Perdenin aralığından dışarıya bakıyordu. Bir gölge gibi. İp incecik aralıktan ne kadar dışarısı görülebilir? Sadece karşı çıkmaz sokağın kör bir sokak lambası ile aydınlanmış karanlığı ve köşedeki çöp bidonu. Soğuk, kocaman bir zarf gibi kuşatmıştı her şeyi. Çöp bidonu buzlandığından az bir ışıkla karışmış karanlıkta yeşil rengi neredeyse beyaz gibi görünüyordu. Kadının bu aralığa bakmaktan yorulan gözleri perdenin kenarından boşluğa asılı kalmış gibiydi. Nefesinin buğusu da o incecik aralıktan cama yapışıp kalıyordu. Elleri ile buğuyu camdan uzaklaştırırken ve gözlerini dikmiş bakarken aniden hareketlendi sokak. Çöp bidonun içinden bir şey fırladı. Ok gibi. Bir karaltı. Bir kedi. O da soğuk bir zarfla sarılmış gibi. Hızlıca karşı sokağın ortasından yürüyüp gittiğini gördü kadın. Bakmaya devam etti yine… İçindeki ses, ne bekliyorsun, Allah’ın bu soğuk gecesinde mi gelecek zannediyorsun. Sen kafayı yedin, diyordu devamlı olarak. Ama yine de elleri perdenin kıvrıntılarında dolaşırken gözleri beklemeye kararlıydı. Camda da buğu… Biraz da müzik yayılmıştı cama. Cazın o derin hüznü o perde aralığından buğu ile karışarak cama ve odaya yayılıyordu. Bugün 29 aralık. Bu sefer gelecek dedi içinden. İnişi yine rötarlı olduğundan gecikti galiba. Yetmedi inanmak için yüksek sesle tekrar etti “uçak rötarlıdır” diye. Bir sigara yakıp tekrar cama yapıştı. Sonra ani bir hareketle gidip cazın hüznünü kapattı. Neşeli olmalıydı.
İncecik aralıktan gördüğü soluk ışığın aydınlattığı karanlık ve soğuk sokaktan köşedeki çöp bidonuna doğru bir karaltının geldiğini gördü. Mantosu yok. Bir atkı var boğazında sadece. Kör ışığın altında bitkin görünen adam çıplak üşümüş elleri ile çöp tenekesini karıştırdı. Etrafa bir şeyler saçıldı kağıtlar eşyalar ne olduğunu anlayamadığı bazı şeyler… Kedinin gittiği yoldan, üşümekten iyice büzüşmüş halde giderken kadının gözleri perde aralığından fırladı ve adamı sırtından yakaladı. Yıllardan beri dolapta beklettiği manto sahibini bulmuştu. Elinde manto adamın peşinden koştururken kalbinin çarpıntısı bütün vücudundan bütün dünyaya yayılmış gibiydi. Evet oydu. Yürüyüşünden anlamıştı o olduğunu. Adamı yüzüne baktı. Paramparça bir yüz. Sanki yüzünde bir sürü insan çığlık çığlığa. Heyecandan ölecek gibi, mantonu giy bunca yıldan sonra üşüme artık, diyebildi. Devam etti özlem dolu sesiyle:
– İyi ki mantonu saklamışım. Biliyordum bir kış gecesi geleceğini.
Adam bütün o dağılmış, yarısı yok yüzüyle kadına baktı:
-Ölüler üşümez. Ben 1994 de öldüm. Sana gelirken uçak düştü. Yüzümdeki bağırışları çağırışları görmüyor musun? Yüzüm bu çığlıklarla paramparça oldu. Ben yaşamıyorum. Sana geliyordum ama gelemedim. Bir daha da gelemem, dedi. Bak dedi sonra eprimiş ceketinin cebinden çıkardığı gazete kupürünü göstererek:
– Kocaman puntolarla burada yazıyor. 26 Ocak 1994 Boeing 737 sol motorunun kopması sonucu yere çakıldı. Mürettebat ve yolculardan kurtulan olmadı. Gördüğün gibi ben yaşamıyorum artık. Peki ya sen? Sen yaşıyor musun benim küçük kızım, diye devam etti adam yorgun bir nefes aldıktan sonra. Konuştukça yüzündeki çığlıklar daha da artıyor ve kırışıkları birbirine karışıyordu.
“Sen de yaşamıyorsun 1994’ten beri. O kış gecesi ben öldüm sen intihar ettin. Artık evine dön ve yaşamaya devam et. Hayat her ne olursa olsun yaşanmaya değer. Beni bırak artık. Ben öldüm.”
Saat kim bilir kaçı gösteriyordu. Kadın sadece günlerden 29 Aralık olduğunu biliyordu Yirmi altı yıl önceki 29 aralık. O gece babası İstanbul’dan gelecekti. Her zamanki gibi bir iş gezisiydi. Annesi ile göz bebeklerini yola kancalamış saatlerce beklemişlerdi. Sonra bir telefon. Tanımadıkları bir ses annesine anlamadığı şeyler söyledi gece yarısı. Küçük kız o günden beri bekliyor çünkü öyle dediler ona. Baban uzaklara gitti sana oyuncaklar alıp gelecek dediler. O küçük kız hep bekledi. Yılları bekledi, babasını bekledi, kendini de bekledi. Hiç yaşamayan kendini.
Kadın ani bir hareketle sabitlediği geçmiş zamanından sıyrılarak bedenine bir canlılık gelmiş, yeniden bir hayat zerk edilmiş gibi neredeyse koşarak hızlıca elbise dolabına gitti. Yıllardan beri özenle sakladığı babacığının mantosunu kılıfından çıkardı. Kollarını sardı kendine. Babası ölmüştü. Yaşamıyordu. Bunu işte bu gece kendisinden duymuştu. Bu bekleyiş bitmeliydi. Nazikçe sarıldığı manto ile kapıdan çıktı ve çıkmaz sokağın kör ışığında soğuktan neredeyse beyaz görünen yeşil boyalı çöp tenekesinin yanına bıraktı mantoyu. İki gün sonra yeni bir yıla merhaba diyecekti.
edebiyathaber.net (18 Şubat 2021)