Söyleşi: Zeynep Yolcu
W. B. Bayrıl ile Mühür Kitaplığı etiketiyle yayımlanan “Rosa Das Rosas” adlı şiir kitabı üzerine konuştuk. Dizeler söyleşimize eşlik etti.
“Suda yüzen çiçekler. Köksüz.
Yörüngesiz. Kimi teselli edebilmiş
Yolu yitirmenin hafifliği?”
Kitaplar neden ithaf edilir ve kimlere ithaf edilmelidir?
Ne insan ne de şair tek başına yaşayan, yaşayabilen bir canlı türü değil. Hayatı paylaştığı insanlar var. Hayatının öteki ile ilişkisinde anlamlı bağlar kurduğu insanlardır bunlar. Bazıları somut, günlük hayatındaki bağlantılardır, bazıları ise zihni yaşantısında eserleriyle, fikirleriyle ilgi kurduğu isimlerdir. Yani şairin hayatı da şiire dahildir çoğunlukla.
İthaf da bu bağlantı kurmanın incelikli yollarından biridir. Nasıl sonsuz çeşitlilikte insan hali varsa, o çeşitlilikte ithaf da olabilir. Mecburiyet değil elbette ithaf, ama bir işaret, Heidegger’in dediği gibi “insan şairane mukimdir bu dünyada”…
Şiirlerinize başlık seçerken/verirken/bulurken neyi göz önünde bulundurursunuz?
Elbette şiirin bağlamını, kimi zaman kitaptaki kimi zaman da o tekil şiirdeki “kapitone noktalarını”göz önünde bulundururum… Benim için kitap bir bağlamdır, onu bir “şiir defteri” gibi düşünmem, bir sanat eserini yapılandırır gibi kurarım. O nedenle benim yazdığım şiirde başlıklar kendi başına da anlam veya işaret işlevi taşır.
Rosa Das Rosas dosyanızı yazma, şiirleri bir araya toplama süreniz ne kadar sürdü?
Her kitabımda tarihler vardır. Özellikle belirttiğim. Belli zaman aralıklarını içerir. Zira her kitap benim kişisel tarihimin de bir tutanağıdır. Hangi tarihleri düştüysem, kitaplar o zaman aralığında oluşmuş, kendi anlamsal evrenini kurmuştur. O nedenle de Arzuda Tenha hariç, kitaplarımdaki tarihler geniş zaman aralıklarını içerir. Rosa Das Rosas için bu aralık 2008-2020 tarihlerini kapsar.
Şiirleriniz de italik olarak yazılan alıntılar var, nereye aittir?
Şiir okurdan gayret talep eder. Anlamı, bağlamı, göndermeleri kolayca tüketilemeyecek bir türdür. Atıflar için bir zahmet okur da çalışsın. Şu aralar hazır elinde Hz. Google gibi müthiş bir alet varken. Okur da kitabın, metnin hakkını vermek zorundadır. O yüzden alıntılar konusunda açıklama yapmam. Çalışan okur, anlamı, derinliği, ufukları fark eder. Çalışmayan okur ile bir işim yok benim. Benden uzak, yolu açık olsun.
“Acta non verba! Ezeli yanıklarız,
Bekleriz kıyıda, mum gemiler ve elimizde
Insandan ne kaldıysa.”
Üç temel unsur kitabınızda dikkat çekiyor, başlık, alıntılar ve nidalar. Yazarken hiç okuyucuyu düşündünüz mü?
Şairler, hakiki şairlerden söz ediyorum burada, “popüler kültür tüketicileri” için yazmazlar. Paz’ın tanımıyla “o uçsuz bucaksız azınlığa” yazarlar. Ayrıca kendi şiirlerinin ilk okuru yine kendileri olduğu için, genellikle de bir şair kendi ayna ikizi olan bir okur için yazar. Yani “piyasa” ve “ortalama okur” şairin umurunda bile değildir. Hayır, okur’u hiç düşünmem. Şair’in öteki yarısı olan W. B. Bayrıl’ın on yıl sonra o şiiri okuduğunda da “ne güzel yazmış” demesinin dışında başka bir motivasyon kaynağım yoktur.
Çeviri şiire sıcak bakıyor musunuz? Kendi şiirlerinizin çevrilmesini ister misiniz? Çevrilen şiirlerin yazıldığı dile katkısı var mı?
Kitap boyutunda olmasa da şiirlerim çevrildi. İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Hintçe ve Rusça’ya… Uluslararası antolojilerde yer aldı. Fena da tepkiler almadım. Şiir çevirmek, zorlu, zahmetli bir iş, ama iyi yapılırsa neden olmasın? Mesela Sait Maden’in Baudelaire yahut şu sıralar Cem Yavuz’un yaptığı ve neredeyse gün gün izlediğim Celan çevirileri gibi… O kalitede çeviriler her zaman çevirildikleri ikinci dili besler. İyi, ustalıkla, özenle ve beceriyle yapılmış çeviriler yeniden yazıldığı dile katkı yapar.
“Kendi âleminizdesinizdir ikiniz de.
Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin;
Sırlarınızı daima, daima içinizde;
Ey deniz, nerde senin o iç hazinelerin?”
‘Denizi Seven Çocuk’ ibaresi şiirlerin arasında sıklıkla kullanılmış. Neden?
Bu sorunun yanıtı, kitabın başında yer alan Baudelaire şiirindedir. Oraya bakılsın.
Genel bir soru sormak istiyorum. Şiir sadece kelime işçiliği mi ister?
Her sanat eseri belli bir “işçilik” gerektirir. Şiir de öyle. Sadece kelime mi? Dize işçiliği, ses işçiliği, parça bütün ilişkileri işçiliği, çağrışım işçiliği, imge işçiliği, göndermeler işçiliği, anlam katmanlarını kurma işçiliği, saymakla bitmez. Evet, her sanat işçilik ister. Beş dakikada yazdığınız bir şiir bile arkanızda bıraktığınız, -mesela benim gibiyseniz kırk yıl+ beş dakikada –birikmiş zamanda oluşur. Emek yoksa, yemek yoktur:)))
Sizin şiir yazmak için olmazsa olmazınız nedir?
Öyle bir şey bilmiyorum. Şiir gelir, bazen bir dize, bazen bir müzik, bazen bir kelime… Çalışırsın. Sonra kendi varoluşunu, yapısını, gövdesini, dünyada olma halini bulur ve gider. Bir daha gelene kadar onu beklemekten başka yapacak bir işim yoktur genellikle. Beklerim, o kadar.
Yeni şiir yazanlar eskiye nazaran şiirlerini paylaşacak mecralar buluyorlar. Şiirlerini okuduğunuz yeni şairler var mı?
Elbette var. Üç yıl önce, şair arkadaşımız Seyhan Erözçelik anısına bir ödül kurduk. Her yaştan ve her zaman “genç” şairlerin katıldığı bir ödül… O vesileyle epey bir dosya veya kitap okuyorum. Dahası bana ulaşan yine genç şairlerin kitapları var, onları da okuyorum. Dergilerde denk geldiklerim var. Evet, genç şairleri okuyorum. İsim vermeyeceğim hem juri üyesiyim, yanlış anlaşılır hem de ismini verdiğim genç şairler sonra başka genç ya da yeteneksiz ve haris yaşlı şairlerin zulmüne, tacizine uğruyorlar. Ama genç şairler bilsinler, ulaşabildiğimce, gayet yakından okuyorum yazdıklarını.
edebiyathaber.net (2 Şubat 2021)