Düşlerin sağanağında yaşanırdı. Bilirdin. Beklerdin de o ânları. Zemheri dedikleri o don tutan, her yanı kara borana çeviren mevsimin bitimini beklerdin. Ne zaman ki cemrelerin düşmeye başladığını anlardın, yüzünü dağa, bakışlarını toprağa dönerdin.
“Bu yıl bu dağların karı erimez
Eser Bâd-ı sabâ yeli bozum bozuk
Türkmen kalkıp yaylasına yürümez
Yıkılmış aşiret il bozuk bozuk”
Kulağındaki bu ezginin çağırdığı yerlerin uzağındasın şimdi. Gene de sese dönmek, bir kokuyu hatırlamak; bir yüzde yaşamak mevsimini hissetmek gibiydi sana.
O duygu bekleyişlerinde hatırlanan her söz yaşama ırmağına dönüşürdü senin ömründe. Bakan, gören, hisseden, yaşayan olmak için mevsimlerin rengine bulandırıyordun her bir zamanını.
Yer yer içindeki sesle yol alırken, kentinin zamanlarını düşünür, karlı buzlu yollara serilen insan siluetlerinden buzul bir koridora girerdin. Ki, bekletirdi sizi her kar yağışı. Kimsesizleşmenin rüyalarında, o buzul koridorlarından geçirirdin çocuk bakışlarını.
Adını yalnızlık koyamayacağın bir zamanın alınlığında seni bekleyenin ne olduğunu anlamaya çalışıyordun.
Bilirdin ki, bu kentte her mevsimin başka bir adı ve yorumu vardır.
Sözden geçen her bakışı sündüren, duygularının anakarasında seni yolculuklara çıkaran da işte o mevsim bekleyişleriydi.
Adı Yalnızlık Olmalı
Karda kış teraneleri… Dönedura bunu fısıldıyordun kendine, dönüp geldiğin yer artık olmayan kentindi. Sokakların yoktu, mahallerinin yalnızca adı vardı.
Saklı baharın gelişini muştulayan iğde ağaçlarından yoksun Leblebici Yokuşu’ndaki bahçe.
Yukarı Mumcu’dan geçip giderken gül kokularını derinden içine çektiğin o verandalı ev yerinde yok artık.
Çıkıp leylâklı bahçesini görmeye gitmeyi göze alıyorsun. Biliyorsun ki; halan bin bir özenle koruyordur her bir şeyi.
Ve kuşburnu mevsimine sizi taşıyacak baharın ucu o bahçede başlar senin için. Adı yalnızlık olsa da bu kentte baharı en iyi bahçeler anlatırdı.
Kimsizleşme Mevsimi
Kentte mevsimlerin gözlemcisi kesilirdin. Renk ağışmalarına döndürdüğünde bakışlarını, içimdeki çavlanın çağlayışına verirdin kendini.
Sözle gelen her bir şeydeki ipilti, o içindeki kimsesizleşmeyi yurt kılmaya hazırlıyor. Biriktire biriktire taşınanların bu kentin ruhunda saklı duranları anlattığını öğrenebilmen için gitmen gerekiyordu.
Mevsimler sizi hazırlardı gitmeye. Çünkü unutmamak için bir mevsimin yurt geçeni olmalıydınız. Kalamayan, bekleyemeyen, adsızlaştıkça bağlananı.
Giden Söz
Tutkuyu çağırın bana derdi içindeki avazlanan. Oysa sen kokulara dönerdin. Baharın uç verdiği o zamanlarda, dere kenarlarında, suya bel vermiş iğde ağaçlarının salınan dallarından savruntularla gelen çiçek kokuları bir zaman magması olarak ruhuna sinerdi.
Giden söze hazırlardın kendini. Bilmek istemediğin bir zamanın bahrinde yaşamak gibiydi sana içindeki bekleyen bahar.
Karşılama
Bazen, geçmiş ayaklanmış bir ordu gibi çıkagelir, bir bakışın solduğu ân, bir karmaşadır başlar.
Bir telaştı seninkisi belki de yorgun bir bakışın kaygısı.
Seslere döndün ilkin. Unutulmuş solgun renklere bir de. Issızlığındaydın göğün. Ötedeki ne diye sormadan edemiyordun. Kaçıncı düş yorgunuydun oysa! Kederli dil sarmalında yol alacaktın.
“Erzurum artık her türlü kışın gelmesini bekliyor,” diyordu delikanlı.
FETÖ ve Erzurum’u konuştuk.
Halkın sağduyusu mu demeli buna?!
Ayrımında her şeyin. Toplumun seçeneksiz bıraktırılması bu sonuçları doğuruyor. Diyordu ki genç adam: “Erzurumlu beklemez, ilk gelen otobüse biner. Onun için siyaset filân da böyledir, sizin cemaat dediğiniz de işte böyle palazlanır!”
Ekonomi ve eğitim… Bu ikisine çözüm getirmedikçe, toplumun geri kalmışlığı, azgelişmişlik zihniyeti sürecektir.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (6 Temmuz 2021)