Muhtemelen isabetli edebi formu ve türü seçmek konusunda hayatlarımızdan daha mahir bir şey yok. Kimi hayatlar çok kısa ve vurucu -bu yüzden de yıkıcı- bir öykü gibi başlar ve biterken, kimi hayatlar uzun uzadıya, en doğru kelimelerin üzerine düşünme fırsatı bulabiliyor. Kimi hayatlar sabırsız geleceğin olay örgüsü için tüm enerjisini sarf ederken kimi hayatlar usul usul hatırlıyor: Ya sığınmak ya bugününe irin akıtan yarasını bulmak için. Kimileri için bir ağza atılan bir madlenle başlayan yolculuk, kimilerine göre bir haberle başlıyor.
Sedat Anar’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan romanı Hallerin Esiri, güvenli ve huzursuz yeni hayatında aldığı “acı” bir haber sonucu geçmişinde yıkıcı, yaralı, kimi zaman ise muzip bir yolculuğa çıkan Hamit’in, “Hemo”nun hikayesi. Bu yolculukta çocukluğun şahsiyet temellerini atan kurucu esareti üzerinden boğucu, eril coğrafyayı tanırken bir sığınak ve şifa kaynağı olarak buluyoruz şiiri.
Her şeyin başında, hatırlamanın zorlu bir estetiği olduğunu söylemek gerek. Zira hatırlayan için de, anılarda gezinen edebiyatçı için de zordur bu: Her hatırlama hali bir yeniden üretim olduğu için geçmiş, çığrından çıkmış sübjektif müdahalelere boğulabilir ya da tam da bu ihtimalden kaçarken geçmiş kaskatı bir tarihi belge haline gelebilir. Oysa Hemo geçmişte, Anar’ın kalemi ise kağıt üzerinde usul usul süzülüyor; hem Hemo’nun hem de Anar’ın edebiyatla olan narin gönül bağına yormalı bunu. Çocukluğun kurucu esareti dediğimiz o halde başlıyor her şey. Yaşamanın kurallarını öğrenemediği için kendi kurallarını belirleyen, karşı gelinmeyen, bastırılan bu cangılda tanıyoruz Hemo’yu, köyünü ve arkadaşlarını.
Bu cangıl büyük cangılı önceliyor tabii: Zalim, zorba babalar; merhametli, eril kaderin tutsağı anneler, bastırılan, sevgiden mahrum bırakılan çocuklar… Tüm bunlarla ve sistemli bir şekilde hatırlanmayan bir coğrafyayla yoğruluyor Hemo. Hatırlamanın dişilliği, geçmişin eril travmalarıyla çarpışıyor daima. Bu çarpışma, hem Hemo hem de okur için yıpratıcı bir yüzleşme olarak işliyor.
Coğrafyanın ve toplumun kaderine mahkum tanıdıklarımız: Deli Bilal, Salih, Dicle, Rezan… Öyle ki Hemo’nun merhametsiz babası tarafından zorla çıkarıldığı “erkek adam olma” yolculuğunun her bir eşiğinde bekliyorlar adeta onu ve bizi. Hemo arkadaşlığı, kardeşliği, aşkı; hayatın sunabileceği tüm temel güzellikleri kaskatı bir trajedinin ortasında tanımak zorunda kalıyor. Gelgelelim, her eşikte yas ve keder varsa, şiir de var. Hemo şiire bürünmüş insanlar sayesinde tutunuyor hayata. Hayat ne kadar silinemeyen,kabarık sayfalardan oluşuyorsa; şiir de o kadar “arı” ve uçuşuyor. En çok da bu tezatta buluyoruz kendimizi. Onunla şifalanıyor, onunla anlıyoruz; tıpkı Hemo gibi biz de şiir için, şiirle devam etmek istiyoruz hayata. Bir gün olsun sevgi göstermeyen, attığı her adımla yıkıma sebep olan “büyük” babalar yaralarken; Celal Sılay, Behçet Necatigil, Baki, Şeyh Galip sarıp sarmalıyor bizi.
Sedat Onar’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan romanı Hallerin Esiri, “herkesin ağlamasının kendine benzediği” hallerde, hayatın tüketici uçlarında esir olma hali: Yaşamda ölüme, özgürlükte coğrafyaya, hatırada ıstıraba… Ama yine de -ve her şeye rağmen- dünyanın en basit ve kolay erişilemez büyüsü kalıyor belleğimizde: Şiir. Asaf Halet Çelebi’nin mükemmelen ifade ettiği gibi, “küçük kelimelerin oluşturduğu büyük bir kelime”.
Büşra Uyar – edebiyathaber.net (11 Mayıs 2021)