İnsan; doğar, büyür, gelişir… Sonrasında hayatında birtakım değişikliklere gider, yönünü değiştirir. Bu yön değişikliğinin sonuçlarından biri de ebeveyn rolünü kazanmadır. Ebeveyn değil henüz adayı olduğunda kurulan hayallerden biri çocuğun çok kitap okumasıdır. Hemen her ebeveyn çocuğunun iyi bir okur olmasını ister. Peki, bunun için ne yapar? HİÇ! (Sözüm, kitabı temel ihtiyaç maddeleri sırlamasında 235.sıraya koyanlaradır.) Bu “hiç”in sonucunda da günümüzde yaşanan sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Nedir bunlar? Kişi başına düşen kitap sayısının yıllar itibarıyla sabit kalması, artışa geçmemesi, yazarların eserlerini yayımlayacak yayınevi bulmakta zorlanmaları, salgın nedeniyle de kitapevlerinin uzun süredir kapalı kalması vs. Tabii bu 235.sıra gerçeğimiz olmasaydı kitapevlerinin kapanması söz konusu olmayabilirdi. Tıpkı fırınlar gibi, tıpkı marketler gibi onlar da açık kalırdı.
Çocukların kitap okuma istek ya da isteksizliklerinden geldik buralara. Ama gerçek bu. Bir çocuğun kitap sevgisini tartarken bu 235. sıra gerçeğini de aklımızın bir köşesinde tutmalıyız. Bir de şunu unutmamalıyız. Çocuğun kitabı sevmesi için doğru zamanda doğru kitapla buluşması gerek. Elimde bununla ilgili güzel bir örnek kitap var. “Bir Zamanlar Okumayı Sevmeyen Çocuk.” Dinozor Çocuk etiketiyle buluştu bizimle. Karine Tournade yazmış, Loren Bes resimlemiş. Murat Erşen de Fransızca’dan dilimize kazandırmış.
Doğum günü kutlamasıyla başlıyor kitap. 9 yaşında bir çocuk için en mutlu, en unutulmaz anlardır bu kutlamalar. Kahramanımız Hugo ise o kadar keyifli değil. Nedeni ise şu satırlarda gizli: “… Benim için olduklarını biliyordum, tam da bu yüzden reddediyordum ya ilerlemeyi. Gayet iyi görüyordum onları, hepsi üstü üste masadaydı. Oradaydılar, hepsi aynıydı. Hep aynı olurdu. Hiç sürpriz olmazdı. Biçimleri daima düz ve dikdörtgendi…” Sanırım bu noktada biz yetişkinler/ebeveynler durup bir düşünmeliyiz. Kitap hediye edeceğimiz zamanı da doğru seçmeliyiz!
Kitap sevmeyen Hugo’nun yaşamını değiştirense bir kütüphane oldu. Bilindik hikâyelerde olduğu gibi orayı çok sevdiğinden değil ama. Aksine hiç sevmediği ve zorla götürüldüğü (sınıf gezisi) bir gezinin sonunda gelişiyor olaylar. Kitap okumaya zorlanmasın diye saklandığı ve uyuyakaldığı köşeden çıktığında kütüphane çoktan kapanmış ve sınıf arkadaşları evlerine dönmüşlerdi. Bu durum kitaplara olan nefretini daha da artırmıştı. Bunun için söylenebilir mi bilemiyorum ama ne demişler, “en büyük aşklar nefretle başlar.”
Hugo kütüphanenin o boşluğu ve sessizliğinde bir iç çekiş duyuyor. Kafasını kaldırdığında karşısında bir elma boyunda, bir kitap yaprağı kalınlığında, kâğıttan gencecik bir kız görüyor. Bu bir prenses ve kim bilir hangi kitabın içinden düşmüştü? Hugo ile yakınlık kurup içinden düştüğü kitabı aramaya başladıklarında Hugo için de değişim başlamıştı. Doğru kitabın içine yeniden dönmesini sağlamak için kitapları okumaya başlayan Hugo, okumanın hazzını da almıştı farkında olmadan. Sonrası? Sonrası ya da sonu şöyle: “… O gece yorgun ve üzgün hissetmesine rağmen Hugo sabaha kadar okumaya devam etti. Kâğıttan küçük prenses sayesinde okumak artık ona inanılmaz bir mutluluk veriyordu. O günden sonra Hugo okumayı bir daha bırakmadı.”
Kitabın kapağında “Okumayı Sevmeyen Çocuk” adını görünce çok başka anlamlar çağrıştırsa da hemen üzerinde daha küçük puntolarla yer alan “Bir Zamanlar” ifadesini fark edince durum değişiyor. Bunun da ustalık ve bir tasarım başarısı olduğunu düşünüyorum.
Sonuç olarak; yazar bize diyor ki; okumayı sevmeyen çocuk yoktur. Doğru kitaplarla tanıştırılmayan çocuklar vardır.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (31 Mayıs 2021)