Kiran Millwood Hargrave’ın “Kadınlar Adası’’ adlı kitabını feminist bir tarihi roman olarak tanımlayabiliriz. Yazar, 24 Aralık 1617’de gerçekten yaşanmış olan Vardö fırtınasını, Vardö Adası’nda geçen olayları ve dönemin cadı avlarının yapıldığı yılları etkileyici bir dille kaleme almış.
Anıl Ceren Altunkanat çevirisiyle İthaki Yayınları’ndan çıkan romanı okuma sürecinde, yoğun olayları ve duygularıyla yazarın ruh dünyasının derinliğini hissetmemek olanaksız. Norveç’in kuzeydoğusundaki Finnmark bölgesinde gözlerden ve medeniyetten uzak bir balıkçı adası olan Vardö’den denize açılan kırk erkeğin fırtınada yaşamlarını yitirmeleri üzerine adanın çoğunlukta kalan kadınların hakimiyetine geçmesiyle başlıyor olaylar zinciri.
Fırtına, kadınlara Norveç’in buzlu denizinde erkeklerden gördükleri şekilde balığa çıkarak ağ atmayı ve yaşamlarını kendi başlarına sürdürmeyi öğretir: “Maren, acıyı öğrenmeden önce ağları öğrenmişti; sevgiyi öğrenmeden önce rüzgârları. Yazın annesinin elleri balık pullarıyla yıldız yıldız lekeli olur; tuzlanıp kuruması için dışarı asılan balıklar beyaz kundak bezlerine benzer, kimisi rengeyiği derisine sarılıp çürümesi için toprağa gömülürdü.’’
Bu cesur kadınlar, bir süre sonra adaya atanacak Vekil tarafından, erkekleri büyücülükle öldürüp adaya hakim olmakla suçlanacaklarını bilmeden doğanın zorlu şartlarıyla başa çıkmayı başarırlar. Başa çıkmakta zorlanacakları şey ise ardından gelecek yobazlık, cadılıkla suçlanmak kısacası iftira ve kötülük olacaktır: “Kocalarının topraklarına sahip olmak ve onlara karşı üstünlük sağlamak için fırtınayı çağırdılar.’’
Kötü hava koşulları, yoksulluk ve yalnızlıkla baş edebilmek için eril özellikler kazanan ve bağımsız yaşamaya alışan bu kadınların varlığı bir süre sonra eşlerinin himayesinde yaşayan diğer kadınları hatta kendi annelerini dahi rahatsız etmeye başlar. Hemen her toplumda rastlanan eril şiddetin yanı sıra hemcinslerinin şiddet ve iftiralarına maruz kalmaları en acısıdır.
Yazarın proto-feminist karakterler olarak oluşturduğu bu kadınlar topluluğunun lideri Kirsten’in misal, pantolon giymesi dahi olay olacak, başına büyük dertler açacaktır: “Kirsten erkek olsaydı, köylerinin gayrı resmi önderinden fazlası; rahip, yargıç ya da hatta bir vekil olabilirdi.’’ Vekil’in hayatı boyunca Bergen’den dışarı çıkmamış, evlendiğinde “kendini sessizlik haline getiren’’ ve “kocasının adının içinde kayıp’’ kibar ve bağımsız ruhlu eşi Ursa ile Maren’in yakınlaşmaları da ada toplumu içinde ayrı bir baş kaldırma, cesaret ve ruhsal açlık örneği olarak verilir.
O yıllarda kadına şiddetin bir başka göstergesi olan cadı avı ve büyücülükle suçlanarak yakalananların yakılarak cezalandırılmalarını içeren bölümler, romanın nabzını arttıran satırlar olarak dikkati çekiyor: “Kötülük buradaydı, aralarındaydı, iki bacağının üstünde yürüyor, insan diliyle hükümler veriyordu.’’ Kadına şiddetin yanı sıra ada nüfusu arasında bulunan Sami ırkından olanların (Laponların) dışlanmaları ve büyücülükle suçlanmaları sonucu yazar, insanlığın tarih boyu kurtulamadığı ırkçılık sorununa da değiniyor.
Yaz mevsiminin gelmediği, topraktaki buzların kolay kolay erimediği bu coğrafyada yaşananlar, okuru kuzey kültürüne de âşina kılıyor. Yazarın betimlemelerdeki ustalığı kurgunun gerilimi ve sürükleyiciliği arasında okura ferah nefesler alma imkânı sunuyor: “Fırtına, Maren evden iki yüz adım ötede, boş ağzı denize bakan limana varmadan patlıyor. Bulutlar birbiri üstüne devriliyor, dalgalar bir kuş sürüsü gibi usulca sırt sırta verip düşüyor.’’
“Küçük pencerelerden görülen dünyanın sessiz ve gri, yaşayan her şeyin soluğunu tutmuş gibi’’ olduğu Vardö’de barbarlık, şiddet, ırkçılık, ataerkil geleneğin acımasız kanunları karşısında kadınların var olma çabalarının yansıtıldığı deniz kokulu “Kadınlar Adası’’, renkli kahramanları ve doyurucu olay örgüsüyle filme uyarlanmayı hak eden kitapların başında geliyor.
Yazarın kitap hakkındaki düşüncesi ise üstüne söz söylemeyi gereksiz kılacak denli isabetli: “Dört yüzyıllık bir mesafeden yazarken bile birçok şey tanıdık geldi. Bu öykü, neden ve nasıl öldükleri onları tanımlar hale gelmeden önce, insanlar ve nasıl yaşadıklarıyla ilgili.’’
Not: “Vardö’’ adı, özgün Norveççe karakterle değil, Türkçe okunuşuyla yazılmıştır.
Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (14 Temmuz 2021)