“Milyonuncu keredir yola çıkıyorum yaşantının
gerçekliğiyle karşılaşmak ve ruhumun
nalbantında soyumun yaratılmamış vicdanını
dövmek için.”
James Joyce/Çev. : Murat Belge
Dil değil bakışsızlık.
Nedir bu şimdi, diye sormadan yaşanır mı, aradaki ıssızlık duvarları örülürken? Sözler gidip gelirken, bakışlar azalır. Tınısı diner sesin, gök çoğalmaz; eller avuntusuz kime ne?
Ah! Sendin o demek yalancı bahar. Gözlere mil öyleyse. Nasıl da bakışsızdın, asude ne ki; ölüm ülkesi mi dediniz?
Şimdi sararıyor aramızda yeşil.
Sen ki; kederin dili oldun kaçınılmaz biçimde. Gidişsiz yol, dönüşsüz ülke gibisin artık bana.
Adını ağyar koysalar, yetmiyor imbat! Buralar kar kıyamet!
Oysa nasıl da sevmiştim seni Akdeniz. Limansız kentlerinde korsan gemileri vardı. Alabandaya sinen gözler kement atardı düşlere. Düşler ki mavi beyaz akardı aramızdan.
Kesintisiz devrim tezleriyle büyüdü çocuklar…Aşksız ve susuzdu her biri. Ama bilirlerdi Alageyik masalını, bir de Ferhad ile Şirin hikâyesini.
Gözlerim lâl şimdi. Kaşların hilâl olsa ne fayda!
Çekip gidiyorsun karanlıklarda; görmeyen bakışsın, edilmeyen söz, kimi kez de sırlı ayna.
“Hadi ordan Letâfet, boyozun yanına çay getir; Kemeraltı’nı güvercinler bastı, akşam sedasından önce düşmeliyiz yola…”
Ah sen! Kadifekale’den mi indin be İzmir güzeli? Ellerin yeşil yeşil, gözlerin lâl kırmızısı…
Yokuş gerek bize, merdivensiz ; dik yokuş. Bir de nefes manivelâsı. Kaldırır gözlerimizin nemini buradan.
İzmir İzmir bakan gözler kimin sahi? Çeşmealtı’nda geçen bir çocukluk mu kanar durur orada. Beni kimsesiz kılan ne peki? Neden bu kadar çok yaralıyorsun insanı, neden ellerin dönüşüyor her daim maviye?
Ah! Yeğin göz, saklı söz; Akdeniz gerek sana, susuyorsun ya; yakışan da budur sana.
Hadi gidelim.
Nasılsa geceyi kapattın üzerimize. Ne diyordu Joyce:
“Elem gerek insana, giderken yedek cepte taşınan hüzün hatırlatır sevdayı.”
Şimdi bunu ona yakıştırmanın anlamı yok, her sürgün kendi acısından doğar; her söz bir sevdanın dilini taşır ötelere.
Sen benim ötemsin, öte yarım. Anlatamadım ya bunu sana Akdeniz. Sularında gölge, göğünde bulut akıyor zamandan zamana. Tuzlusun biliyorum, can dayanmaz sızına. Ama yatırıyorum ya yaralarımı sana; kabul et gösterme kanayanı herkese. Bırak, piranalar çoğalsın; nasılsa çağ uyum istemiyor. Alınmış sinir uçları duygularımızın. Sen de kederlisin biliyorum, yaralısın benden beter.
O ada bu adaya da gerek yok.
Gidiyoruz nasılsa karşılaşmalar hep olacaktır; yüzleşmeler, bilinmezlikler.
Yazıyorum alt alta sözcükleri. Zamansız her biri biliyorum. Tek tek okununca bir anlamı var; bütünlük niye? Sonra yetiyor delete…Ah! Kanayan bellek! Işıklar söndü şimdi: “Bilginize!”
Hadi, unut beni öyleyse.
Şimdi, size, yeniden bir delete gerek!
Basın tuşlarınıza. Yok edin aranızda olmayanı, bakışlarınıza sinmeyeni. Nedir ki; edilen söz, tutulan ay, geçilen gün, biriktirilen zaman Akdeniz. Hadi söyle; kime gülmek yakışıyor şimdi?
Bıraktı bizi söz, bırakmam desen de örtüsü indi gecenin aramıza.
Ne tuhaf değil mi?
Şiirsizleştirdik iyice hayatımızı.
“Ölüyor Akdeniz,” diyorlar bir de! İçimizdeki ıssızlık, yaşamasızlık, ölü duygulardan hiç haberi yok bunu diyenlerin.
Şimdisiz bir yarın, yarınsız bir bugün kuruyoruz kendimize. Sığınmışız bir köşeye; adını da koymuşuz yalnızlığımızın.
Gelen söz, giden bakış, duran zaman, yaşanan an umurlamadığımız. Adına yaşamak dediğimiz bilmece her zaman kapımızda.
Susuyorsun, beklentisiz bahar gibi bakıyorsun; biliyorum asude değilsin, ülfeti çıkardık aramızdan. Peki ne kaldı geriye?
Ya cesaret Akdeniz…Nehirler akar sana, ama yetmez tuzunu kaldırmaya. Gözlerimizin yanması bundan. Bakışlarımızdaki keder demek ki suyun kaldırma gücünden kaynaklanıyor.
Yanlış yerdeyiz biliyorum, Akdeniz. Pusulasız yolcu hesabı…
Oysa ne demişti dostum; ateş denizlerinden mumdan kayıklarla geçecek yürek var sende…
Sahi, sen de ne var Akdeniz?
Sen de, can seyrini şenlendiren ne kaldı Akdeniz şu sözlerden başka:
“Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine” (Can Yücel)
edebiyathaber.net (3 Ağustos 2021)