüyoruz. Yazar bunun üstüne giderek çatışmayı kuvvetlendirme fırsatı yakalayabilirdi.
Kitapta yer alan hayvanlar farklı türlerden olsalar da Babil Kulesi’ni inşa etmediklerinden mi bilinmez birbirleriyle rahatça konuşup anlaşabiliyorlar. Hayır’ın yalnızlığına çare bulmak için Nerone adlı güvercinin kuşların dilini bilen Senegalli göçmen Ahibu’dan yardım istiyor. Ahibu’nun mahallenin sevilen bir şahsiyeti olarak işlenmesi yarınlarımızın gerçek sahibi çocuklarımız ve insanlık adına umut var dediğim, küçük okurlarda eşitlikçi yaklaşımı ve mücadele azmini palazlandıracak detaylar olarak öne çıkıyor.
Hepimiz göğe bakmaktan mutluluk duyarız, çok sevindiğimizde ayaklarımız yere değmez, başımız göğe erer; sesimiz arşa yükselsin isteriz. Ya hep oralara yakın bir yerdeyseniz… Dünyaya uzak, göğe yakın. Hayır’ın içinde bulunduğu durumu düşündüğümde böyle hissettim. Gabriele Clima soyut dünyanın gerçekliğini somut dünyaya çeviren bir imbat estiriyor. “Sanki gökyüzünden öteye, başka bir galaksiye bakıyordu.” “Gözleri sonsuzlukta kaybolmuştu.” (s.33) “Bana kalırsa fazla iyi görüyorlar. Belki de Hayır bu yüzden hiçbir yere doğrudan bakamıyordur.” (s.45) Hayır gibi pek çok otistik çocuğun iletişim kurmakta nasıl zorlandıklarını bu kadar zarif ifadelerle vermesinin ardından; müzik, arkadaş ve resim Hayır’ın dünyasını yelkenleri kabaran bir yelkenliye dönüştürüyor. İşte bu yelkenli, yazarın yarattığı esintiyle hem okuru hem de Pepe, Nerone ve Hayır’ı tebessüm dolu bir yolculuğa çıkarıyor.
(1) https://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/05/160527_kadinsiz_ada2 , erişim tarihi 11.01.2021
(2) MEÂ’LÎ’DEN NÂMIK KEMÂL’E KEDİ MERSİYESİ, Dr. Özlem Şahin, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi (Yaz 2017) 12/1:217-238
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/803248 , erişim tarihi 10.01.2021
Ayşe Yazar – edebiyathaber.net (15 Ocak 2021)