I
Bugün içinde bulunduğumuz pandemi koşulları içinde düşününce imkânsıza yakın görünse de 2019 yazında, Frankfurt’tan başlayıp Atina’da bitirmeyi planladığım ve yaklaşık elli gün sürecek bir yolculuğa çıkmıştım.
Schengen bölgesinden çıkınca değişen uygulamalarla, sınır kapılarındaki beklemelerle uğraşa uğraşa soluğu Saraybosna’da aldığımda aklımda iki şey vardı:
İlki, o dönem Atina’dan İzmir’e direk sefer yapan feribot şirketine ne olduğuydu. İkincisi de Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan boyunca bir yandan hakkında okuyup bir yanda da bugüne etkileri hakkında gözlem yapma çabasına girdiğim Yugoslavya’nın parçalanma sürecinin Bosna’daki yansımalarının neler olabileceğiydi. Srebrenica Soykırımı gibi büyük katliamlar yaşamış bir ülkede, yirmi yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra, yaşanan iç savaşa ait ne gibi izler bulabileceğimi bilmiyordum.
Makul sayılabilecek bir saatte Saraybosna otobüs terminaline indim ve biraz zahmetli de olsa kalacağım hostele ulaşabildim.
Hostele girdiğimde beni, oldukça büyük bir Josip Broz Tito fotoğrafı karşıladığında ilk şaşkınlığımı yaşadım.
Eski Yugoslavya coğrafyasındaki diğer ülkelerden alışkın olduğum hoş geldin rakija’sı ritüelinden sonra odama yerleştim ve hostelin bahçesine çıktım.
Dünyanın farklı yerlerinden yola çıkıp hayatları kesişen bir grup gezgin, Tito resminden daha büyük bir Yugoslavya haritasının altında çember oluşturarak oturmuş, bir yandan sohbet ediyor diğer yandan da içkilerini yudumluyorlardı. Onların arasına karışıp muhabbete dâhil olduktan kısa bir süre sonra beni karşılayan, hoş geldin rakija’sı ikram eden, otuzlarının sonunda veya kırklarının başında olduğunu düşündüğüm ve ilerleyen günlerde Sırp olduğunu öğreneceğim hostel çalışanı, gitarıyla bize katıldı. Bob Dylan’la başlayan müzik, saatler ilerleyip alkol etkisini gösterdikçe devrimci marşlara döndü.
Adını bugün maalesef hatırlayamadığım Sırp müzisyen, mini konserini bitirince ortadan kayboldu ve on dakika sonra elinde, yaklaşık yetmiş santimetre uzunluğunda ve en az on kilo ağırlığında patlamamış bir bomba ile geri döndü.
Bombanın iç savaş zamanlarından kaldığını ve o yıllarda Saraybosna’da bunun gibi binlerce bombanın sokaklardan toplandığını söyleyerek çemberin içindeki birisine bombayı uzattı.
Az önce coşkuyla şarkılar, marşlar söyleyen insanlar ne yapacaklarını bilemez halde bombayı biraz inceledikten sonra yanındakine uzattı ve tüm insanlar bombayı inceledikten sonra Sırp müzisyen, garip emanetini de alarak o gece için ortadan kayboldu.
Yaşadığım tecrübenin bir istisna olduğunu, ilerleyen günlerde bir daha tekrarlanmaması nedeniyle, söyleyebilirim.
Bosna-Hersek’te, özellikle Saraybosna ve Mostar’da yaptığım yürüyüşler, yukarıda anlatmaya çalıştığım olayın etkisi altında gerçekleşti. Yaşanan iç savaşın izlerine bakarken, soykırım müzesini gezerken, üstleri özellikle kapatılmadığı belli olan kurşun deliklerine bakarken ve şehrin dört bir yanına yayılmış mezarlıklardaki doğum ve ölüm tarihlerine dikkat ederken, kısa bir süre tuttuğum bombanın ağırlığını tekrar tekrar hissettim.
II
Ömer F. Oyal’ın, 2020 yılında verilen 75. Yunus Nadi Ödülleri’nin “Roman” dalında kazananı olan Gemide Yer Yok isimli eserini okurken kendimi sık sık iç savaş üzerine ve Saraybosna’da yaşadığım deneyimi düşünürken yakaladım.
Gemide Yer Yok, anlatıcı (ve belki de savaşan taraflar) dışındaki herkesin hazırlıksız yakalandığı iç savaşı merkezine alan bir roman.
Romanın anlatıcısı, karısını ve çocuğunu taşrada güvenli olduğunu düşündüğü bir yere gönderdikten sonra geçmişi geride bırakmamak için eski resimleri ve defterlerini tarayıcıdan geçirmekte ve işi bittiği zaman ailesinin yanına gitmeyi planlamaktadır.
Birinci tekil kişi anlatımı ile bize sunulan romanın anlatıcısı, iç savaşın gelmekte olduğunu ilk düşünenlerden olmuş, ailesinin ve yakınlarının garipsemesine rağmen hazırlık yapmayı bırakmamıştır. İç savaş başlayıp, kaynaklara ulaşım kısıtlandığında, anlatıcının hazırlıkları tüm ailenin hayatlarını kurtarır. Buna rağmen anlatıcı, karısından beklediği takdiri göremez. Bu noktada, kendisini teselli etmek için Hz. Nuh’un yaşamış olduğu dışlanmayı düşünür ve aralarında çeşitli paralellikler kurar.
