Söyleşi: Mehmet Özçataloğlu
Epsilon Yayınları tarafından yayımlanan “Ütopyaya Yolculuk”, “Distopyaya Yolculuk” ve “Androtopyaya Yolculuk” adlı üçlemenin yazarı Şöhret Doğruyol Sağbaş’la söyleştik.
Çocuk ve gençlik alanında fantastik edebiyatın önemli isimlerinden birisiniz artık. Üçlemenin tamamına bakınca yaşamımızdan görüntüler geliyor önümüze. Fantastik bir dünyada fantastik bir yaşam mı sürüyoruz sizce?
Çok teşekkür ederim. Fantastik bir yaşam mı sürüyoruz? Aslında yaşantımızı böyle okumak mümkün… Bizim sayemizde değil de bizim yüzümüzden geleneksel normlardan gitgide daha da uzaklaşıyoruz. Teknoloji, üzerimizdeki hâkimiyetini artırırken kültür de evrenselleşiyor bir yandan. Uzak, zor ya da imkânsız diye bir şey yok artık. Bu, eskiden ancak masallarda olurdu. Romandaki yapay zekâ Zuzu karakteri de hayal gücü ile internetin tanımını karşılaştırınca ayırdına varamıyordu hatırlarsanız. Böylesi bir dünyada hayal gücüne gerek duymaksızın sadece iyi bir göze sahip olarak basit fantastik hikâyeler kurgulayabilmek mümkün belki de.
“Ütopyaya Yolculuk”ta geçmişi, “Distopyaya Yolculuk”ta bugünü, “Androtopyaya Yolculuk”ta da geleceği okuyoruz. Peki, ne kadar yakın/uzak bir gelecek bu?
Aslında bu konuda kitaplarımda fark etmişsinizdir ki net bir tarih vermiyorum. Geleceği konu alan pek çok kitapta ya da sinema filminde öngörülen tarihleri çoktan geçmiş olmamıza rağmen günümüzde üstümüzden uçan arabalar hâlâ geçmiyor. Androidlerin de aramızda dolaştığı günler bir gün gelecek elbet. Fakat yakın bir gelecek olmayacağı kesin. Metrobüslere binebilmek için bile insanların birbiriyle yarıştığı bir zamandayız şu an. Tabii bu öngörüm teknolojik açıdan… Kitaplarımda var olan gelecekteki insanlar açısından bakarsak tam aksi bir cevap verebilirim. Hele ki günümüzde salgının da etkisiyle evlerine kapanan insanları düşündüğümüzde-istisnalar hariç- toplumun genelinin üretimle mi yoksa Androtopyaya Yolculuk’taki insanlar gibi tüketimle mi haşır neşir olduğu aşikar. Buna kendini tüketmek de dâhil.
Zuzu. Kitapta yer alan android karakter. “Başlangıçta insanlara emanet edilen bir dünyanın bu yaşına gelmesi bile mucize” diyor bir bölümde. İnsanoğlu neler yaptı Dünyaya da android bir karakter bunları söylüyor bize?
İnsanoğlu neler yapmadı ki? Kitapta geçen bir başka androidin insana bakış açısı özetliyordu aslında bu durumu. “İnsan bu dünyanın hastalığıdır.” İnsan, belki de hiçbir şey yapmasa yeryüzü şimdikinden çok daha harika bir yer olacaktı. Düştüğü en büyük hata, gezegeni sadece kendi türüne ait sanmak oldu. Kendi dışındaki tüm canlıları kendisine fayda sağlamak için var bildi. Böylesi bir bencillikle yeryüzünün güzelliklerini bile görmez olup ormanları talan edip yeraltında cevher arayışına girdi. Yeri geldi daha çok beton için ormanları yaktı yeri geldi diğer canlı türlerinin derisini kıskanarak onları katledip kıyafetler yaptı. Daha da yetmedi. Daha fazla güç için kendi türünün bile canına kıydı. Bu kadarla kalsa… İklimi değiştirmeyi bile başardı insanoğlu. Ama görmüyor, göremiyor. Görmesi için keşke Zuzu gibi gözlerinde bencillik perdesi olmayan ileri görüşlü makinelere gerek kalmasa.
İnsanlığı yine kendi oluşturduğu androidler mi kurtaracak içine düştüğü bu sanal dünyadan?
Aslında Androtopyaya Yolculuk’ta ilk kıvılcımı çakan “Harekete geç!” sözleriyle bir insan olmuştu. Fakat tek bir insan bunu başaramaz elbet. O yüzden teknolojik anlamda desteğe de ihtiyaç var. Bazen yakın bir arkadaşımızın bir konuda fikrimizi değiştirip doğru kararı vermemizi sağladığı olmuştur. Şu anki duruma baktığımızda teknoloji, en yakın dostumuzun yerini almış durumda. İnsanlar zamanlarının büyük bir bölümünü ayırıyor bu yeni dosta. Bu yüzden oyun tasarımcılarına, uygulama yazılımcılarına, dizi ve sinema senaristlerine de biz yazarlar kadar büyük bir iş düşüyor aslında. Kendi gezegenlerinin devamlılığı için ellerini taşın altına koymalarının vakti geldi. Arz talep, kaotik bir boyuta gelmiş durumda. Halk, kendisine sunulanı talep ettiğini sanıyordur belki de. Entrikalar, şiddet, yalanlar değildir belki de onların istediği. Onlara sunulan bu olduğu için bunu istediklerini sanıyor olamazlar mı? Yapımcılar at gözlüğü takmışçasına sürece alet oluyor maalesef. Var oluş sebebimizi sorgulamanın zamanı artık gelmeli. İnsanlık adına ne yapabilirim, kaygısıyla yapılan toplumu geliştirecek projelere tüm dünyanın ihtiyacı var. Zuzu gibi toplumu bilinçlendiren androidler belki de sadece romanlarda var olacak. İnsanların daha da geç olmadan harekete geçmesi gerek.
