Eski bir bakma ve hatırlama hâli: “Savaş Meydanları” | Büşra Uyar

Haziran 9, 2021

Eski bir bakma ve hatırlama hâli: “Savaş Meydanları” | Büşra Uyar

Fotoğrafa bakmanın hüznü. Belki teknolojiyle beraber ortadan kalktı bu. Nihayetinde senkron çalışan parmaklar ve tekrar organize olan pikseller, bakmanın, hatırlamanın ve incecik hüznün salındığı zamanı kısalttı. Hâlbuki tüm bunların mayasında zaman var. 

Yeni fotoğrafa bakma deneyimleri dinamik ve çok renkli olsa da, eski deneyimler bir nevi yavaş sinemayı andırıyordu. Zira Jim Morrison’ın da mükemmelen tariflediği üzere, bir bakıma yapay olarak döllenmiş ölü fotoğraflar bütününden oluşuyor filmler. Bir dikdörtgenin içinde: Durağan, ama onun çok ötesinde. Özellikle eski zamanlarda insanlar, binlerce ayrıntıyla bezeli bu ölümsüzleşme şansına erişebilmek için nesiller olarak doluşurlardı kâğıda. 

İletişim Yayınları’ndan çıkan Savaş Meydanları, nesillerin doluştuğu eski bir fotoğrafa bakıyor olma hâli. “Yavaş edebiyat” olarak da tanımlanabilir belki. Jean Rouaud’nun kaleme aldığı; ölümün, hüznün, zamanın dokuduğu ipek gibi bir roman bu. 

Üç kuşaktan ölümle kendini üç parçaya ayırıyor Savaş Meydanları. Ancak ölüme rağmen, ölümün ötelemeye gücünün yetmediği o minik ayrıntılarla sarıp sarmalamaya başlıyor bizi. Değişmeyen hava durumları, İsa heykelleri, bir büyükbabanın artık hurdaya çıkması gereken arabasının özellikleriyle… Bir fotoğrafa bakmak da böyle değil midir? Her şey gider, zaman geçer, elde tutulan kaliteli kâğıdı dahi tüketerek geçer hem de; nihayetinde geriye kalan tek şey, ayrıntılardır. Es geçemediğimiz, daha önemsiz göremediğimiz ayrıntılar. 

Yaşsız, isimsiz anlatıcımızın anılarında süzülür giderken önce babayı, ardından inatçı halayı ve son olarak büyükbabayı kaybediyoruz. Dolayısıyla roman da anımsamanın, bakmanın ritmine bürünerek geriye doğru akıyor bir bakıma. Ölüm geleceğe, hatırlamak geçmişe koşar adım uzanıyor: Bu canhıraş tezat da romanın belkemiğini oluşturuyor: Artık yakalanamayacak zaman. Hoş, yakalansa da üzecek zaman. 

Kitabın son bölümü ise bir fotoğrafa bakıyor olmanın kaskatı, seyreltilemez gerçekliğine sahip. Düşünün hele; filmler, belgesel ve haberler bile katı gerçekliğine ikna etmek, seyircisinin kafasında tek bir sığınılacak alan bırakmamak için kullanır fotoğrafı. Dolayısıyla Savaş Meydanları da böyle bir sığınağa erişmemizi engelliyor. Marie Hala’nın savaşta ölen kardeşi ne epik bir çıkarım ne de didaktik bir savaşın içinde romanda. Çamura yarı yarıya saplanarak kendi kendini gömmeye çalışan ölülerin ayağına takılarak yol alıyor, zehirli gazdan dolayı gencecik ciğerleri paramparça oluyor diğerleri gibi… Yazar savaşın tüm bu yoğun, mide bulandırıcı, tüyler ürpertici gerçekliğini soğukkanlılık ve zarafetle anlatıyor. Korkunç mizansenin zarif tasviri bir flaş gibi patlıyor beyinde, zihin adeta analog makine gibi işliyor. Rouaud’nun cümleleri bir ışığın duyarlı yüzeyin üzerine düşerek tepkime yaratması misali, zihnimize düşerek bu duyarlı yüzeyi işliyor. Tek farkı var zihnimizle fotoğrafın: Fotoğraf bir şekilde, iki boyutlu olma talihsizliğini üzerinden atamıyor. Zihnimiz ise –iyi ki ve ne yazık ki!– boyutlandırıyor. Unutamayacağı ve üstesinden gelemeyeceği kadar. 

İletişim Yayınları’ndan çıkan Savaş Meydanları Şirin Etik tarafından, Jean Rouaud ile raks edercesine başarılı şekilde kazandırılmış dilimize. Bu zarafet içerisinde zaman akıyor; geriye incecik hüzün ve onun tuhaf getirisi, belirgin ama abartısız bir mizah kalıyor. Bir fotoğraf elimizdeki, lâkin bu sefer ne okurun parmakları senkron işlemek için, ne de fotoğraf hızlıca tüketilmek için telaşlı… Bu sefer farklı: Gözleri cümlelerde gezindirmek ve sonrasında onları hafifçe kapamak kafi. 

Büşra Uyar – edebiyathaber.net (9 Haziran 2021)

Yorum yapın