Ruhlara inanmazdım. Yani… İnanmadığımı sanıyordum. İşin doğrusu, alay konusu olmamak için inanmıyor gibi yapıyormuşum. İçime işlemiş oysaki varlıkları. Taşındığım bu evle başladı her şey. Bilemezdim çocukluk inançlarımın yeniden yaşamıma gireceğini. Gerçeklik algım farklılaşmış, ruhlara inancım güçlenmişti.
Taşındığım bu kaçıncı ev, ben de unuttum. Kiracı olmak zor iş. Allahtan çok eşyam yok. Bekâr olmanın böyle kolaylıkları var işte. Marketlerden koli topla, evi derle toparla, uygun fiyata bir nakliyeci bul, hamal tut, eşyayı indirdikten sonra yerleşmeye çalış. Her şeyin yerli yerini bulması bir haftayı bulur. Önceki evin sahibi fahiş bir zam yaptı kiraya. Taşınmaya mecbur kaldım. Beş yıldır oturuyordum. Çevrede kiralar artınca, benim kiram gözüne battı ev sahibinin. Yol verdi işte. Burası şehrin kenarında kıyısında bir ev. Ulaşım sorunu var gerçi. Yalnız kirası uygun, doğalgaz var; diğer evden daha konforlu, bakımlı; hem burası daha geniş. Emlakçı parası da vermedim. Sahibinden kiralıktı. Daha ne isteyeyim. İki aylık depozito biraz canımı sıktı ya neyse.
Apartmandakiler sıcak insanlar. Taşınır taşınmaz bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sormaya başladılar. Hatta birkaç tadilat için yardımcı oldular. Ben musluk contası bile değiştiremem. O kadar beceriksizim yani. Elektriktense hepten korkarım. Apartmandakilerin çoğu hemşeri. Zamanında bir araya gelip yapmışlar apartmanı. Güzel insanlar. Yemek getiren mi dersin, akşam çayına çağıran mı dersin… Birinin duyduğu şey anında apartmanın bildiği şey oluyor yalnız. İletişim devriminin kökeni buralara dayanıyor olabilir! İlişkimiz gelişti, sohbetlerimiz koyulaştı. Sevmişlerdi beni. Çoğunlukla evin eski kiracılarından bahsediyorlardı. Memleketlerine hasada giderken bir araba kazasında yaşamlarını kaybetmişler. “Ne mübarek insanlardı,” diyorlar onlar için. Etkilemişti beni komşuların bu sevgisi ve ailenin trajik sonu. Bu aileye ilişkin gerçek mi, hayal mi onca şey duyunca aileyle dost oldum sanki. Gizlileri, saklıları, bilmediğim şey kalmamış olmalı. Merakım giderek daha da depreşiyordu oysaki. Zihnim bu aileyle dolup taşmaya başladı. Rüyalarımı ziyaret ediyorlardı artık.
Pandemi ortaya çıkınca evden çalışmaya başladım. Buna benim hastalıktan korunma takıntım da eklenince üç ay boyunca evden dışarı adımımı atmadım. Önce oyalanıyordum bir şeylerle. İştir, sosyal medyadır, televizyondur derken vakit bir şekilde geçiyordu. İhtiyaçlarımı sokaktaki bakkala sipariş veriyordum. Ölüm haberleri geldikçe tedirginliğim artıyordu. Kapana kısılmıştım sanki. Ölmekten korkuyordum. Acılar içinde ölmektense daha çok. Dengemin bozulduğunu hissediyordum. Bana getirilen yemeklere kuşkuyla yaklaşıyordum, bakkal siparişlerimi dezenfeksiyon etmeden mutfağa almıyordum. Misafir kabul etmiyordum. İnsansızlaşmıştım. Komşularım tedirginliğimi anlamış, iletişimi sınırlamıştı benimle. Anlayışla karşılıyorlardı beni, biraz da tuhaf bularak. Bir boşluğa düşmüştüm. Yapıp ettiğim şeyleri yapamaz olmuştum. Mutsuzdum. Yalnızdım. Beni sarsacak, kendime getirecek bir şeylere ihtiyacım vardı. İşi savsaklamaya başladım önce. Ne film, ne sosyal medya ilgimi çekiyordu artık. Neredeyse duvarlarla konuşacaktım. Tam böyle olmadı, ama duvarlar konuşmaya başladı!