Kitapta, sona doğru bir “insanlık yasası” yer alıyor. Fakat androidler arasında geçen diyalogda bunun yeterli gelmeyeceğini ancak yüzde elli oranında etki edeceğini okuyoruz. Devamında yüzde yüze ulaşmak için yüz yüze eğitimin şart olduğunu… Tam da içinden geçtiğimiz süreçte tablet, bilgisayar vs. havada uçuşuyorken… Eğitim konusuna girince bugünü de yakalamış geleceği anlatıyor dediğimiz kitap. Ne dersiniz?
Kesinlikle… Macerayı kurgularken her ne kadar kendimi soyutlamaya çalışsam da eğitimci olmamdan kaynaklı olarak eğitime bakış açım da satır aralarına sızıyor ister istemez.Teknoloji her ne kadar çok çok şahane (?) bir şey de olsa yüz yüze iletişimin etkisi çok başka. Bilgi anlamında canlı derslerle zamanı daha kısa sürede daha dolu dolu geçirebiliyoruz fakat eğitim ve öğretim,yüzyıllardan beri bir bütündü. Nasıl ki sinema, tiyatronun yerini alamadıysa uzaktan eğitim ve yüz yüze eğitim de öyle. İkisi de birlikte kullanıldığında tesir gücü çok daha yüksek olacaktır. Ekran başında oturarak saatlerce bir sürü bilgi aktarabiliriz çocuğa belki fakat çocukla beraber okul bahçesinde birkaç dakikalığına gezinirken ettiğimiz sohbetin etkisi, ona dokunuşu çok daha başka. Kitapta anlattığım gelecek insanlarının gözleri, kilosu, duruş bozuklukları ve yaşam tarzları ilk bakışta abartılı gibi gelse de aslında fantastik bir kurgu olarak görmüyorum ben bunu. Gidişat böyle olursa maalesef ki insan ırkının buna evrildiği zamanlar da olacak. Bizim kuşağımızın ömrü bunu görmeye yetmese de bir gün bunun olacağı yadsınamaz.
Yaklaşık olarak bir yıldır salgın sürecini yaşıyoruz. Evlerimizde kapalı, sevdiklerimizden uzağız. Kitabın sonunda da benzer bir tablo ile karşı karşıyayız. Hava kirliliği bahanesiyle manipüle edilmiş insanların korkuyla camlarını açamamış olmaları, yeniden normalleşme sürecini de farketmemeleri… Fakat umut da Güneş’in, bol yıldızlı gecenin sabahına tüm ışıltısıyla doğmasıyla kendini hissettiriyor. Bizim yaşadığımız süreçte umudunuz var mı? Kolayca normalleşebilecek miyiz?
Alışkanlık… Yaşamımızı basit bir şekilde formülize edebilecek tek sözcük arasak bu kesinlikle “alışkanlık” kelimesi olurdu. “Davranışlarımızın yüzde yetmiş beşi alışkanlıklarımızdan oluşur,”demiştik ilk kitabımız Ütopyaya Yolculuk’ta da. İnsanoğlu doğası gereği yaşadığı ortama, koşullara ve ona sunulan imkânlara alışmak zorunda ve genele baktığımızda istisnalar dışında alışmış da. İnsanlık tarihi bunun örnekleriyle dolu. Eve kapanmaya da alışacağız, eskisi gibi evden çıkmalara da. Önemli olan süreç yönetimi… Duygular, düşünceler, yaşam standartları… Herkes bir değişim yaşamış olarak çıkacak bu süreçten. Yaşamın temposuna hızla yetişmeye çalışırken bir anda durmak zorunda kaldık. Durup kendimize bakıp bir şeyleri sorgulamaya da imkân doğdu bu vesileyle. Umudum var elbette. Umudum gençlerde, umudum çocuklarda. Onlar Z kuşağı. Bizim kuşağımızdan çok daha zekiler. Bilinçlendirilmeleri gerekiyor sadece. Dünya’nın geleceği onlara bağlı çünkü. Onlar için kitaplar yazarak umudumu taze tutuyorum ben. Umut, yaşam sebebidir, umut hep olmalı.
Ütopya, Distopya, Androtopya… Üçleme bitti. Yenilerde ne var, masa üzerinde yazılan bir şeyler ya da plan dâhilinde olanlar?
Tuhaf Bilimler Akademisi’nin devamı var sırada. Şu sıralar yarısını bitirdim diye bir müjde de verebilirim sabırsızlıkla devam kitabını soran okurlarıma. 🙂
edebiyathaber.net (15 Şubat 2021)