Şair Salih Bolat’ın düz yazılardan oluşan kitabı Gittikçe Yakın, Varlık Yayınları’ndan yayımlanarak okurla buluştu. Şairin entelektüel birikimi, sosyal-kültürel ve felsefi yönelişlerini anlamak açısından düzyazı yazması oldukça önemlidir. Kitap iki bölümden oluşuyor. Yakın Okumalar bölümü; Behçet Necatigil, Attilâ İlhan, İlhan Berk, Edip Cansever, Arif Damar, Melih Cevdet Anday, Gülten Akın, Fürug Ferruhzad, Özdemir İnce, Adnan Azar, Hasan Hüseyin, küçük İskender ve Hüseyin Ferhad üzerine yazılardan oluşuyor. Yakın Düşünceler bölümü ise daha çok kişisel yaşantılar, şiir, müzik, tiyatro, önemli sosyal ve kültürel olaylar, aşk ve şiir üzerine çeşitli tartışmalar hakkında yazılmış yazılardan oluşuyor.
Yakın Okumalar
Salih Bolat, Necatigil şiirlerini yeniden okurken gelenek vurgusu yapar. Sadece şairler değil diğer sanat dallarında eser veren sanatçılar da hem geçmişte hem de kendi dönemlerinde eser veren sanatçıların eserlerini araştırarak, okuyarak ve tartışarak kültürlenir. Bir sanatçı önemli ve büyük olarak görülen sanatçı ve eserlerinin neden önemli olduğunu merak edip gerekli çalışmaları yapmıyorsa kendi varlığıyla ters düşer ve kendi sanat anlayışını dar bir çerçevede tutarak her döneme seslenen eserler vermekten yoksun kalır. Bolat bu anda Attilâ İlhan’ın “Bir şair kendinden iki yüz yıl önceden bu yana yazılmış şiiri tanımalıdır.” görüşünü benimsediğini ve Necatigil şiirinin kendisi için önemli olduğunu söyler.
Attilâ İlhan ve İlhan Berk şiirlerinde daha çok yabancılaşma kavramı üzerinde durulur. Yabancılaşma kavramının insanın varoluşuyla beraber ortaya çıktığı söylenebilir. İnsan var olduğu anda ilk olarak doğaya ve bulunduğu dünyaya yabancıdır. Dolayısıyla yabancılaşma insanda anlamını bulan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Yabancılaşma kavramı Grekçe değişme, değişim, başkalaşma, niteliksel değişme anlamlarına gelen alloiosis kelimesiyle karşılanır. Türkçeye ise Farsçadan yaban ve yabancı sözcüklerinden türetilerek aktarılmıştır. Yabancılaşma insanın kendi beninden uzaklaşması kendinde kopması olarak ifade edilebilir. Felsefi olarak yabancılaşma kavramı bir varlığın kendi tarihsel varoluşu karşısında nesne durumuna düşmesidir. Hegel yabancılaşma kavramını insanın kendi tininden ve doğal olarak içinde bulunduğu yaşama alanından kopması ve uzaklaşması anlamında kullanır. Hegel’e göre insan ve içinde bulunduğu ortamlar var oldukça yabancılaşmada sürekli olarak var olacaktır. İnsan kendi benliğini bir bütün olarak algılayamayıp bilinçli olarak hareket edemediği zaman yabancılaşmış olur. Kendi bilincinden ve benliğinden kopan, uzaklaşan insan kendine karşı öteki durumuna düşmüştür. Bu uzaklaşma ve kopuş nesneleşmeyi beraberinde getirir. Nesneleşen insan adete canlı bir makine veya robot haline gelir. Duygu ve düşünce dünyası önce kendinden sonra da inançlarından ve toplumdan uzaklaşır. Sonuç olarak ise insan bireysel ve toplumsal var oluşunu görmezden gelir ve her şeye kayıtsız kalır. Böylece insan kendine ve yaşadığı doğaya ve kültüre ait olma duygusunu kaybeder. Salih Bolat, Attilâ İlhan ve İlhan Berk şiirlerini yabancılaşmanın panzehiri olarak görür.
Gittikçe Yakın’da Edip Cansever ve Arif Damar şiirlerinde dikkat çeken duygu yalnızlıktır. Bolat, Richard Sennet’in üç tür yalnızlıktan söz ettiğini aktarır. Birinci tür yalnızlık iktidar tarafından dayatılan yalnızlıktır. İkinci tür yalnızlık iktidar sahiplerini korkutan yalnızlıktır. Üçüncü tür yalnızlık ise iktidarla hiçbir ilişkisi olmayan yalnızlıktır. Şairin yalnızlığı üçüncü tür yalnızlıktır. Edip Cansever yalnızlıktan çok şiir yazmaya yönelirken; Arif Damar yalnızlıktan çocukluğunu aramaya yönelmekle kurtulmaya çalışır.
