Söyleşi: Mehmet Özçataloğlu
Çocuk edebiyatının emektar isimlerinden Aydın Balcı’yla masalı ve masal dünyamızı konuştuk:
Masallar sadece masal mı anlatır?
Mizah yazıları nasıl ki sadece güldürmeyi amaçlamıyor, öyküler nasıl ki sadece olay nakletmeyi gözetmiyorsa; tiyatro nasıl ki sadece seyirlik oyun değilse masal da sadece “masal anlatmaz”. Hele eski zamanlar düşünülürse!
O zamanlar ülkelerde baş kesen beyler, yol kesen eşkıyalar var. Bir yanda koyun sürüsü gibi “kul” olarak görülen halk, bir yanda tanrının yeryüzündeki gölgesi sayılan, her türlü gücü elinde bulunduran sultanlar var. Halkın tek gücü sözünde. Manisinde, türküsünde, destanında, masalında… Halk hıncını da isyanını da çaresizliğini ya da çareyi de bunlarla dile getirir. “Ülkenin birinde bir padişah varmış…” diye başlıyor ya o aslında kendi ülkesinin padişahıdır ya da kendi ülkesindekinin örnek almasını dilediği falanca sultandır.
Masalın eskiden sadece çocuklara anlatılmadığı bilinir. Radyonun bulunmadığı, okuryazar sayısının kıt olduğu, gazete denen şeyle halkın henüz tanışmadığı, kitabın değerli olduğu ve çok az kişinin kitap alıp okuyabildiği çağlarda bugünkü gazetenin, radyonun, televizyonun, İnternet’in yerini ancak dilden dile aktarılan sözlü anlatılar tutardı. Yani masallar, destanlar, türküler, halk hikâyeleri…
Kahvelerde saz şairleri, ezgili bölümleri çalıp söyleyerek halk hikâyeleri anlatır (ben de tanık oldum buna), akşamları ocak başında toplanan ev halkına (küçük büyük herkese, bazen ev halkına dışarıdan gelip katılan komşulara) masallar anlatılırdı.
Masallar eğlendirici, oyalayıcıdır; ama aynı zamanda halkın dert kutusudur, şikâyet mektubudur, söz kılıcıdır. Halk masallar yoluyla, çektiklerini anlatır; gerçekte yüzüne bakmaya bile cesaret edemediği sultanı yüzüne bakılmayacak duruma düşürür; kendisini soyup soğana çeviren eşkıyayı yaptığına yapacağına bin pişman eder. Padişahın kızını Keloğlan’la evlendirir; garibanı vezir, veziri rezil eder. Kısacası, masalın altındaki sularda masalı yaratanların asıl anlatmak istediği çok başka şeyler akar.
Masalların sadece çocuklar için olduğu düşüncesi doğru mudur?
Bu soruyu “bugün”ü temel alarak cevaplamaya çalışayım. Bugün, öyle görünüyor gerçekten. Hatta günümüzde çocukluktan henüz çıkmamış, çocukluğun üst sınırına yaklaşmış olanlar bile masalı kendileri için artık geride bırakılmış tür olarak görüyor. Yani, onlar masalı “aşmışlardır” artık. Oysa çok ünlü, çok okunan pek çok kitap aslında masaldan başka bir şey değildir. Kitabın kapağına “masal” değil de “roman” yazılsa seve seve okuyacaklar.
Yetişkinlere gelince… Çocuğuna masal kitabı alan anne babalar, sınıfına masal okutmak isteyen öğretmenler dışında onların masal okuduğunu, hatta okumaya değer bulduğunu sanmıyorum. Onlar başka şey, gazete ya da kitap okuyor mu ki masal okusunlar? Televizyon ve akıllı telefonlar bu ihtiyacı fazlasıyla karşılıyor zaten(!) Aslında iyi bir masal kitabının da bir roman, bir öykü kadar okunmaya değer olduğuna inanıyorum ben.
Günümüzde çocuk edebiyatının az sayıdaki masalcılarından birisiniz. Neden masal, diye sorsam?
Mehmet Bey, ben büyük bir ırmağın kıyısında, yaşlı bir söğüt altında elimde kâğıt kalemle oturmuş, elimden geldiği, dilimin döndüğü kadarıyla bir şeyler yazıp önümden akıp geçen gür sulara salan biriyim. Çocuk edebiyatımızın az sayıdaki masalcılarından mıyım, bilemiyorum. Siz, alana daha hâkim bir noktada bulunuyorsunuz. Daha rahat görüyorsunuzdur manzarayı.
