Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Deniz Ceren Türkkan’ı, arkadaşı Tolga Çatalpınar ile konuştuk.
Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Deniz’e göre yazmak aşamalı bir süreçtir: Yazmanın önce “düşünsel” bir eylem olduğunu savunur. Ona göre bir hikâye yaratma sürecinin bütünü; bu ilk basamağı oluşturan düşünsel eylemin yanı sıra yazarın içsel hesaplaşmalarını, öz varlık muhasebesini, ruhsal dalgalanmalarını ve itiraf etme eğilimini de içerir. Yarattıklarını yazıya dökmek ise onun için ağır bir işçilik ifade eder ve bunu son basamakta gerçekleştirdiğini belirtir. Sözün kısası, bütün bu aşamalar Deniz için “yazma eylemine” dahildir; bu yüzden Deniz her yerde yazar: Yürürken, okula gidip gelirken, yemek yerken… Zihni durmadan üretmek için işler, aklı hep tasarlamakta olduğu kurgularda, hikâyelerdedir. Yanında daima bir kalem ve not defteri bulundurur. Yolda yürürken ansızın zihninde bir düşünce belirir ve onu yazıya dökmeden edemez. Kimi zaman, gündelik yaşamın kuytusunda unutulmuş bir ayrıntıyı not edeceğim diye ayakta dikilerek dakikalarını bu işe harcar ve varacağı yere gecikir, eve dönerek bu fikri derinleştirmeye koyulur. Parkta sohbet ederken anlattıklarınızı dinlemediği izlenimine kapılırsınız, çünkü o, karşısındaki ağacı betimleme gereksinimi içindedir. Eğer not defteri yanında yoksa -ki buna pek ender rastlarım- o zaman telefonuna sesli notlar kaydeder. Ancak “son basamak” olarak adlandırdığı yazıya dökme sürecinde -“bütün ayrıntıları birbirine eklemleme, iskeleti oluşturulan hikâyeye can bahşetme” olarak da ifade eder bu merhaleyi- dışarıda yazdığına sadece birkaç kez rastladım. Bu son süreçte çalışma odasından dışarı adımını atmaz. Devasa bir masanın üzerine -masanın büyük olması onun için bir koşuldur- aldığı bütün notları yayarak, dağınık bir halde çalışmayı sever. Tekdüze bir sessizliğe ve yabani bir yalnızlığa gereksinir, çevresinde insanlar varken son cilayı çekmesi neredeyse olanaksızdır. Yazarken denk geldiğim ilginç bir anı olmadı. Ya da Deniz’in yazma konusunda sergilediği davranışlar hepten tuhaf olduğu için, ufak tefek ilginçlikleri ben fark edemedim, bilmiyorum.
Arkadaşınızla yazı/ okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Deniz bir hikâye yazmaya karar verdiğinde çok heyecanlanır, bu heyecanına davranışlarında rastlamamak da olanaksızdır. Telaşlı el kol hareketleriyle, tutkuyla titreşen bir sesle, hiç durmamacasına, ne yazacağını bütün ayrıntılarına varana dek anlattığı anlar olmuştur. Ben bu anlarda dinlemekle yetiniyorum; zaten kaleme almayı tasarladığı her metni öyle uzun uzadıya anlatmaya kalkışmaz. Öte yandan, okuduğu kitaplardan bahsetmekten çok hoşlanır. Eğer keşfettiği bir kitabı çok beğenmişse, onu öve öve bitiremez, ballandıra ballandıra, dakikalarca anlatır ve beni de okumaya ikna etmek için türlü diller döker. Fikir alışverişinde bulunurken bu kitapların yapısından çok işlenen tema ve kitabın içinde geçen aforizmaların vuruculuğu üzerine tartışıyoruz. Elbette, dil ve üsluba büsbütün boş vermiyoruz; ama konuşmalarımızın merkezinde söz konusu kitabın iç dinamiğini oluşturan dünya görüşü ve düşünceler oluyor.
Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Aslında hiç kimseden fikir/öneri almaz. Sık sık, “İyi bir yazar başkalarının fikirlerine kulak asmayarak kendi bildiğini sürdüren yazardır,” dediğini duyarım. Yazarken başkasından fikir ve öneri alarak ilerleme düşüncesiyle de alabildiğine alay eder. Deniz’e göre yazmak insanın kendi benliğiyle ilgilidir ve bütünüyle yalnızlık isteyen bir uğraştır, bir başkasının düşüncesine ihtiyaç duyulduğu noktada o hikâye çöpe atılmalıdır. Bu da onun yazma konusundaki katı kurallarından, düşüncelerinden yalnızca bir tanesidir.
Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Kahve içmek, âdet haline getirdiği bir yazma ritüeli sayılabilir. Yazdığı metni noktalayana kadar -bu sonlandırma süreci, kimi zaman sekiz saati bulur ve Deniz delice bir davranışla sekiz saat boyunca sandalyeden kalkmadan yazmaya devam edebilir- kahve içmeyi sürdürür. Yani demem o ki, sekiz saat boyunca kahve tüketmeye devam eder ki bu birkaç litre kahveye denktir. Gerçi, bazı sağlık problemlerinin ortaya çıktığını ve doktorunun kafeini artık yasakladığını öğrendim. Sanırım şimdi papatya çayı içiyor. Bir şey içmeden yazamıyor: Ama alkolsüz olması şart.
Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Şu anda Oscar Wilde okuduğunu biliyorum: “Dorian Gray’in Portresi’ni” ikinci kez okudu, şimdi de “De Profundis” eserinin sayfalarını karıştırıyor. Aynı zamanda elinde gördüğüm son kitapları anımsadığım kadarıyla şöyle sıralayabilirim: Joseph Condrad’dan “Karanlığın Yüreği”, Marguerite Yourcenar’dan “Hadrianus’un Anıları”, Jorge Semprun’dan “Büyük Yolculuk,” Pierre Schoendoerffer’den “Krala Veda”, Halil Ziya Uşaklıgil’den “Aşk-ı Memnu”… Bunun dışında Marx’ın “Kapital”ini, Eric Hobsbawm’in “Sermaye Çağı”nı ve Yıldız Silier’in “Özgürlük Yanılsaması”nı yakın bir zamanda okuduğunu biliyorum. Bir de Bedrettin Cömert, Şefik Can, Edith Hamilton gibi yazarların mitoloji kitaplarını neredeyse her gün karıştırmayı ihmal etmiyor; buna Homeros’un “İlyada” ve “Odysseia” eserleri ve kutsal kitaplar da dahil. Unutmadan söylemem gerekirse, şiir kitaplarını da elinden düşürmüyor.
edebiyathaber.net (11 Mart 2021)