Goethe Üniversitesi, Frankfurt’ta, 1959 yılında edebiyata, edebiyatın sorunlarına ve gelişimine ilgi duyanlara imkân sunmak amacıyla Frankfurt Dersleri’ni başlattı. Öğrencilerin edebiyatı, edebiyat biliminin kendilerine sunduğu kuru ve cansız, akademide öğretilen yavan bilgilerle öğrenmesi yerine, yazarların yaratım sürecini kendi ağızlarından dinlemeleri ve öğrenmeleri amacıyla poetika alanında Frankfurt Dersleri adı altında bir konuk kürsüsü açtı. Frankfurt Dersleri’ne katılım hakkını elde eden yazarlar/şairler kendi yazı süreçlerini, poetikalarını ya da kendilerine sorun addettikleri edebi konuları sunma özgürlüğüne sahiplerdi.
Derslere, günümüz okurunun da isimlerini ezbere bildiği seksene yakın çok önemli yazar, şair ve edebiyat eleştirmeni katılmış. Bu edebi etkinlik son asır Alman, Kıta Avrupası ve dünya edebiyatına tarif edilemez katkılar sağlamış durumda. Derslerin bazıları Türkçeye de çevrildi. Hermann Lenz’in, geçtiğimiz günlerde KETEBE etiketiyle raflardaki yerini alan Yaşamak ve Yazmak adlı kitabı bu derslerden biri.
Kitabın önsözünde belirtildiği üzere; Hermann Lenz Yaşamak ve Yazmak başlığını taşıyan poetikasını 1986’da Frankfurt Üniversitesi tarafından “Konferans Dersi”nde sunar. Lenz, sanatını, geçmiş ile şimdiki zamanın dışında, bu ikisinin aynı oranda yer bulabildiği rüyalar dünyasının oluşturduğu farklı zaman katmanları üzerine kurduğunu itiraf eder. Bunu da kahramanların ve okuyucunun iş birliğine bağlar. Son kararın okuyucuda olduğunu ilan etmekte beis görmez.
1973 yılında Peter Handke’nin, Hermann Lenz’i edebiyat kamuoyuna tanıtan yazısı bir dönüm noktası olarak kabul edilse de Lenz’in değişik türlerde otuzun üzerinde eseri bulunmaktadır. Asker olarak cepheden cepheye gidip savaşın öteki yüzünü, daha doğrusu siperlerdeki sefalet, korku ve endişelerini yaşar. Karşılaştığı veya bizzat yaşadığı olaylar sanatını beslerken, zihninde şimdi ve geçmişi aynı potada eriterek onlara yeniden şekil verir. Bir anlamda bıçak sırtında incecik çizgi üzerinde yürürken hatta büyüsel olarak nitelendirilen gerçekçilik ile gerçeküstücülük arasında yalpalar.
İlk gençliğinde kaleme aldığı metinlere bakan kimseler, ona ve yazma gayretine dair “Yeter, vazgeç artık” demiş olsa da Lenz, her seferinde bunlara itirazını yükseltmiştir. Georg von der Vring, Lenz’in şiirini “İçine kapalı bir yeteneğin karakteristik özelliği” olarak yorumlamış. Lenz yine de hiçbir zaman edebiyata yönelik ilgisini saklayamamış. Yazdığı şiirleri etrafına yaymış mümkün mertebe. Latince öğretmeni onu “duygusal” ilan etmiş hatta. Tabii tüm bunları düşünürken, Lenz ve çağdaşı yazarların, 20. yy’ın en katı yürekli zamanlarına doğduğunu unutmamak gerek.
Neticede, “Yaşamın hakiki resmini kim çizecek?” diye soruyor Lenz. Kendini gerçekçi sayan bir yazar mı? Yoksa fantastik veya gerçeküstücü unsurlar kullanan başka bir yazar mı? Mesela “izlenimci” dediğimiz bir yazar aynı zamanda “gerçekçi” değil midir? Elbette Lenz gibi bir yazarın maksadı edebiyatın kadim sorularına tumturaklı yanıtlar vermek değildir. Derinlikli bir düşünsel yaşamı yeni sorular üzerinde yeniden kurmaktır belki. Dünyayı daha iyi aydınlatmak için kelimelerin arasına ışık tutulmaya çalışmak belki. En azından kitapların içindeki kelimelere…
edebiyathaber.net (3 Ağustos 2021)