Çizimle olan ilişkiniz ne zaman başladı?
Ben de pek çok çizer gibi çizmeye çocukken başladım. Çocukken çok fazla boya kalemim, kâğıtlarım ve inceleyecek dergilerim vardı. 80’lerde çocuk dergileri gerçekten çok önemli bir yer kaplıyordu ve içlerinde inanılmaz zengin içerik ve çizimler vardı.
O zamanlar beğendiğim renkleri bir arada kullanırken aldığım haz hala aklımda. Şimdiki çizimlerime en yakın çizdiğim şeylerse liseye denk geliyor. Kendimce karakter tasarımları yaptığımı hatırlıyorum, karakterleri çeşitli durumlarda resimlediğimi. Ama güzel sanatlara hazırlık ve sanat okuluna girişle onlar bir şekilde gözüme değersiz göründüler. O zaman onlara sahip çıkmak önemliymiş, şimdi anlayabiliyorum. Esasen heykel bölümü mezunuyum ama bugün bakınca resim ya da grafik okusaymışım dediğim oluyor. Heykelden mezun olduktan sonra çizmeye yavaş yavaş yeniden başladım. Dijital çizebilmek hata yapmamı kolaylaştırdı ve giderek daha çok ve daha iyi çizmeye başladım.
Son 3 yıldır çocuk kitapları resimliyorum. Bu, yıllardır hayalini kurduğum, nasıl yapacağımı da bilmediğim bir işti. Ancak internetle küçülen dünyada insanlara erişebilme ve uzaktan birlikte çalışabilme imkanı öyle arttı ki, oluşturduğum portfolyoyla yayınevlerine kendimi kolaylıkla tanıtabildim. Bir süre sonra da İş Bankası Kültür Yayınları için ilk editörüm Ahu Ayan’la çalışmaya başladık.
Çizer kitaba nasıl hazırlanır?
Her kitap sanki bu süreci kendisine göre özelleştiriyor. Yani hikâye kendi çizgisini, renklerini, yani çizimin ruhunu kendi seçiyor. Ben de hikâye neyi istiyorsa onu vermeye çalışıyorum. Yazarı anlamak ve ona yakın hissetmek de önemli bence. Bu aralar yazarlar kitapları yazarken dinlediği müzikleri paylaşıyor. Bu onlara yakınlaşmayı sağlıyor benim için. Yanı sıra zaten kitabın içeriğine göre araştırma yapıyor insan. Hayvan çiziyorsam onu araştırıp inceliyorum, bazen önce etüt edip sonra illüstre ediyorum, bazen önceden çizmişsem oradan ister istemez besleniyorum. Başkaları neler çizmiş bakıyorum. Elbette ki başkalarının çizdiği gibi çizmesem de bu benim kafamı açabiliyor. Düşünmediğim ilişkileri görebiliyorum. Ve yaratım süreci her zaman su gibi gitmiyor tabii, bazen tıkanıklıklar oluyor ve beklemek gerekiyor. Bazense arayı açmamak gerekiyor.
Kitabı okurken çoğunlukla sahneler ve karakterler kendi beliriveriyor. Bir de şanslıyım ki okurken tepkilerini takip edebileceğim iki küçük kızım var. İkinci okumayı onlara yapıyorum. Çizimlerimi de çoğunlukla onları yatırınca ya da bugün olduğu gibi parklarda yaptığım oluyor. Bazen de tabletimi alıp ortadan kaybolmam gerekiyor ve yavrular bana çılgınca dağıtılmış bir ev ve yorgun bir eş armağan ediyor.
Çizimlerinizi yaparken yazar ya da editör ile nasıl diyaloglar gelişiyor aranızda?
