“Günlük tutan çocukların kendilerini ifade etme becerileri giderek gelişir. Dili kullanma yetenekleri güçlenir. Günlük tutma alışkanlığı, zamanla güzel yazı yazmayı da sağlar/sağlayacaktır. Bazı çocuklar, üzerine düşüldüğünde ünlü bir yazar bile olabilirler.” Prof. Dr. Ömer Üre
Koronavirüs Günlükleri, bu sözlerle başlıyor. Ve sonra devam ediyor.
“Bugün erken uyandım. Daha kuşlar uyanmamış, sokak ışıkları sönmemişti. Ortalık sessiz ve ıssızdı. Gece mışıl mışıl uyuyordu.
Canım sıkıldı, içim daraldı. Ne yapacağımı bilemedim. Okul yok, ders yok, ödev yok… Annemin uyaran, buyuran sesi yok…
Bütün bunlar salgından önce olsaydı bal şeker olurdu. “Oh ne güzel!” der, zil takar oynardım. Ama şimdi sıkılıyor, bunalıyorum.”
Hamdullah Köseoğlu’nun Koronavirüs Günlükleri adlı kitabında bir kız çocuğunun gözünden yaşadığımız pandemi günleri anlatılıyor. 2020 yılının 3 Nisan Cuma gününden başlıyor günlükler. 2020’nin 5 Haziranında bitiyor.
Elbet henüz kurtulamadık bu süreçten. Herşeyin bir başlangıcı ve sonu olduğu gibi bir gün o da bitecek.
Günlük tutmak yaşamın özünü, duyarlığını, duygularını sayfalara dökmektir. Yıllardır Nurullah Ataç, Oktay Akbal, Salah Birsel’in günlüklerini zevkle okumuşumdur. Şehir Edebiyat dergisinde yayınlanan Mehmet Özçataloğlu’nun günlükleri de benim için özel bir yere sahiptir. Düzenli olmasa da ara sıra günlük tutuyorum. Ama daha çok günlük okumayı tercih edenlerdenim. Özge Yalın’ın dediği gibi, Günlükler, edebiyatın yeraltı suyudur.
İçinden geçtiğimiz korona günleri hala sıcaklığını koruyor. Okullara kasım ayından beri yeniden ara verildi. Ne zaman başlayıp başlamayacağı belirsizliğini koruyor.
Bu süreçte zamanımız yeniden bollaştı. Bu zor günlerden de bir itki gücü olarak yararlanılmasından yanayım. Peki bu nasıl olacak? Okuyarak, dinlenerek, düşünerek, film izleyerek, doğayı gözleyerek, yağmuru, toprağı koklayarak… Belki yağacak bembeyaz karları düşleyerek… Resim yaparak, düşler kurarak ve günlük tutarak… Düşünün, her insanın apayrı bir dünyası, bakış açısı, duygu ve düşünceleri var. Yaşadığımız bu günlerde dünyadaki tüm insanlar günlük tutsa ortaya neler çıkar. Ne zengin imgelemler dökülür, türlü dünyalar önümüze serilir.
Koronavirüs Günlükleri’nde yalnızca pandemi günlerinden söz ediliyor dersek yanılırız. Günlüklerde Gabriel Garcia Marquez’in Kolera Günlerinde Aşk kitabından, Albert Camus’nün Veba romanına dek, Köy Enstitüleri’nden Hasan Ali Yücel’le Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde sabah bir öğrenciyle birlikte yakılan sobayla ilgili harika bir anıdan, günlük yaşamdan, her şeyden söz ediliyor. Şair Can Yücel’in Hasan Ali Yücel’in oğlu olduğundan ve ona duyduğu özlemle ilgili babasına yazdığı şiirden,
Hayatta ben en çok babamı sevdim,
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla ha düştü ha düşecek…
Çin’den başlayıp tüm dünyaya yayılan virüsü anlatırken,
“Masal diye çocuklara anlatsanız inanmazlar. Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi desem. Gidip gideceği bir arpa boyu yol…”
Bu günlüklerde yoğun bir yaşam enerjisi var. Doğayla, insanla ilgili çarpıcı cümleler var. İşte onlardan yalnızca birkaçı,
“Ne yazık ki bütün kötülüklerin kaynağı insandır. Ben bunu bilir, bunu söylerim. O güzelim doğayı kirlettik, düzenini bozduk. Canını acıttık.
