İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
Yenicami, Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor.
İlhan Berk
Okuruna yeni şeyler öğreten romanları seviyorum. Dan Brown’ın kitaplarını bayıla bayıla okumamızda yazarın bilgi birikimine hayranlığımızın payı yok mu? Bence kesinlikle var.
Kayahan Demir’in yeni romanı İstanbul Portresi ile ilgili yazımın açılışını Dan Brown’ı anarak yapmam, kitabı henüz okumamış kişilere abartılı gelebilir. Romanı okuduktan sonra neden böyle bir seçim yaptığımı açık bir şekilde anlayacaksınız. Kayahan Demir’in İstanbul Portresi’ne eşlik ederken, İstanbul’u onun gözüyle geziyor, yaşıyor ve şehre onun kaleminin gölgesiyle bakıyoruz. Bununla birlikte, dünyanın gözbebeği olabilecek hazinelere sahip bir şehrin ve bu şehre emek verenlerin nasıl da görünmez olduğunu bir kere daha fark ediyoruz.
İstanbul Portresi, yazarın yayımlanan üçüncü kitabı. Gerek konusu gerekse kurgusu ile her yaştan okurun dikkatini çekeceğini düşündüğüm bu kitap, Genç Timaş etiketiyle, Merve Okçu’nun editörlüğünde hazırlanmış. Roman, sanal alemde işlenen bir cinayet ile başlıyor. VR gözlükler ile sanal dünyaya dahil olduğumuzda şahit olduğumuz bir cinayet için adalet aramak mümkün mü? Kaplumbağa Terbiyecisi’ni katil mi sayılacak kurban mı? Pera Müzesi ile Çinili Köşk’ün tarihinin bu cinayetler ile ne ilgisi var? Roman boyunca, şifre bilimci Milas Ulukan ve Şifreli Dosyalar ekibinin peşi sıra hem İstanbul’u dolaştığımız hem İstanbul’un sanat tarihi ile ilgili bilgiler öğrendiğimiz, temposu yüksek bir serüvenin içinde buluyoruz kendimizi.
İstanbul Portresi’nde, önünden geçtiğiniz, belki kütüphanesinden ve çalışma alanından faydalandığınız Salt Galata’nın bulunduğu binanın mimarisi ile ilgili çok ilginç şeyler öğrenebilirsiniz. Aynı zamanda, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin kuruluş hikâyesi ve Osman Hamdi Bey’in kültür-sanat alanında ne kadar önemli biri olduğunu ile ilgili çok bilinmeyen birçok detay da okuru bekliyor. Osman Hamdi ile Vincent van Gogh’un neden cinayet mahalinde buluştuğunu öğrenmek için romanın son sayfalarına kadar heyecanla okumayı sürdürmeniz gerekiyor.
Polisiye okumayı severim; İstanbul Portresi’nde olduğu gibi arka planda zengin bir hikâyenin olduğu ve okuru şaşırtmayı başaran polisiyeleri daha çok severim. Bu roman ile ilgili aklıma takılan ve hoşuma gitmeyen tek şey, karakterlerin toplumsal cinsiyet rolleri ile çok uyumlu şekilde kurgulanması. Mesela bir kutlama masasında pastayı kadın karakter servis ediyor; esprileri ve muziplikleri genelde genç erkek karakterler yapıyor gibi. “Normal” üzerine çok düşünmeyen kişiler için burada şaşılacak bir şey olmayabilir ancak toplumsal cinsiyet üzerine kafa yoran, feminist edebiyat eleştirisine aşina okurlar ne demek istediğimi net bir şekilde anlayacaktır. Kitapları sadece kurgu ve konu itibariyle değil karakterler itibariyle de renkli bir hale getirelim: Kitaplardaki kadınlar da erkekler de nonbinary karakterler de toplumun ve sistemin onlara biçtiği roller ve alışkanlıkların ötesine geçsin.
Özge Uysal – edebiyathaber.net (22 Ocak 2021)