Melih Cevdet Anday şiiri değerlendirilirken şiir ve düşünce üzerinde durulur. Bolat’a göre Anday’ın şiirlerinde düşünsellik ön plandadır. Ancak bu düşünsellik felsefi bir metindeki veya düzyazıdaki bir düşünsellik değildir. Şiirin amacı her şeyden önce dildir. Şiirde dil bir düşünceyi aktarmaz; imgesel düzlemde temsil eder yalnızca.
Gülten Akın şiiri de yalnızlık açısından ele alınır. Bireysel duyarlılığının baskın olduğu dönemde Gülten Akın’ın yalnızlığı öteki bireylerle iletişimsizlik ve kendi kendine yeterlilik anlamında bir yalnızlıktır. Son döneminde ise Akın, kendi sonsuzluğunda kendi kendisiyle yüzleşen, kendi sınırları tarafından engellenmiş olan bir yalnızlık içindedir.
Özdemir İnce şiirini lirik bir şiir olarak ele alan Bolat, onun şiiri kadar düzyazı konusunda da üretken olduğunu ortaya koyar. Adnan Azar şiiri ise dilsel nitelik boyutuyla değerlendirilir. Roland Barthes’e göre şiir bir nicelik değil; niteliktir, tözdür, cevherdir. Adnan Azar, şiirin nitelik olduğunu iyi bilmesinin yanında şiir dilinin iç müziğini ve ses olanaklarını da şiirinde imkân olarak kullanmıştır.
Hasan Hüseyin’in şiiri başlangıcından sonuna kadar bir gelişim içindedir ve toplumsal duyarlılık ön plana çıkar. Toplumsal duyarlılıkla şiir yazan Hasan Hüseyin’in şiirlerinde ses dengeli ve yeterli bir şiddette kullanılmıştır. Böylece şairin çarpıcı ve özgün bir imgeleme sahip olduğu ortaya konulmuş olur.
küçük İskender’in ilk şiirleri 1980’li yıllarda Adam Sanat dergisinde yayımlanır. Şaire Mehmet Fuat önem ve destek verir. küçük İskender’in şiirinde kent hayatının içinde varlığını kaybetmiş bireyin yaşamda kalma çabasının bir ürünüdür. Bu anlamda İskender’in şiirine marjinal bir insan duyarlılığı cesur bir şekilde yansımıştır. Her türlü değere, ahlakiliğe, düzene ve otoriteye saldıran nihilist bir temelde gelişen İskender’in şiiri, argo ve açık seçik bir dil önerdiğinden özellikle kentli genç kuşak şairlerinde karşılık bulmuştur.
Salih Bolat kitabının bu bölümünde son olarak Hüseyin Ferhad şiiri üzerinde durur. Onun şiiri Ortadoğu ve Asya’yı içine alan geniş sınırlara dayanan bir şiirdir. Hüseyin Ferhad kendine özgü bir kültürü olan şairdir. Onun şiir öznesi Cengiz Han ordusundan kovulmuş bir sanatçı, İpek Yolu’nda bir kervanın muhafızı, Osmanlı Sultanı’nın şehvet kölesi olmak isteyen bir yeniçeri, Antik Orta Asya’daki bir Türk boyunda Şaman tarafından kutsanmak istenen yiğit, kendini barbar olarak niteleyen ama gerçekte asil ruhunun kimsenin farkına varmadığı bir mecnun, zavallı görünümünün altında ne akınlarda kılıç sallamış bir levent, bir zamanlar güneşi serçeparmağında taşıyan ama bir aşkın onu tanınmaz hale getirdiği bir meczup, Ortadoğu’da, Mekke’de, Şam’da dolanıp duran, çok trajik şeyler görüp geçirmekten yüreği parçalanmış bir gezgin. Ferhad’ın şiirinde barbar ve yaban olarak öne çıkan özne modern dünyanın insanlık dışı olan değerlerine bir başkaldırıdır. Aynı zamanda onun şiirinde postmodern estetiğin nostalji, tarihsel göndermeler ve metinlerarasılık gibi özellikleri de ön plana çıkmaktadır.
Yakın Düşünceler
Salih Bolat bu bölümde daha çok kişisel yaşantılar ve düşüncelerinin yanı sıra; şiir, müzik, tiyatro, önemli sosyal ve kültürel olaylar, aşk ve şiir üzerine çeşitli tartışmalar üzerinde duruyor. Bu bölümde Salih Bolat’ın 1980 kuşağı olarak adlandırılan şairler içerisinde kendi şiirinin toplumcu gerçekçi bir anlayışla değerlendirilip sınırlandırılmasına güçlü bir itirazı vardır. Yüzeysel bir toplumsal ve bireysel imgelemden ziyade evrensel boyutta ki gerçekliği kavramaya çalışan bir imgelemin peşinde olduğunu söyleyen şair; şiirlerindeki toplumsal ve politik göndermelerin şiirsel bilinç ve bilgi açısından yetersiz olan bazıları tarafından toplumcu gerçekçi olarak algılandığını söyler.
