Söyleşi: Mehmet Özçataloğlu
Çocuk edebiyatında dikkatleri son dönemde üzerine çeken ve 2018 yılı Gülten Dayıoğlu İlkgençlik Romanı Ödülü’nün de sahibi olan Dilge Güney’le söyleştik.
“Annemin Çocukluğu Nerede?” dizinin ilk kitabı. Tamamıyla kırmızıya bürünmüş bir kitaptı. Dizinin yeni kitabı da “Nöbetçi Oyun Arkadaşı.” Bu kitabı da mavi olarak tanımlayabiliriz. Mavi olmasının kurguyla ilgisi var ama yine de sormak isterim, neden iki renkli bu kitaplar?
Annemin Çocukluğu Nerede? kitaplaşmadan önce çizeri Berna Erözkan Akan ile Bologna Çocuk Kitapları fuarında, iki renkli çok hoş tasarımlar görmüştük. Sanırım fikir aklımıza böyle düştü. Sonrasında Berna kırmızı ve siyahın hakim olduğu örneklerle geldi ve biz maceracı, tuttuğunu koparan Ze karakterine kırmızıyı çok yakıştırdık. Nöbetçi Oyun Arkadaşı’nın ortaya çıkışı ise doğrudan mavi rengin beni içine çekmesiyle ilgili. Hikaye kendi rengiyle birlikte geldi yani. Mavinin kurguda baskın olmasının yanısıra, Ze’yle İdil’in oyun arkadaşına duyduğu özlem ve farklı karakterler olmalarına rağmen sorunlarıyla baş etme konusunda sergiledikleri güçlü tavırlar da benzeşince aynı tarzı kullanarak bir seri yapalım diye düşündük. Aklımda Ze’ye ve İdil’e benzeyen başka kız çocukları da var ama serinin sonraki tasarımları belki de farklı olur, tasarım hikayelerin seyrine ve ihtiyacına göre değişebilir.
Çocukların yalnızlığını okuyunca bugünün çocuklarını düşündüm. Sanırım konu edindikleriniz onlar. Özgeçmişinizde doğum tarihiniz yazdığı için rahatça sorabilirim. Bizim çocukluğumuzda yalnızlık nedir bilmezdik. Peki, nedir size bu kitabı yazdıran?
Evet, bu yıl kırkıncı yaşımı kutladım; farklı bir çocukluk evrenine amitmişim gibi görünüyor. Ama benim çocukluğum, bugünün çocuklarınınkine çok benziyor. İşlek bir caddenin üzerinde otururduk ve yaz tatilleri dışında sokakta oynadığım günler sayılıdır. Çoğunlukla evde kendi kendime oynar, kitap okur, hikayeler yazardım. Yazma alışkanlığım biraz da sıkılarak geçirdiğim o günlerden kalma. Fakat hatırladığım kadarıyla akran zorbalığı deneyimim yok. Kurgunun o kısmını, uzun süre çocuklararası ilişkileri izleyerek ve ebeveynleri dinleyerek oluşturdum. Çocuklara yönelik içerik üreten insanların onlarla vakit geçirmesi gerektiğine, bu mümkün değilse davranışlarını gözlemleyebilecekleri fırsatlar yaratmaları gerektiğine inanıyorum. Bu anlamda anne olmam benim için bir avantaj; ama çocuk edebiyatı ile uğraşmak için şart da değil elbette. Ben özellikle kumsalda oynayan çocukları izlemeyi çok severim. Sıklıkla gördüğüm şudur; yalnız oynayan bir çocuk, etrafında varsa, arkadaş grubu halinde oynayan başka çocuklara yakın durmaya çabalar ama aralarına katılmaya cesaret edemez. Diğerleri zaten kendini oyuna kaptırmış olur ve onu fark etmezler bile. Aslında cesaret bulup gidebilse, nadiren yapan da oluyor, çocuklar geleni geri çevirmiyor. Fakat sokak oyunu kültürüne yabancı, özellikle salgın döneminde zorunlu hale geldiği üzere ancak sanal ortamlar üzerinden ilişki kurabilen yeni nesil çocuklar, yüzyüze arkadaşlıklar kurmak için adım atmakta çekingenlik gösterebiliyor.
İdil’den söz edelim biraz. Hayal dünyası oldukça geniş bir çocuk sanki. Buna rağmen de mutsuz. Neler söylemek istersiniz?
Yalnızlığın belirli açılardan yaratıcılığı geliştirebileceğine inanıyorum. Çünkü yalnızlık bireyi kendisine ait bir dünya yaratmaya iter. Ze’nin oyuncak arkadaşı Zürafa Hanım’la kurduğu ilişkide olduğu gibi hayali çay partileri yapar, düşlerinizde karnavallara gider, labirentlerde kaybolursunuz. Ya da İdil gibi dedektifçilik oyunları uydurursunuz. Çocuk düş gücünü bir baş etme yöntemi olarak kullanıyor. Fakat sonuçta insan sosyal bir varlık; aile ve okul da çocukların bu anlamda kazanımlarının oluşmaya başladığı kurumlar. İdil her iki alanda da ihtiyacı olan tatmini sağlayamadığından, nöbetçi oyun arkadaşı projesini üretene kadar, doğal olarak mutsuz oluyor. İdil’in anlatımıyla, yalnızlık pastanın size tek dilim kalmadan bitmesi gibi, bir tür tamamlanmamışlık hali ama tuhaf bir biçimde avantajları da var.
Kitabı okuyanlar/ okuyacak olanlar mavi yüzlülerin sırrını çözmek için çeviriyorlar/ çevirecekler sayfaları. Sonunda da net bir açıklama görünmüyor. Nedir mavinin sırrı?