Yaşanan olayların anlamlandırılmaya ve geçmişle hesaplaşmanın da yürütülmeye çalışıldığı günlerde anlatıcı, yaşadığı apartmanın girişine sığınmış yaşlı bir kadınla karşılaşır ve tüm tedbirliliğini bir kenara bırakarak yaşlı kadını evine alır. İlerleyen zamanda, anlatıcının tüm rutini ve yaşamı bu nedenle alt üst olur.
Gemide Yer Yok’da bu alt üst oluşun hikâyesini okuruz.
III
Ömer F. Oyal, Cumhuriyet Kitap Eki’nde 5 Kasım 2020’de yayımlanan ve Gamze Akdemir ile gerçekleştirdiği söyleşisinde romanda yapmaya çalıştıklarını şu cümlelerle özetler:
“Kitapta somut bir ülkeden veya somut bir iç kargaşadan söz edilmiyor. Bu anlamda somut kültürleri, somut iç savaşları veya iç savaş ihtimallerini deyim yerindeyse paranteze almaya çalıştım. Kitabımda özel isim kullanmaktan, hatta kültürel çağrışım yaratacak takma isim kullanmaktan bile kaçındım. Ülke veya şehir ismi de yok.
Romanımda çizilen resim geçmişte dünyanın pek çok ülkesinde yaşandı ve zaten hâlihazırda dünyanın pek çok ülkesinde de yaşanıyor. Muhtemelen gelecekte de yaşanacak. Benim yapmaya çalıştığım bütün kültürel özgüllükleri, iç savaşın taraflarını, kimin haklı kimin haksız olduğunu bir tarafa bırakarak böyle bir süreci sadece bir evin içinde, sıradan birkaç kişinin nasıl yaşadığını görmeye çalışmak.
Daha çok da olağanüstü koşullarda hayatta kalmaya çalışanların ruh durumları, birbirleri arasındaki ilişkilerdeki gerilimler üzerine yoğunlaşmaya çalıştım. Hayatta kalma çabası gerçek bir ahlaki kararlar arenasıdır.”
IV
Oyal’ın kahramanlarını kimliksizleştirmesi, yer veya bölge belirtmekten kaçınması romanın evrensel bir temele oturmasını sağlıyor. Yazarın da söyleşisinde belirttiği gibi, roman boyunca anlatılanlar; geçmişte yaşanmış, günümüzde yaşanıyor ve gelecekte yaşanacak. Bu durumun belirginleştirilmesi için yazarın romanını, tüm yerel kodlardan arındırmış olması oldukça doğru bir tercih.
İç savaşın ortasında mahsur kalmış herhangi bir insanın, eski Yugoslavya, Ruanda, Endonezya, Guatemala veya Suriye topraklarında da olsa, Gemide Yer Yok’ta anlatılanlara benzer deneyimler yaşadığını düşünebiliriz.
Kanımca, romanın evrenselliğini pekiştiren, belki de evrenselliğe iç savaş olgusundan da daha iyi bir şekilde yaklaşmasını sağlayan unsur, “evdeki yabancı” temasına yer vermesi.
V
İç savaş yaşayan ülkelerdeki mağdurların dramları hiç kuşkusuz insanın içine oturacak cinsten. Bununla birlikte, savaşa katılmayan ya da dolaylı yoldan müdahil olan ülkelerdeki etkilerin de göz önünde tutulması gerekir.
Yakın zamanda Suriye’de yaşanan iç savaşın, başta Türkiye olmak üzere, kıta fark etmeksizin tüm dünya ülkelerinde yarattığı “göçmen” sorunu ilk elde akla gelenlerden.
Bununla birlikte, Afrika ülkelerinden Avrupa’ya, başta Meksika olmak üzere Güney Amerika ülkelerinden ABD’ye yaşanan göç dalgaları da son elli yıla damgalarını vurdu.
Göç alan ülkelerdeki “evdeki yabancı” travması başlı başına akademik incelemeleri hak eden bir alan. Bununla birlikte, konuyu dağıtmayı göze alarak yazıyorum, Haneke’nin 1997 tarihli Funny Games isimli filminden, 2000’li yılların özellikle ilk on yılına damga vuran, aşırı şiddet içeren Fransız korku filmlerine kadar, belli bir hattaki yapımların kendine has bir seyirci kitlesi oluşturabilmiş olmalarının altında da bahsettiğim travmanın izlerinin bulunabileceği düşüncesindeyim.
Biz yine Gemide Yer Yok özeline dönersek, kitabın okurlar üzerinde bu denli etkili olmasının en önemli nedeninin “evdeki yabancı” temasını son derece vurucu bir şekilde aktarmayı başarabilmesi olduğunu söyleyebiliriz.
Romanı okurken, istemsizce Michael Haneke’nin, Lars Von Trier’in Jordan Peele veya Ari Aster’in filmlerinde hissettiğime benzer bir huzursuzluk yaşadığımı belirtmek isterim.
VI
Ömer F. Oyal, Gemide Yer Yok ile başta Türk okuru olmak üzere, çeviri sorunu aşılabilirse tüm dünya okurlarının yakından tanıdığı duyguları, endişeleri, kaygıları başarılı bir şekilde anlatabildiği bir romana imza atmış.
Yazar, romanın omurgasını, “Nuh Peygamber ve Nuh’un Gemisi” arketipleri üzerine oturtarak kitabın zamansızlığını ve evrenselliğini belirginleştirmeyi de başarıyor.
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (25 Ocak 2021)