Oğuz Atay, 1970’li yıllarda ard arda yayımlanan romanlarında bireyin kendisiyle hesaplaşma olgusunu, Türk edebiyatında alışılmadık bir roman tekniği kullanarak dile getirir. Yazarın ilk romanı Tutunamayanlar 1971 yılında yayımlanır. Bu yedi yüz yirmi beş sayfalık eseri altı ayda yazar. Büyük bilgi gerektiren bu eser tarihten psikolojiye, edebiyattan politikaya derin bilginin ürünüdür.
1972 Eylül’ünde ikinci romanı Tehlikeli Oyunlar ı yazarken, Yeni Dergi’de ilk öyküsü Mantolu Adam yayımlanır. Daha sonra bu öykü Beyaz Mantolu Adam adını alır. Aynı yılın kasım ayında Unutulan öyküsü izler. Öykü kafkaesk atmosfer içinde anlatılır. Kadın ana karakterdir. Eski sevgilisiyle ilgili anılarını bilinçaltına atmıştır, onunla ilgili her şeyi unutmuştur. Bu kadın karakter sevgilisi Sevin Seydi’ye göndermelerle doludur. Oğuz Atay’ın tutkuyla bağlandığı bir kadındır. Onun ilham perisidir, moral desteğidir, danışmanıdır. Kısaca yaşamına girmiş en önemli insandır, onun “büyük aşkı”dır. 1968 – 1969 yıllarına yayılan bir yılı aşkın bir süre birlikte yaşarlar. Bu dönemde Oğuz Atay, Tutunamayanlar ı yazıyordur. Romanın l5. bölümünde aşk epizodu kurmaca bir düzlemde yazılmış olsa da Sevin Seydi’ye yazılmış olarak algılanır. Metinde (Günseli Günseli seli seli Selim) adları geçse de okura Sevin Seydi’ye yazılmış olduğu izlenimi verir. Bu duruma Yıldız Ecevit şöyle açıklık getirir: “Ayrıca yazar, kime yönelik olduğu belli olmayan mektup formundaki bu metnin imza bölümünde, kadın ve erkeğin isimlerini yan yana getirerek yaratmak istediği amaçlı karışıklığı sürdürür. Önemli olan, kadın ve erkeğin birbirinin içinde eriyip yok olduğu, dış dünyadan hiçbir etkinin bozamayacağı, katıksız, duru, koşulsuz bir şakı ve ona eşlik eden yoğun coşkuyu metne güçlü bir enerji olarak aktarabilmektedir. İçinde noktalama imi kullanılmayan bu uzun metin, bir yandan duyguların bir coşku seli biçiminde akmasına olanak tanırken, öte yandan yazarın amaçladığı gibi kişilerin birbirinin içinde erimesine teknik olarak çok uygun bir ortam yaratır. Ortaya çıkan kargaşa bir açıdan da, otobiyografik gerçeklik düzleminin üstünün bir sis perdesiyle örtülmesine yol açar. Türk edebiyatındaki en güzel aşk epizotlarından biri olan bu bölüm, Oğuz Atay-Sevin Seydi aşkının oluşturduğu manyetik alanın kurmaca düzlemdeki yansımasıdır.”
667 sayfalık Tutunamayanlar ı bir yılı aşkın bir sürede bitirir. Oğuz Atay bir masada romanını yazarken diğer yanda Sevin Seydi yazılan sayfaları doğrudan İngilizceye çevirmektedir. Ancak romanın İngilizce çevirisi için yayınevi arayışında olurlar. Bulmak kolay olmaz, bulunan bir yayınevi de hiç tanınmayan bir yazarın romanını çok uzun bularak geri çevirir.