Benim görebildiğim kadarıyla masal yazan çok arkadaş var. Hem de çok güzel yazıyorlar! Bana gelince, benim beslendiğim pınar, E. Cem Güney’dir. Ben onun pınarının suyunun tadını aldığım için yazdıklarım da o pınardan akan türdendir. Ayrıca, özellikle bugünden bakılınca artık masal olmuş yerlerde (köyde, kırlarda, tepelerde, ırmak kıyılarında, biraz da yaylalarda) büyüdüm ben. İlk okuduğum kitaplar da halk hikâyeleriydi. (Herkesin kendi çocukluğu kendi masalıdır zaten.) Bu yüzden hep masal yazmam doğal. Ayrıca, yazarken hayal gücünün rüzgârıyla esmeyi seviyorum. Güncel gerçekler kalemime ayak bağı olsun istemiyorum.
Ayrıca, ilk kitaplarımın ödüller almış masallar olmasının da payı var sanıyorum.
Ayrıca, çocuklar masalı seviyor. Ben de çocukları seviyorum… Daha ne olsun?
Yazmaya öykü diye başlasam kalemim masala kayıyor, kapakta roman etiketi de taşısa yazdığım masal esintileriyle dolu oluyor.
Masal geleneği olan bir toplumuz. Fakat günümüze bakınca sözlü ya da yazılı olarak bu geleneğin iyiden iyiye zayıfladığını görüyorum. Sizce nedir bunun nedenleri?
Kendi çocukluğumun zamanıyla bugünleri karşılaştırınca “geleneksel” olup da değişmeyen hemen hemen hiçbir şeyin kalmadığını görüyorum. Örneğin, dedeli nineli aynı evde oturan geniş ailelerin yerini şimdi çekirdek aile aldı. (Masal anlatan da genellikle nine ya da dedeydi.) Hatta çekirdek ailenin çekirdeği bile –imkânları varsa- akşamları dağılıp herkes kendi odasına “kabuğuna” çekiliyor, akıllı telefonuyla sanal dış dünyaya bir pencere açıyor ve oradan o dünyaya dalıyor. Üretilen her şey, üretim yöntemleri, üretim ilişkileri, insan ilişkileri değişti. Mahalle değişti; komşuluk ancak eski ya da eskiyi özlemle anlatan kitaplarda ve filmlerde kaldı…
Radyo ya da televizyon, hayatımıza ilk girdiği günlerde insanları bir araya toplayan araçlardı.(Köyde, mahallede radyosu ya da televizyonu olan evde radyo dinlemek ya da televizyon izlemek için toplanıldığını şimdinin gençleri bilmez) Onlar bile bir ayrışma aracı oldu. Sözlü iletişimin yerini yazılı, görsel iletişim aldı artık. Sözlü iletişim en az iki kişinin bir arada ve karşılıklı konumda olmasını gerektiriyordu. Yazılı ve görsel iletişimde bir arada olunsa da herkes kendi yüzünün arkasında, kendi içinde kalabiliyor.
Yazılı anlatım, pek çok üstünlüğüyle sözlü anlatımın pabucunu dama attı. Görüntülü ve sesli anlatım ise yazılı anlatımın yerini doldurmaya başladı yavaş yavaş. Bütün bunlar istenen ya da istenmeyen ama doğal olan değişimler. (Bunlara “gelişme” denebilir mi, tartışılır.)
“Bir zamanlar” eğlendirici, eğitici, eleştirici, rahatlatıcı, öç alıcı bir araç olan masalın yerini çağdaş diye nitelenen başka araçlar, başka türler aldı. Destanlar, halk hikâyeleri zamanın akan sularına karışıp geçmişin karanlığında kayboldu. Türküler direniyor. Eski halk masalları kabuk değiştirerek (günümüzün dili ve anlatımıyla yeniden yazılarak) su üstünde kalmaya çalışıyor. Yeni (çağdaş masallar, sanat masalları); yeni dil, yeni anlatım, yeni kahramanlar ve karakterler, yeni içerik, yeni bakış açılarıyla tutunmaya çalışıyor. Başaran da var, akıntıya kapılıp kaybolan da.
