Toplam üç bloğuz: A, B, C. Sadece bu kadar!… C’deki Aslı’ya giderim, B’deki Gamze bize gelir; evcilik oynarız bebeklerimizle. Bazen de Aslı, Gamze ve ben çamurdan doğum günü pastaları yapıyoruz lojmanın bahçesinde. Üstüne koyduğumuz dal parçalarına mum niyetine üflüyoruz. Şakacıktan, ama olsun! Doğum günü şarkımızı söylemeye başlıyoruz sonra. Çamurdan pastalarımızı yer gibi yaparken, “Abla olduk,” diyoruz kıkır kıkır. Bebekken nasıldım, bilmiyorum… Tosun bebe miydim, sıska mı? “Tay tay bebecik!” dediler mi, hoppala, hoppala yaptılar mı benim için? Bilmiyorum ki!…
Geçen gün, Aynalı Çarşı’ya gittik annemle; aynalara dil çıkarmaya bayılırım, annem alışveriş yaparken, komiklikler yaparım aynada ben de. Annem, “Abla oldun artık, dil çıkarma ayıp,” dediğinde, çok bozuldum; kıkır kıkır gülmedim! Akşamı iple çekmeye başladım…
Üç blok toplandık, çoluk çocuk hep birlikte saat kulesinin yakınındaki dondurmacıya yürüyoruz. Fıstıklı dondurmaya bayılırım. Her gece bir başka baba öder dondurma parasını. Babamda sıra ya, daha çok dondurma yiyeceğimi düşünüyorum nedense! Gözlerime bakıp, ‘Kızıma torpilli, üç top!’ falan desin istiyorum. İki top yeriz çünkü her gece, bir top fazla istediğim işte! Beni sevdiğini böyle şeylerden anlamaya çalışıyorum. Kandırmaca mı bu da? İşte yine iki top elimde!
Babam bandoda, komutanları çalmasını istediği için çalıyormuş trompetini. Anneme söylerken duydum; askerlik hiç ona uygun değilmiş! Kayığının kenarına niye, ‘Özgür’ yazdırdığını o zaman anladım… Balıklara trompet çalıyor mudur mavilikte? Benim için de doğum günümde şarkılar çalsın isterdim. Karada bekleyen, kara kara düşünen bir babadan bekleyemem ki! İyi ki boks izliyoruz bazı geceler. Babam beni azıcık kucağına aldığı için, katlanıyorum boksa bile. Uykulu gözleriyle battaniyenin altından söyleniyor annem: “Kargalar bokunu yemeden, bu boks da neyin nesi!” diye. Muhammed Ali’yi tutuyor babam. “Şampiyon Ali, şampiyon!” diye bağırıyor durmadan. “Burnu kanıyor, acıyordur baba!” diyorum, “Acımaz, acımaz, o şampiyon” diyor. Bakamıyorum. Esnemeye başlıyorum. Kucağında olmasam, kalkıp gideceğim yatağıma. Annem uyumuş. Battaniyenin altında, nakavt olmuş gibi yatıyor ama, annem de şampiyon bence. Çamaşırlarla dövüşür bütün gün. Şampiyon olmayı istemiş miydi o da? Babamın törenlerde giydiği beyaz üniforması, kar gibi olmalıymış ya, kan gibi kıpkırmızı oluyor dirsekleri çitilerken. Acır, acır, şampiyonların da canı acır; annemin de çok acıyor.
Keşke babam hep balık tutsa; mutlu mutlu dönse akşamları evimize… Şampiyon olan annemi, bir görebilse! “Acır, acır, şampiyonların da canı yanar,” bile diyebilirdi belki de? Boğazın en büyük balığını tuttuğunda geçenlerde, gazetenin baş sayfasına fotoğrafını bastılar. Bakmıştım fotoğrafa uzun uzun. Sonra okudum: “Çanakkale Boğazı’nın en büyük akya balığını, bir bandocu tuttu,” yazıyordu haberde. Ne kadar da mutlu görünüyordu fotoğrafta babam, kucağında tuttuğu o dev gibi balıkla! “Benim babam işte,” dedim Gamze’ye gösterirken. Gülümseyerek bakıyordu bana da fotoğraftan: “İyi ki doğmuş, benim güzel kızım!” der gibiydi. Bu fotoğrafı çıkardım yerinden, günlüğümün arasına koydum.
Boya kalemlerimle annemin dudaklarını kırmızıya boyuyorum şimdi. Birazcık gülümsetmeyi başarıyorum. Bir şeyleri değiştirebilmek için, büyümeyi beklemek çok sıkıcı. Söylemeyi istediğim çok şey var; ama sadece günlüğüme anlatabiliyorum.
“İyi ki doğdum!” demek için, çamurdan pastalar yapmaya devam etmeliyim şimdilik.
edebiyathaber.net (11 Mayıs 2021)