Oğuz Atay’dan ayrılarak Londra’ya giden Sevin Seydi, 1970’den 1973’ün başlarına değin, Londra-İstanbul arasında mekik dokur. Londra’da resim eğitimi alırken Maurice Whitby ile tanışması ile l973’ten sonra sürekli olarak Londra’ya yerleşir. Sevin Seydi’nin 1970’de Londra yolculuklarıyla başlayan kopuşu Oğuz Atay’ı yoğun bir yalnızlıkla başa başa bırakır. Bu yalnızlık 1974’te evleneceği Pakize Kutlu ile birlikteliğine değin sürer. Sevgilinin eksikliğini, ve bunun sonucunda hissettiği kırılmışlık, dağılmışlık duyguları içinde 25 Nisan 1970 tarihinde yazmaya başladığı günlüğüne şu notu düşer: “Selim gibi günlük tutmaya başlayalım bakalım. Sonumuz hayırlı değil herhalde onun gibi. Bu defteri bugün satın aldım. Artık Sevin olmadığına ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre, bu defter kaydetsin beni, dert ortağım olsun. (…) Kimse dinlemiyorsa beni –ya da istediğim gibi dinlemiyorsa –günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.” Yalnızlığını, ruh sancısını yazıyla telafi etmek tek çaresidir. Günlüğü bir tedavi unsuru olarak işlev görür. Yazdıkça eski sevgiliyle yüzleşmek yerine onunla daha çok iletişimde olur. Böylece yazı yazmak kaybolan sevgilinin yokluğuna direnmenin yolu olur.
Freud’a göre yaratıcı yazar, dış dünyada gerçekleştiremediği arzularını yaşayabilmek için kendine bir düş evreni kurar. Bu çerçevede bu günlük, Oğuz Atay’ın ruhsal dünyasında kurduğu düşlerin dışavurumudur. “Gene Sevin’den mektup beklemeye başladım. Aynı psikoza düşmek istemiyorum oysa. Yalnız, çalışabileceğim zamanlar ayakta durabiliyorum. Onun için güçlü olmak zorundayım. Bunu da becermek çok zor.”
Yaşama bağlanma nesnesi eski sevgilidir. Günlük bir yandan kaybı kabullenerek acıdan çıkmayı engellerken diğer yandan kaybedilenin anısını canlı tutmayı, onunla kurulan ilişkinin devam etmesini sağlar. Bu noktada günlük tutmak “tedavi” amacıyla yazıya tutunmaktadır. Günlüğün ilk sayfalarında sevgilisinden mektup bekler, yaşadıklarını anımsar, onun yeni kitap projeleri konusunda düşüncelerini öğrenmek ister. Sevin gitmiş olsa da varlığını sürdürür.
Sevin Seydi yazardan ayrıldıktan sonra üniversitede antik diller hocası Maurice Whitby ile birlikte yaşamaya başlar. Sevin ve Oxford mezunu Maurice Whitby kitaplarla dolu bir evde oturmaktadırlar. Bu kitapların bir kısmını kendi kütüphanelerine ait kitaplar oluşturur; büyük bir bölümü de antika değeri olan kitaplardır. Bunları müzayedelerden toplayıp, kataloglar oluşturarak Amerika’ya pazarlarlar. Sevin Seydi Oğuz Atay’dan ayrılmış olsa da, bağları kopmaz. Hatta Oğuz Atay birkaç kez onların Londra’daki evlerinde ziyarete gider. Maurice Whitby ile Oğuz Atay arasında entelektüel bir dostluk gelişir. Onlar sayesinde Batı edebiyatındaki yeni gelişmelerden haberdar olur. Oğuz Atay’ın kanser tedavisi süresince tedavi olmak için gittiği ve bir yıla yakın bir süre kaldığı Londra’da çift en büyük destekçileri olurlar.
