İlginç bir şey yapmalıyız, ama ne? | Mehmet Özçataloğlu

Ocak 25, 2021

İlginç bir şey yapmalıyız, ama ne? | Mehmet Özçataloğlu

“Çocukken okuduğum kitaplardaki, izlediğim filmlerdeki kahramanlardan biriydim ben. Kötülerin korkulu rüyası bir uçan adamdım, kovboydum, tahta kılıcını düşmanlarına saklayan bir denizciydim, baltalı ilah ya da görünmez adamdım. Adaleti sağlıyordum. Evimizin arka bahçesinde mahalle arkadaşlarımızla kurduğumuz oyunlarda hep bunlar vardı. Kötülere en ağır cezayı verirdik o oyunlarda. Okuduğum çizgi romanlara özenerek defterler alıp kendi uydurduğum serüvenleri yazıp çizdim. Büyüdüm, hayal dünyasında yaşayıp hayallerimi yazan biri oldum sonunda. Bir yanım hiç büyümeyip çocuk kaldı. İyi ki öyle oldu. Selo’nun Kuşları, Bopato, ve diğerlerinin ardından, İlginç Bir Şey Yapmalıyız’ı da çocuk yanım yazdırdı bana.”

Bu satırlarla başlamış kitabına öykücülüğümüzün ustası Cemil Kavukçu. Benim de dilimden “iyi ki”ler döküldü okuyunca. Aslında adını her duyduğumda yetişkinlere yönelik öyküler yazan biri gelir aklıma fakat sonra anımsarım ki gerçek bu değil. Neden bu çağrışımı yapar, onun da yanıtını bulamadım bir türlü. Cemil Kavukçu, Muzaffer İzgü’nün “çocuk okuru olmayan bir toplumun yetişkin okuru da olmaz” sözüne kulak verircesine gelecekteki okurlarını da yine kendisi yetiştiriyor misali her kesime yazıyor. Ve yine iyi ki!

Can Çocuk etiketiyle bize sunulan “İlginç Bir Şey Yapmalıyız”da Tunç ve Hakan’ın sıkıcı geçtiğini düşündükleri yaz tatilinde macera arayışlarını okuyoruz. Böylece tekdüze geçen günlerine bir hareket kazandıracaklardır. Tatil dönüşü okula gidince de arkadaşlarına anlatacakları ilginç anıları olacaktır. Tabii bunların hepsi, hepimiz için geçmişte kalan eski normalimizden… Bugünlerde çocuklar isteseler de maceraya atılamıyorlar. Ekrana bakma doğayla kucaklaş dediğimiz çocuklarımızı ne yazık ki “dışarıda işimiz yok, geç bakalım ekranın karşısına/dersinin başına” diyerek eğliyoruz. Tunç ve Halil iki kafadar arkadaş, bu macera için mahalledeki terk edilmiş evi gözlerine kestirirler ve oraya girme planı yaparlar. Onlar evi ıssız sanadursunlar, planlar yapsınlar, içeri girince başlarına gelecekler okura heyecan veriyor.

Heyecan veriyor derken, bir kurgunun içinde doğaüstü karakterleri kullanmadan, akıl almaz olayları anlatmadan okuru heyecanlandırmak sadece bir ustaya göredir demekten alamadım kendimi. Sıradan bir yaz tatilini allayıp pullamadan, okurunun hevesini kaçırmadan ve merak duygusunu her an diri tutarak okurunu Tunç ve Hakan’ın peşine takıyor Kavukçu.

Tunç ve Hakan’ı tarif edişine birlikte bakalım: “Konuşmadan, sıkılarak izledikleri arı ne yapacağını bekliyordu oysa. Dönüp durmuş ve sonunda musluğun üstüne konmayı başarmıştı işte. Minicik gövdesi inip inip kalkıyordu. Susuzluğunu, belki de can sıkıntısını gideriyordu. Yorulmuş olmalıydı. Bu musluğu bulana kadar kim bilir nerelerde dolanmıştı? Oysa Hakan’la Tunç’un arı gibi aradıkları, peşinden gidecekleri bir amaçları yoktu. Sorun buradaydı işte. Bir şey yapmak istiyorlardı ama ne yapacaklarını bilmiyorlardı…”

Havaların iyice soğuduğu, kışın da kendisini iyiden iyiye hissettirdiği şu günlerde Cemil Kavukçu’nun bizi içine çektiği mahallenin sıcaklığı sarıyor her yanımızı. Burak Akbay’ın da anlatılan hikâyenin sadeliğine uygun sade çizimleri kitaba olan sempatimi artırdı. Okuduklarımdan yola çıkarak zihnimde canlanan mahalleyi yaşattı bana.

Tunç ve Hakan’ın terk edilmiş evde peşine düştükleri gizemin başlarına neler açacağını okurken, çocukluk yıllarını geride bırakmanın eşiğindeki iki arkadaşın büyümeyle hissedilen değişimini, ‘ben buradayım’ dercesine dikkat çekme isteğini, ilk gençliğe attıkları ilk adımları okuyoruz, seslerini duyuyoruz.

Yetişkinlerin de tanıdığı Cemil Kavukçu bu defa yine çocuklar için yazmış. İyi ki…

Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (25 Ocak 2021)

Yorum yapın