Masal, çocukluk var olduğu sürece ihtiyaç duyulacak bir tür bana göre. Çocukların ilgilerini göz alıcı renkleriyle küçük ya da büyük ekrandan akıp giden çizgi filmlerden kurtarabildiğimiz ölçüde masallar da okunacak. Ama az, ama çok.
“Suyun Çocukları” adlı kitabınızdan söz edelim biraz. İki kitap oldu şu anda. Planınız nedir? Dizinin devamı gelecek mi?
“Suyun Çocukları”nı ben tek kitap olarak yazmıştım. İçinde üç masal olan bir kitap. Masallar “su” boyunca birbirini izliyor. Su birinci masalda deredir, ikincide çay, üçüncüde ırmak. Üç masalı birbirine bağlayan, derenin kaynağından yola çıkıp ölümsüzlük çamurunu bulmak için ırmağa kadar giden bilge kaplumbağa var ayrıca.
Yayın yönetmenimiz Ercan Bey, üç masalı üç ayrı kitap yapmayı uygun gördü. Böylece “Suyun Çocukları”, içindeki masalların adlarıyla üç ayrı kitap oldu. Önümüzdeki aylarda üçüncü ve son kitap “Göçmen Kuşlar Geçidinde Bir Çocuk” çıkacak. (Bir de dördüncü suyun, yani denizin masalı olur mu, bilemiyorum.)
Sizin kitaplarınızda da genele uygun olarak kötüler kaybediyor, iyiler kazanıyor sonunda. Masallar neden hep öyle biter?
Edebiyat çocuğu hayata hazırlamak içindir. Yani amaçlarından biri de budur. Hayatta kötü şeylerle de karşılaşıyoruz, değil mi? Hatta iyilerden çok kötü sonlar yaşıyoruz. Ama hayatın başlangıcında, yani çocukken, bize, kötülerin genellikle kazanacağı, kötü sonlara kendimizi şimdiden hazırlamamız gerektiği öğütlenirse, bilinçaltımıza bu yargı yerleş(tiril)irse, yenilgiyi baştan kabullenirsek kötülüklerle daha mı kolay savaşırız? Ayakları geri geri giderek başlama çizgisine yanaşan atlet, koşuda ne kadar başarılı olur? Bence, masallardaki iyi sonların nedenlerinden biri budur.
Çocuklar hep güzel şeylere layık görülür ya, doğrudur. Onların haksızlığa uğramasına, üzülmesine, acıyla suskunlaşmasına, kendilerini çaresiz hissetmelerine, umutsuzluğa kapılmasına gönül razı olmaz. Onlar güzel duygular yaşasın, yüreklerinde hep çiçekler açsın, yüzleri gölgelenmesin isteriz. Masallardaki iyi sonların bir nedeni de budur.
Gerçi, kötü sonlu kitaplar da var. Çizgili Pijamalı Çocuk, Beyaz Yele, Şeker Portakalı gibi. Ama bu kitaplar masal değil, küçük çocuklar için ağır gelecek eserler. Böyle sonların daha etkileyici, kolay kolay unutulmaz olduğu da gerçek. Ben de, kötü sonlu birkaç masal yazdım.(Henüz yayımlanmadı.) Tabii ki o kötü sonları çocukların kaldırabileceği kadar yumuşatarak. Sonra kendim nasıl bulurum, nasıl bulunur, bilemiyorum.
Bu konuda, en büyük kaygım ne, biliyor musunuz: Sürekli kötü çizgi filmler izleyerek şiddeti kanıksar hale gelmiş çocukların bu sonları olağan karşılamaları, hiç etkilenmemeleri!
Son zamanlarda ortaya çıkan masal etkinlikleri var. Sayıları da hızla artıyor. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mehmet Bey, bu soruya bir cevap veremeyeceğim. Çünkü hiç masal etkinliği düzenlemedim, hiçbir masal etkinliğine katılmadım, tanık olmadım. Bu etkinliklerde ne yapılıyor, bilmiyorum. Ama masalı tanıtan, sevdiren, yaygınlaştıran, çocuk gönüllerinde masala yer açan her etkinliği alkışlarım. Yapanlar sağ olsun!
edebiyathaber.net (29 Mart 2021)