Unutulan öyküsünde Sevin Seydi unutulan sevgili olarak karşımıza çıkar. Eski sevgilinin antika kitap satıcısı ile evlenmiş olması bize kadın anlatıcının tavan arasına gidip eski kitaplarını, fotoğraflarını araması olarak verilir. Öyküde somutla soyut yan yana yer alır. Anlatıcı kadın düşünen adamı terk etmiş antika kitap satıcısı ile evlenmiştir. Bu kurduğu yenidünyaya uyum sağlamıştır. Kadının tavan arasında eski fotoğraflar arasında bölük pörçük, kopuk kopuk anılarla hatırlamaları bir iç hesaplaşmasına dönüşür. Diğer yanda kadının terk ettiği sevgili intihar etmiştir. Sevgilinin intiharı örümcek ağları ile verilir. Ölü sevgilinin cansız bedenini örümcek ağları sarmıştır. “Eski sevgilisi yatıyordu yerde. Tozlanmış, örümcek bağlaması; tavan arasındaki her şey gibi. Kitap sandığına ve resim tahtalarına örümcek ağlarıyla tutulmuş eski bir heykel gibi. Sağ kolu bir masanın kenarına dayalı; parmakları kalem tutar gibi aşağıya kıvrılmış, boşlukta.” Tavan arası eski sevgiliden ayrılmış olmanın ona verdiği acıyı, sevgisizliği, kara düşünceler de hamamböceği ve böcek metaforlarıyla verilir.
Eski sevgilinin bedeni cansızdır ama bir cesetten çok, tavan arasında unutulmaya terk edilmiş eşyalardan biridir. Bir gün tavan arasına çıkan bu sevgili bir daha inmemiştir. Kadın ise gündelik yaşamın çarkı içinde tavan arasında çıkıp eski sevgiliye bakacak zamanı bulamamıştır. Tavan arası iki sevgilinin kopuşunu, iletişimsizliklerini, ara evrende sıkışmış kalmışlıklarının bu bedende somutlaşmış halidir. Atay, sevgiden kopuşun verdiği acıyı görsel bir nesneye “ölü bir bedene” çevirir. Tavan arasındaki eski fotoğraflar, annesiyle babasının resimleri, eski bir ayakkabı torbası, kırık birkaç lamba, ilk gittiği baloda giydiği elbise… Hepsi de buruşmuş, küflenmiş, tozlanmıştır. Eşyalar, ayakkabılar, kitaplar sandıklar arasındaki bu ölü beden anlatıcı tarafından garipsenmez. Akıl dışı bir imge sıradanlaşmış olur. Oğuz Atay acının resmini çizmiş, bu “örümcekli karanlığı” bu “tozlu tavan arasını” simgeleştirmiştir.
İkinci romanı Tehlikeli Oyunlar da yine Sevin Seydi okurun karşısına gelir. Bunalımlı bir yakarışla eski sevgiliden ayrılmış olmanın verdiği acı metne sinmiştir. Özellikle Düşüş adlı bölümde bu ayrılığın neden olduğu duyguları derinden okura hissettirir. “Bilge gitti albayım. Biliyorum, bir daha geri dönmez. Her şey benim yüzümden albayım. (…) Biraz hava mı alayım dışarıya çıkıp? Pek albayım. Belki Bilge’ye de rastlarım bu arada. Tam gitmiş olamaz, değil mi? Hiçbir şey böyle bir anda kaybolmaz, değil mi? Bilge, Bilge, neden beni yalnız bıraktın?” Yıldız Ecevit’e göre, metinde kendisini bırakıp Londra’ya giden Sevin Seydi’nin neden olduğu boşluk ve acı kimi yerde öylesine elle tutulur bir duruma gelir ki, metni bir ağıt-roman olarak okumak mümkündür.
Oğuz Atay Sevin Seydi’den ayrılsa da eski sevgili onun yaratıcı gücü olmaya devam eder. Günlüğe başladığı yıl, yazacağı romanla ilgili olarak ”Sevin’e göndermeli birkaç sayfa yazıp. Bakalım o ne diyecek?” diye soran Oğuz Atay yine günlüğünde “geçenlerde (…)bir gece rüyamda bir ipucu gördüm ve Sevin’e yazdım,” diyecektir. R
Kaynakça
Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, İletişim 2020
Yıldız Ecevit, “BenBuradayım…” Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası, İletişim 2005
edebiyathaber.net (19 Mayıs 2021)