Bu bölümün en dikkat çeken yazılarından birisi; Tuhaf Bir Yaratık: 1980 Kuşağı isimli yazı. Bu yazıda 1980 kuşağının genel olarak sekiz kategoride (İmge Şiiri, Folklorik/Mitolojik Şiir, Mistik/Metafizik Şiir, Gelenekselci Şiir, Toplumcu Şiir, Beatnik/Marjinalci Şiir, Yeni Garipçi Şiir) değerlendirildiğini belirten Bolat, bir kuşağın sekiz farklı yönelimde değerlendirilmesini kuşak kavramının temeliyle çeliştiğini ifade eder. 1980 kuşağı içinde kendi şiirinin toplumcu şiir olarak tanımlandığını oysa bir yandan imgesel bir yandan da anlatımcı öğeler taşıyan şiirinin sadece toplumsal olarak sınıflandırılmasını yanlış ve çelişkili bulur. Ayrıca 1980 kuşağı için bir yandan “şiire şiir dışı bir ödev yüklenmemiştir/ şiir politikadan, ideolojiden, mesajdan soyutlanarak kendi içine yönelmiştir” tespiti yapılırken öte yandan toplumcu şiir kategorisi altında kimi şairlerin isimleri sayılıyor. Bu durum başlı başına çelişkidir. Bu itiraz bizce haklıdır. Ayrıca şairin asıl tehlikeli gördüğü şey bu akademik çalışmaların belirtilen çelişkili durumlarla birlikte ders kitaplarına yansıması ve gerçek, yanlış, haksız bir tarihselleştirmenin adeta kalıcı biçime gelmesidir.
“İki saatlik ömrün kaldı deseler ne yaparsın?” sorusuna Salih Bolat, “ağaçlara koşarım” yanıtını veriyor. İncir ağacına, dut ağacına, zeytin ağacına, ladinlere ve diğer birçok ağaca koşar şair. Bu ağaçlar ona çocukluğunu, anılarını hatırlatır. Çünkü ağaçlar ona hem heyecan verir hem de yaşamı duyumsatır.
“Çocuklar İçin Yazmak Çocuk Oyuncağı Değildir” adlı yazısında çocukların zihin dünyasında önemli yer eden kitaplara eleştirel bir değerlendirme yapar şair. Kitaplar çocukların anadillerini öğrenme sürecine katkı sunarken öte yandan da toplumsal karakterleri tanıma ve davranış tarzlarını öğrenme, nesnel gerçeklikle deneyimlerini sentezlemelerine yardımcı olur. Çocuklar kitaplar sayesinde paylaşmayı, pişman olmayı, acımayı, sevmeyi, hoşlanmayı öğrenecektir. Bu nedenle önemli olan konunun sadece çocukların anlayabileceği bir dil yapısıyla kitaplar yayımlamak değil aynı zamanda içeriğinde çocukların zihin dünyasına uygun olması gerekliliğidir.
Salih Bolat “Dergiler Edebiyatın Mutfağı mı?” diye sorar ve dergileri genel olarak ikiye ayırır: ticari dergiler ve kültür dergileri. Ticari kaygıları ön planda tutan ticaret dergileri, popüler kültüre yönelik ve kâr sağlama amacıyla yayımlanır. Şair bu dergileri edebiyatın mutfağı olarak görmez. Asıl önemsediği dergiler kültür dergileridir. Zira kültür dergileri şair ve yazarların gelişiminde önemli bir yer edinir. Edebiyatın mutfağı olan kültür dergileri özellikle yolun başındaki şairler için önem arz eder. Genç şair dergiden gelecek tepkiyi kişiliğine değil şiirine yapılmış bir duruş olduğunu kabul etmeli ve kendini geliştirmeyi seçmelidir. Şair kararlı, eleştirilerden yararlanan, vazgeçmeyen ve küsmeyen bir bakış açısıyla şiirini geliştirmelidir. Gerçek şair tavrı budur. Şair, başka şairlerden etkilenmekten korkmamalıdır. Çünkü Salih Bolat’a göre her şiir bütün diğer şiirlerin bir sonucudur. Her şair mutlaka kendi döneminden veya daha önceki dönemlerdeki şairlerle ilişki içindedir. Bu ilişki uzlaşma veya reddetme şeklindedir. Bu ilişki türü ne olursa olsun bir etkilenmeden söz edilmesi kaçınılmazdır.
Kim ne derse dersin, şiir sessizlikte ve az konuşmakta vardır der Bolat. Şiir ona göre tükenmeyen bir öğrenme sürecidir. Şiirin nesnesi hayattır. Toplumsal hayatta bağırarak öyle ya da böyle kendimize bir ediniriz ama şair olarak asla! Şiir yazmak özgür bir eylemdir ama başıboş bir eylem değildir. Son kertede Salih Bolat şiirlerindeki yetkinliğinin yanında düz yazıdaki entelektüel birikimini okura aktarabilen ender şairlerden.
edebiyathaber.net (1 Haziran 2021)