Zamanla bu evin eski kiracıları işgal etmeye başladı zihnimi. Onlarla yatıp onlarla kalkıyordum. Kanlı canlı hissetmeye başladım varlıklarını. Görünüşlerini tahmin etmeye çalışıyordum kendimce. Bir gün bu yaşamlar kaybolup gitmişti; ancak komşularının anıları yaşatıyordu onları. Bu anılar beni de esir almıştı. Ben de komşular kadar iyi tanıyordum onları. İç içeydik sanki. Bir süre sonra işin rengi değişti.
Önce evde sesler duymaya başladım, fısıltı gibi mırıl mırıl. Deliriyor muydum, bir perde mi açılıyordu önümde, bilemedim. Kulak kabarttım bu seslere. Sanki bu insanlar yaşamaya devam ediyordu. Kimse ölmemişti sanki. Daha sonra seslere alıştım, daha net duymaya başladım konuşmaları. Önce irkildim. Sonra duruma ayak uydurdum. Tüm dikkatimi bu konuşmalara verdim. İşi gücü bırakıp mahrem bir alana adım attım. Farkımdalarmış gibi gözükmüyorlardı. İlginç bir uğraş bulmuştum kendime. Ne konuşulursa duymaya, kaçırmamaya çalışıyordum. Sanki bir radyo yayını dinliyordum. Yalnız geçen onca zamandan sonra… Şaşkındım. Evin eski kiracıları dile gelmişti. Bir zaman kaymasının içindeydim sanki. Seslere yüzler uydurmaya çalışıyordum hayal gücümü kullanarak. Bu evin geçmişini soluyordum. Yaşanmış yaşamlar peşimi bırakmıyordu. Benim de uzaklaşmak gibi bir niyetim yoktu. Alıştım, şikâyet etmiyordum. Dinliyordum büyük bir merakla. Onlarla yatıp onlarla kalkmaya başladım. Bir şey kaçırmamak için uykusuz kaldığım zamanlar da oldu.
Pencereden anne bağırıyor, “Yavaş koş kızım, hadi yemek yiyeceğiz, eve gel artık,” diye. Sonra adam, “Sofra ne zaman hazır olacak,” diye soruyor. Yaşlı bir kadının sesi hepsini bastırıyor, “Takma dişlerim nerede benim.” Ergen bir çocuk söyleniyor, “Yine mi mercimek çorbası be anne.” “Nimete saygısızlık etme,” diyor bağırarak adam. Birlikte sofraya oturuluyor. Yemek sonrası işyerindeki sıkıntılar, mahallede yaşananlar, akrabalar, anılar konuşuluyor. Bir yandan televizyon izleyip, çaylarını yudumluyorlar. Düğün ve cenazelerden bahsediliyor. Kadim bir dedenin askerlik anılarının bahsi geçiyor bazen. Ebeveynler çoğunlukla günün yorgunluğuyla kendini yatağa atıyor, ara sıra da sevişiyor. Babaannenin mırıltılı duaları hiç durmadan bir ezgi gibi tüm evi dolaşıyor gece gündüz. Bitmeyen bir akış. Hayatıma ortak olmuşlardı işte. Farkına varmadan. “Sakın bitmek bilmeyen bir rüyanın içinde olmayayım,” diye düşünmedim de değil. Önceleri çok korktum. Deliyorum sandım. Sonra keyif almaya başladım. Tekdüze hayatım renklenmeye başlamıştı.
