Gündelik olanın içine yerleşen istismar, taciz gittikçe ağırlaşıyor. Bedene, düşünceye, varlığa tecavüz eden bir şey olmamış gibi devam ediyor, diğer yanda, kişinin, toplumun, insanlığın tecavüze maruz kalışını izleyenler, buna maruz kalanlar duruyor. Bilerek, bilmeyerek, inkar ederek, unutmayarak suç ile yaşamak öğrenilen, öğretilen bir ‘yer.’ Buraya yerleşmeyen, yerleşemeyen, geçmiş, şimdi, gelecek örüntüsünde suçu ortaya çıkarmak için mücadele veriyor; ancak, gerçek, yasa ve vicdan tarafından görülmeyen, geçersiz kılınan bir miras. Matematiksel adaleti sağlayan paylaşım yetersiz, odadaki filden söz etmemek sorunu çözmüyor. Miras/gerçek, herkesin payına düşeni aldığı, ahlaksal olan paylaşımda beliriyor. Politik doğruculuğa sığınmadan, tarafsızlık iddiasını bırakıp seçim de yapmadan, sadece hikayeyi tanımak, öğrenmeyi istemek yeterli. Kişiye, topluma, insanlığa karşı işlenen suçu tanımak, gerçeği öğrenmek yeterli. Vigdis Hjorth ‘Miras’ romanında, baba tarafından cinsel tacize uğrayan mağdur üzerinden toplumsal, politik süreçlere uzanıyor. Romanın ana karakteri Bergjlot’un kişisel olan politiktir anlatısı Filistin, Saraybosna, Balkanlar ilişkilendirmeleriyle romanın politik söylemini güçlendiriyor.
Varlığıyla, hikayesiyle yok sayılan Bergjlot elli yaşında. Beş yaşında babanın cinsel tacizine mağruz kalan, çocukluğu ensest suçla karartılan bir kadın. Yaşanılanları annesine açıkladığında yalan söylemekle suçlanmış, ahlakçı olmakla, babanın çıkardığı ufacık arızayı büyütmekle. Anneye göre, Bergjlot suçu normalleştirmediği için suçlu. Bir ara babadan gelen itirafın sesi duyulmuş, ama anne bunu da örtbas etmiş. Ödenecek bedeller, konforlu hayatın kaybolma korkusu, feda edilmesi gerekenler nedeniyle suç gizlenmiş. İbsen’in Nora’sı üzerinden de betimlenen anne Tarlakuşu Devrinden kalma, kimliğini güzellikle tanımlayıp, çocuksu olmayı tercih eden, teslim olan, kendi doğurduğunun yerini almasından korkan, bolca intihar teşebbüsü biriktirmiş, gizli aşkına kavuşamamış, çektiği acıları anlatarak suçlayan, hep ilgi bekleyen dram sever. Romanın çatışması burada oluşuyor, Bergjlot suçu işleyenle değil, suçu gizleyen, yok sayan, görmezden gelenin varlığıyla çatışıyor. Vigdis Hjorth bu nedenle romanın başlarında babayı öldürüyor. Suçu yaratını öldürmek anlatının önemli sorgulamalarından, ispatı mümkün olmayan, delil sunulamayan suçun faili de kayboluyor. Bergjlot’un elindeki tek gerçek geçmiş, yaşanmış, olup bitmiş ama devan eden şeyler.
‘Miras’, baba ile kızın, taciz eden ile mağdur olanın hesaplaşmasına değil, suça izin verene, mağdurun hikayesini dinlemeyene, kabul etmeyene dönüyor; anneye, kız kardeş Astrid’e. Bergjlot, onunla aynı fikirde olmayanları ikna etmek için değil, onunla aynı fikirde olanlar yalnız olmadıklarını bilsinler diye anlatmak istiyor. Vigdis Hjort, ana karakteri üzerinden suç karşısında bir şey yapmamayı, bunu bilinçli bir şekilde tercih etmeyi eleştiriyor. Anne, gerçeği görmeyi istemeyip, suçu kapatıp kaçarken Bergjlot için taciz eden kadar suçlu, suça izin veriyor, suç karşısında onu koruyamıyor. Öfke, keder arasında gidip gelen Bergjlot her şeye rağmen annenin, babanın gerçeğini görüyor. Annenin güçsüzlüğü, babanın zayıflığı, insan olmanın hiç kolay olmayışı karşısında acı çekiyor. Arkadaşı Bo’nun konuşmalarıyla, savaşı yorumlayışla kendi iç hikayesini anlamlandırıyor; suç işleyenler mağduru görmekten değil, onlarda kendilerini görmekten kaçıyorlar, kurban konumunda oldukları kendi aşağılayıcı tarihlerinin hatırlatılmasını istemiyorlar, çünkü onlara geçmişte yaptıklarına ve hala yapmakta olduklarına dayanamıyorlar. Bergjlot’un, kişinin uğradığı haksızlık genişliyor, yok edilmeye çalışan gerçek, suç toplumun bedenini zehirleyebilecek yollar buluyor, redde dayalı düzenin şaşalı görünüşünün altına itilmiş şeyler bunlar. ‘Miras’ politik anlatısını sunuyor, insanlık, dünya tecavüze uğruyor.