Bana göre çocukluk evreninde renkler net sınırlarla çizilmez. Gökkuşağı gibi… Ama biz onları kalıplara sokup renkleri birbirinden ayırmaya iten bir sistemle güya eğitiyoruz. Masmavi görünür deniz, ama avucuna aldığında bir de bakarsın mavi uçup gitmiş. Gökyüzü, güneş hızlıca rengini, tonunu değiştirebilir. Ağaçlar mevsimine göre yeşilden, sarıya, kırmızıya, pembeye dönebilir. İdil’in düş evreninde insanlar da renk değiştirebiliyor. O, bunu özel yeteneği olarak görüyor ve duruma göre bu imge fantastik bir unsur gibi de algılanabilir. Aslında sadece yalnızlık çeken insanları kolayca tanıyabiliyor, o bulutlu yüz ifadesinden belki de. Çocukluğumda, büyüklerin ellerini göğe açıp dua ettiklerini gördüğüm için mi yoksa arkaik bilincimin Gök Tanrı göndermesi mi bilmem, tanrının gökyüzünün kendisi olduğunu düşünürdüm. Pencereden bakar, onunla sohbet ederdim. Orada tekbaşına sıkıldığını düşünüyordum galiba. Kişi kendinden bilir işi. Büyüdüğümde de bu fikir peşimi bırakmamış olacak, bir gün Bostanlı’da sahilde yürürken İdil’in sesini duydum, pat diye kafamın içinde konuşmaya başladı. Öğle saatleriydi, göğün en parlak olduğu zaman. Yalnız başına oturan genç bir kadın gördüm. Gökyüzü üstüne vurmuştu sanki hafifçe mavileşmişti. Sonra yalnız oturan bir başkası ve bir başkası daha. O kadar fazla yalnız insan vardı ki… Üstelik hepsi de maviydi. Meg Rosoff, Her İhtimale Karşı adlı romanında hayalle gerçek arasındaki ince çizginin titrediğinden söz eder. Benim yalnızlık çeken insanların mavi görünmesiyle ilgili olarak hissettiğim de tam olarak bu.
Zaman değiştikçe yaşam da değişiyor. Bunlarla birlikte kullandığımız kavramlar da. Akran zorbalığı bunlardan biri örneğin. Bizim de arkadaşlık ilişkilerimizde sürtüşmeler olurdu fakat bu kavramlar hiç kullanılmazdı. Gerçekten böyle mı acaba? İlişkiler benzer, kavramlar mı değişti, yoksa ilişkiler de mı başkalaştı?
Bence çocukluk kültürü değişiyor. Sizin de vurguladığınız gibi, bizim çocukluğumuz belli açılardan farklıydı. O zaman da şimdi bizim “akran zorbalığı” dediğimiz davranışlar görülüyordu mutlaka ama bu kadar sık gündeme geldiğini sanmıyorum. Farklı olan tarafı, bizim çocukluğumuzda ilişkiler sokak oyunları üzerinden, ebeveyn müdahalesi olmaksızın kendi doğallığı içinde kuruluyordu. Şimdi özellikle erken çocukluk sonrasında medya araçlarının ve tüketim kültürünün olumsuz bir yansıması olduğunu düşünüyorum. İlişkiler sahip olunan oyuncaklar ve bilgisayar oyunları üzerinden kuruluyor; özellikle de medya, davranış biçimlerini ciddi anlamda olumsuz etkiliyor. Lüks yaşamlara ve üretmeye değil tüketmeye özendiren içerikler, yemekleri kötü bulduğu için pişirene kaba davranmayı hak görenler ve bunun üzerinden izlenme oranlarını artırabilenler, şiddetin binbir çeşidini meşrulaştıran diziler (bu örnekler uzar gider) derken elbette yetişkin davranışlarını taklit eden çocuk da benzer davranışlar sergiliyor ve bu da ilişkilere yansıyor.
Mavi ışığı takip ederek peşinize düşecek olursak, masada başka dosyalar var mı, okurlarınıza müjde niyetine duyuralım.
Mavi Yıldız’ı da düşününce son yıllarda mavi bende takıntı haline geldi galiba. Mavi renkle oynamaya küçük bir ara verip 2021’in ilk aylarında çocukları, Ze ve İdil’in ardından Duru ile tanıştırmayı umuyorum. Saatim Tik Ka Tik Ka, Nöbetçi Oyun Arkadaşım ile aynı seriden değil ama yine bir kız çocuğunun gözlemlerini aktardığı, yetişkin dünyasını eleştiren bir kitap olacak. Bu yaklaşımı çocukların sevdiğini, kitapla bağ kurmalarını sağladığını deneyimleyince devam etmek istedim. Çocuklarla birlikte yetişkinlere parmak sallıyoruz ve bu benim de hoşuma gidiyor. Eleştirilecek o kadar çok yanımız var ki, bu hikayelerin sonu gelmez. Onun dışında üstünde çalıştığım interaktif kurgular ve ayrıca bilim kurgu romanları var. Eskiden daima fantastik kurgular yapacağımı zannederdim ama son iki yılda bakış açım değişti. Bundan sonra Mavi Yıldız’da olduğu gibi sırtını gerçekliğe yaslayan, John Wyndham’ın tabiriyle “mantıklı bilim kurgu” yazacağımı sanıyorum. Bilemiyorum belki de 2021’de bu düşüncem de değişir; yeni türler ve yöntemler denemeyi seviyorum.
edebiyathaber.net (18 Ocak 2021)