Kocaman bir ailem vardı artık. Ailemin benden haberi olmasa da. Evdeki tüm vaktim konuşmalarını dinlemekle geçiyordu. Tüm meşguliyetim yeni ailem olmuştu. Gürültücü kız kardeşim, her fırsatta banyoya koşturan ergen erkek kardeşim, çalışmak dışında başka bir şeyden anlamayan otoriter babam; evi çekip çeviren, her şeyi bir kader gibi yaşayan annem, ölümü bekleyen ve hiç ölecekmiş gibi görünmeyen babaannem ve bana ruhlar da ölür müymüş dedirten asker dedemle mutluydum. Yalnızlık uzak bir haldi artık benim için. Bu mutluluk hali hiç bitmesin istiyordum.
Derken işi savsakladığım için işten atıldığım haberini aldım. “İstifanı yaz, tazminatını yine de verelim,” dediler. Bunca yıllık emeğimi görmezden gelmemişlerdi. Benim için uygundu. Kredi kartı borçlarını ödeyecek toplu bir para demekti bu. Kendimi eve kapatmanın beşinci ayında iş aramam gerektiğini fark ettim. Evdeki sesler çok cezbedici olsa da iş görüşmelerine gitmem gerekiyordu. Hastalık takıntımı da esnetmeye çalıştım. Yapacak bir şey yoktu. Aklım hep evdeydi yalnız. İş ararken dışarıda bayağı vakit geçirmeye başladım. Ruh halim de değişmeye başlamıştı. Dışarının havası beni yaşamın hırgürünün içine çekiyordu. Sokağın sesini unuttuğumu fark ettim. Algılarım şaşmıştı. Zihnimin beslenme kanalları çeşitlenmişti. Evin dışında da bir yaşam akıp gidiyordu. Yeni aileme yeterince vakit ayıramıyordum. Üzgündüm. Onların varlığı yalnızlığımın tek teselliydi.
Dışarıda daha çok vakit geçirmeye başladığımdan bu yana sesler önce mırıltıya dönüştü. Bir süre sonra silinip gitti. Uzaklaşmıştım bir süre onlardan. Ne bilirdim böyle olacağını. Tüm ev sessizliğe büründü. Beni terk ettiler. İnanamadım. O kadar alışmıştım ki. Ailemi kaybetmiştim. Günlerce geri gelmelerini bekledim. Özlem basmıştı içimi. Gelmediler. İçimde kocaman bir boşluk büyüyordu. Acımı paylaşacağım birine ihtiyacım vardı.
Uzun süredir görüşmediğim bir arkadaşımı aradım. Halden anlayan biriydi. Anlatmam gerekiyordu yaşadıklarımı. Susup, kendime saklayıp duramazdım. İsterse deli desin. Arkadaş sakin sakin, anlayışla dinledi beni. Şaşkınlığını ses tonundan yakalayabiliyordum yine de. Ne zamandır evde olduğumu, kimseyle görüşüp görüşmediğimi sordu. Ruh halimi anlamaya çalışarak beni biraz yokladı. Gerçeklik algımı test etti kibarca. Kendimi çok kapatmış olabileceğimi söyledi. Korkutmuştum onu. Hasta muamelesi yapıyordu bana, farkındaydım. Söz de oraya geldi zaten. Bir psikologla görüşmemi tavsiye etti. Kendisini de her zaman arayabileceğimi belirtti. Dostçaydı yaklaşımı, ancak durumumu anlamaktan çok uzaktı. Sanrıya tutulduğumu sanmıştı. Yaşadığım deneyim gerçek gelmiyordu ona, biliyordum. Yaşadıklarımı nereye koymalı o zaman. Ruhlar yanı başımda, şuradaydılar. Bir inanç meselesi olmaktan çıkıp, somut bir gerçekliğe dönüşmüştü benim için. Bir arada yaşadım onlarla. Sonra beni terk ettiler, o ayrı.
edebiyathaber.net (20 Mayıs 2021)