İyi bilinmelidir ki doğanın canını yakanların canı yanar. Düzenini bozanların düzeni bozulur.
Sürekli tüketen ülke, tükenirdi. Onun için üretmek gerekirdi. O nedenle yoğun bir bilgi alışverişi başladı. Bilenler bilmeyenlere, duyanlar duymayanlara anlattı.
Canına okuduğumuz doğa içeri taşındı. Avuç içi kadar saksılar tohumlar çimlendirildi. Balkonlar sebze bahçelerine döndü. Bodrum katlarında mantar üretilmeye başlandı. Evlerin küçücük arka bahçeleri ekim için çapalandı, sulandı.
İşe gidemeyenler işlerini evden yürütüyorlardı. Öğrenciler uzaktan eğitiliyordu.
Yazarlar çizerler bugünleri yarınlara aktarmak için durmadan yazıyor, çiziyorlardı. Durmadan üretiyorlardı.
Ezgiler, yontular, özgün tasarılar…
Çalgıcı gençler; komşularına yaşama sevinci aşılamak için akşam sabah çalıp söylüyorlardı.
Çocuklar bu savaşa katkıda bulunmak için ilginç düşünceler üretiyor, gerekli yerlere iletiyorlardı. İleriye dönük büyük düşünceleri, düşleri vardı. Bu gidişle önümüzdeki yüzyıl bilgeler ve bilim çağı olacaktı.
Bu, ikinci bir Ulusal Kurtuluş Savaşı sayılırdı. O, utanmaz Koronavirüs’ün geleceği varsa göreceği de vardı.
Halkın deyimiyle: ‘Kötülük, eninde sonunda kazdığı kuyuya düşerdi, düşecekti.’
Sağlıkçılarımız önde savaşırken arkada duranlar da umut üretiyorlardı…”
Günlüklerde içinden geçtiğimiz günlerde haberlerde rastladığımız olaylardan da söz ediliyor. Bizim gündelik hayatımızda dinlediğimiz ve unuttuğumuz sıradan şeyler bir tarihi belge gibi unutulmadan karşımıza çıkıyor. Hem de masal gibi…
Hintli sinema oyuncusu Mohammed Aamir Husain Khan, salgın nedeniyle yoksullara bir kilo un dağıtacağını duyurmuş. Amacı onları sınamakmış. Bu yolla gerçek yoksulları, yardıma gereksinimi olanları ayıracakmış.
Bu durumu okuyanlar, duyanlar yadırgamış, küçümsemişler. “Bir kilo undan ne çıkacak,” demişler. Bu yüzden almaya gitmemişler. Ama bir kilo una bile muhtaç olanlar gitmişler. Alıp evlerine dönmüşler. Un torbasını açınca şaşkına dönmüşler. Torbadan 15. 000 Rupi çıkmış. O ülkede yaşayanlar için hatırı sayılır bir paraymış bu para. Elbet yoksulların yüzü gülmüş…
Koronavirüs Günlükleri, her ne kadar günlük olarak yazılmışsa da usta bir masal yazarının masalla ilgili güzel iletileriyle bitiyor. Günlüklerin sonunda Koronavirüsle ilgili bir kısa bir masal da olduğunu ekleyelim. Çocuklarımızı Koronavirüs’ten korumanın en etkili yollarından birinin masallar olduğunu da…
Ne demişti Albert Einstein, çocuklarınızın zeki olmasını istiyorsanız, onlara masal okuyun. Daha zeki olmalarını istiyorsanız, daha çok masal okuyun.
Hoşça kalın, masalsız kalmayın.
Koronavirüs’e karşı,
Bir masal da siz düşünün, siz yazın.
Düğünlerde, bayramlarda,
Yılbaşlarında, yaş günlerinde,
Arkadaşlarınıza masallar yollayın.
Masallarımız unutulmasın,
Masal ırmaklarımız kurumasın…
Masal ırmaklarımız, Günlük ırmaklarımız sonsuz olsun…
edebiyathaber.net (29 Ocak 2021)