Suçun aktarımı, geleceğe miras kalışı romanın önemli izleklerinden. Her şeyi izleyen ve bir şekilde yaşanılanlara eklenen Bergjlot’un ve kardeşlerinin çocuklarıyla temsil edilen gelecek, geçmişi, gizlenen gerçek, suç ya da her şeyi mahfeden bir yalan olarak tanımlayarak devam ediyor. Vigdis Hjort’un etiği burada işliyor, bu da bir suç değil mi? Romanın finaline, Bergjlot ile torunu Emma’nın konuşmasına yerleşen soru, tarihin değişebilmesi, korkunç tekrarın içinden çıkılması mümkün mü? Bergjlot için, tarihin gelecek üzerindeki yıkıcılığını azaltmak niyetindeyseniz herkesin tarih anlayışı masaya yatırılmalı ve kabul görmelidir, uzlaşma ancak çatışma içindeki tüm tarafların kendi hikayelerini ortaya koymalarından sonra mümkün olabilir. Bu açıklamayla birlikte romana bir soru daha ekleniyor, yaşanılanları, kurban-cellat ayrımlarına girmeden, medyanın, insanların, hepimizin yaptığı gibi basitleştirmeden anlamak mümkün mü? Herkesin harika olduğu bir dünyada, mağdurlar dışında adaleti, dürüstlüğü tahsis etme talebi olan kişilerin, kurumların varlığına ihtiyaç duyulmamalıydı belki de. Gelecek, haksızlık üzerine kurulan barışa yerleştiriliyor. Sınırı aşanlar, öldükten sonra barışmayı umanlar, suçla yaşamaya alışanlar, duruş sahibi olanlar, vazgeçenler, ihmal edilenler, susturulanlar, herkes burada, herkes harika. Haksızlık üzerine kurulan barışın övgüye ihtiyacı var, bu nedenle iyilik lisanına, karşılıksız uzlaşmaya, minnettarlığa ihtiyaç duyuluyor; Astrid ile tanışıyoruz.
İnsan hakları alanında çalışan Astrid, Bergjlot’un herkesi anlayan, hak veren, seven, tarafsız, barışçıl, uzlaşmacı olan kardeşi. Ama Bergjlot için Astrid böyle biri değil. Anne babası ile Bergjlot arasında kaldığı için üzgün olduğunu belirten Astrid, babanın istismar suçuna karşı, herksin hatası vardır diyebilen, aileye minnettarlık duyan ve saygı gösterilmesini bekleyen makul ses. Astirid aileyi kutsarken Bergjlot’u da bırakmıyor, onu ne kadar yok saysa da, önemsediğini anlatmak için zorluyor. Adaletsizliği yamamaya çalışıyor. İyi insan nedir, kimdir sorunu Astrid üzerinden tartışılabilir. İnsan hakları temsilcisi, yasa bilirkişi kimliğiyle Astrid erdem, etik gibi değerlerde çuvallıyor. Astrid kendi iyilik lisanına kilitlenmiş, iyi ve mantıklı insan olma, resmi olarak bir iyilik insanı olma egzersizleri yaptığını gösteriyor. Herkesle tatlı tatlı konuşması tarafsız olduğu anlamına gelmiyor. Astrid’in en büyük çıkmazı, politik doğruculuğa sığınarak, Bergjlot’dan yaşadığı hikayeyi doğrulamasını istemesi. Doğrulanamayan hikayeyi kabul edebilmek için delil talebinde bulunuyor; kanıtlanamayanı kanıtla. Bu imkansızlık üzerine kurmaya çalıştığı ilişkiye bir talep daha ekliyor, bu en az diğeri kadar zor, zorba. İhanet karşısında sessiz kalma koşullu birliktelik, anormalken normalmiş gibi davranmaktaki ısrar. Bergjlot için Astrid’in barış projesi çoktan gazı kaçmış bir balon.
‘Miras’ ocakta baharı beklemeyen, elli yaşında yolunu bulmaya çalışan, gizlenen ya da ortada olan suçla mücadele eden yaşamı, içine aldığı birçok güzel yan anlatıyla kuruyor. Klara bunlardan birisi, Bergjlot’un düşüşlerine, düşenlere yardım ediyor; düşen bir babaya yardım edememiş olmanın çocuksu suçluluğuyla, şefkatiyle. Metinlerarası göndermeler ile zenginleşen romanın bir diğer başarı ise Vigdis Hjorth’un istismar bölümlerini ajitasyondan uzak, mahremiyete saygı duyarak anlatması. Burada gösterdiği hassasiyet romanın düşünsel derinliği, edebiyat estetiği adına belirleyici. Vigdis Hjorth dildeki ironisi ile zor bir konuyu anlatırken alay etmekten/eleştirmekten vazgeçmiyor; acıyı işe yarar kılmak büyük uğraş gerektirir, özellikle de acı çeken için. İyi okumlar dileğiyle. Dilek Başak’ın çevirisi için teşekkürler, Siren Yayınlarına teşekkürler.
Ruteba Doğan – edebiyathaber.net (3 Haziran 2021)