Bin şahit gereken derin sessizlik | Deniz Poyraz

Haziran 21, 2021

Bin şahit gereken derin sessizlik | Deniz Poyraz

“Bir pazar günüydü ve saat sabahın dokuzuydu. Taşlar, toplar, mermiler tarafından saldırıya uğrayan bu eski şehir, tarihinde ilk defa gökyüzünden vuruldu. Evlerin temelleri yerin sarsıntısından kaymaya başladı. Binlerce pencerenin camları tuzla buz oldu.”

Arnavutların ünlü yazarı İsmail Kadare, 2005 Man Booker ödüllü eseri Taş Kentin Kroniği’nde, Arnavutluk’un savaşlarla örülü yakın tarihini atmosferine alıyor. Ulusunun son yüzyıldaki toplumsal değişimine, bir çocuğun gözünden ortak ediyor okurunu. Her işgalcinin İmparator Neron kesildiği bir zamanda, yıkımlar ve ölümler arasında filizlenen umudu, direnci ve sevgiyi gözler önüne seriyor.

Benito Mussolini yönetimindeki faşist İtalya güçlerinin Arnavutluk’u işgal yılları. Ülke ne amaçladığı belirsiz bir düşman kuvvetinin pençesi altında kıvranırken; yoksulluktan ve savaşlardan bezmiş halk, kendilerini bekleyen kadere boyun eğmiş durumda. Ceco, Kako Pino, Cemo Hala, Çeço Kail, Akif Kaşahu, güzeller güzeli Suzana Taş Kent’in sakinlerinden bazıları. Yitik dünya düzenine dair bütün havadisler, kentin kroniğinde yayımlandığı kadarıyla biliniyor. Geriye kalan boşluğu hurafeler, rivayetler dolduruyor. Çocuklar tırnaklarını sağda solda bırakmamalı, gelinler saçlarını taradığında herhangi bir yerde tek bir saç teli kalmadığına emin olmalı. Büyü mevzuları her evde büyük bir inançla konuşuluyor. Afetlerden savaşlara her olay, güvensizlik ve korku ortamına sebep olan irili ufaklı her şey büyüye işaret.

Oysa Taş Kent’in toprağı da insanlar gibi. Mevsimine göre şişmanlıyor, zayıflıyor, güzelleşiyor, somurtuyor, çirkinleşiyor. Nehrin diğer tarafına havalimanı inşa ediliyor. Binlerce asker ve yüzlerce kamyonun gürültüsü şehre kadar geliyor. Havalimanı uçak demek. Uçaklar, gökyüzünden yağan ateş topları, art arda çalan sirenler demek. Bunlar en nihayetinde savaş demek. Savaşsa ölüm ve yıkım… Fakat uçaklardan atılan bombalar henüz çok yeni şeyler Taş Kentliler için. Gökyüzünün şehre getirdiği yağmurlara, dolulara, karlara, gök gürültülerine hiç benzemiyor. Artık bombalar ve uçaklar dışında başka hiçbir şeyden bahsetmez oluyor Taş Kentliler.

Kendinden başka hiçbir şeye benzemeyen, tamamı taştan bir şehrin kaderi uluslararası savaşlarla değişiyor. Yağmur ve rüzgâr sanki şehrin yıpranmış sinirlerini yok etmeye ve şehri sakinleştirip uyutmaya çalışıyor. İtalyanlardan yıpranan şehir, bu kez Yunan işgaline uğruyor.  Hıristiyanlığı temsil eden büyük ve beyaz haçlar devlet binalarının direklerine çekiliyor. Romanın anlatıcı-kahramanı, bir bezin üzerine çizilmiş ve birbiri üstüne gelmiş iki çizginin nasıl böyle bir umutsuzluk yaratabileceğini anlamakta güçlük çekiyor. Rüzgârda uçuşan bir bez parçası koskoca bir şehri umutsuzluğa düşürebiliyor. Şehre yeniden İtalyanlar giriyor sonra. Haçlı Yunan bayrakları indirilip yeninden İtalya’nın üç renkli bayrağı asılıyor her yere.

Tarihi boyunca kalabalıklardan boşalan şehir, durup bir nefes bile alamadan Alman tanklarına açıyor gözünü. Bin sene önce vebadan, dört yüz sene önce Osmanlı askerlerinin işgalinden kaçan Taş Kent sakinleri bu kez Almanların gazabına uğruyor. Daha önce Roma İmparatorluğu’nun, Normanların, Bizans’ın, Türk İmparatorluğu’nun, Yunan Krallığı’nın, İtalyan Krallığı’nın haritalarına giren kent, Alman İmparatorluğu’nda uyanıyor. Her istila, yığınlar hâlinde insan göçü demek oluyor.

Bir sabah şehir tek başına ve tamamen kül rengine uyanıyor. Etrafındaki dağların, köylerin ve mahallelerin kaderi halkın kaderiyle kesişirken, Yazar İsmail Kadere, zamana direnen Taş Kent’in hikâyesini masalsı bir dille aktarıyor. Yer yer antik yazarların tragedyalarına öykünen anlatım, ifadesi güç gerçekleri katlanır kılıyor okur için. Bu da edebiyatın büyüsü olsa gerek. İyi okumalar…

edebiyathaber.net (21 Haziran 2021)

Yorum yapın