Bugüne kadar hep daha çok editörle irtibat halindeydim. Ve gördüğüm şu ki, çalışma sırasında çizerin yazarla ilişkisini belirleyen daha çok editör oluyor. Sonradan bu ilişkiler gelişebiliyor tabi. Hikâye bana gelirken bazen yazarın notlarıyla beraber geliyor. Yazarın nasıl hayal ettiğini okuyabiliyorum. Bazen bunları yazarın metni olmaksızın editörün filtresiyle öğreniyorum. Bazen metinle baş başa kalıyorum, yazarla irtibatımız olmuyor ya da kitap bitince oluyor. Bazense sayfa sayfa üstünden geçtiğimiz bir toplantıya dönüşebiliyor. Mesela bir kitabımda yazar ve editör aynı kişiydi ve bir resim kitap çalışıyorduk. Bu kez çoğu sayfayı beraber hayal etmiştik ve çok paslaşmıştık. Zaten sizin neler üretebileceğinizi kestirerek geldiklerinden ve herkes en iyisi olsun derdinde olduğundan bu diyaloglar gayet yapıcı, çizere bolca alan açan, onu rahatlatan şekilde ilerliyor. Hepimiz (yazar, editör ve çizer) sanatsever, duyarlı ve yaratıcı insanlar olduğumuz için sürecin keyifle aktığını söyleyebilirim.
Sanatınızı/çizimlerinizi beslemek için neler yapıyorsunuz?
Önce gözümüzün, sonra ruhumuzun beslenmesi çok önemli gibime geliyor. İyi örnekleri görmek çok önemli. Şu an Pinterest, Instagram, online müzeler, belgeseller, hepsi elimizin altında. Çok şanslıyız ki bilginin filtresizce paylaşıldığı bir çağdayız. Yaratıcılığın sınırsız bir kaynak olduğunu bilen herkes açık kaynak haline geldi.
Ben bunu bir iş gibi görüp rutin olarak gözümü beslemeye çalışıyorum ve çocuklarıma da bunu yapıyorum. Doğaya çıkıyorum, çıkamazsam izliyorum, izlemiyorsam doğa sesi açıp dinliyorum. İyi müzik, iyi yemek, iyi sohbetler, farklı ortamlarda bulunmak, her şey bizi besliyor aslında.
Bir kitabın rafta yerini alana kadar geçirdiği mutfak sürecini çizer cephesinden anlatır mısınız?
Yayınevlerinin tutumları fark edebiliyor ama önce genelde çizim için uygun muyum, vaktim var mı diye soruluyor. Ardından metin bana ulaşıyor. Bazen şartlarla beraber ulaşıyor ve her konuda anlaşmışsak, metni içselleştirebileceğime/hakkını verebileceğime de inanmışsam bir örnek çizimle devam ediyor. Bu süreçte eskizler, renkler, duygular havada uçuşuyor. Kalbim çarpan bir çalışma olana dek çizmeye devam ediyorum ve karşı tarafta da aynı heyecanı görmek beni çok çok mutlu ediyor. Çünkü editörün, ama özellikle yazarın kalbinin çarpması çok önemli. Kitabın basılmasından önceki en sevdiğim kısım burası sanırım.
Ardından onay geliyor ve ben kendim için plan yapıyorum. İşimi günlere bölüyorum. Buna göre ön eskizleri paylaşıyorum. Onay alıp boyamaya geçiyorum. Burada çocuklar ve eşim de – mesleği gereği- benim ilk filtrelerim. Önce çizimleri onlar görüyorlar. Fikirleri benim için çok önemli. Yazar, çizimlerin son halini editörden sonra görüyor, ama çoğunlukla önden eskizleri onaylamış oluyor. Son kez üstünden geçiyoruz. Varsa düzeltme yapıyorum ya da bazen aklıma bir şeyler takılı kalıyor ben kendimce son dokunuşları yapıyorum. Baskıya hazırlık, baskıdan önce sayfa düzenlemesi yapılmış son halini görüyorum ve heyecanlı bekleyiş başlıyor. Bu bekleme kısmı bana çok zor geliyor. Kitabın elimde olması ve onu kızlarıma basılı haliyle verebilmek; sevdiklerimle ve diğer tüm çocuklarla paylaşabilmekse paha biçilemez.
edebiyathaber.net (24 Temmuz 2021)