Öykü: Mermerine tüküreyim! | Füruzan Uysal

Ağustos 22, 2021

Öykü: Mermerine tüküreyim! | Füruzan Uysal

İçeriden gelen müzik sesinin ayarsız yüksekliğini insanların gürültüsü bastırıyordu ara ara… Girişin bir altındaki terasta dağınık guruplar halinde toplanmış kocasıgiller takımını izledi bir süre kenardan. Sevgili eşinin iş arkadaşları, şirketlerinin müdürleri ve eşleri, evli olmayanların yanlarında taşıdıkları vitrin güzelleri; sahte bir hayatın figüranları… Ortalıkta dolaşan,  bir örnek giyinmiş; organizasyon şirketinin güzellikte yarışan servis elemanları… Özellikle belirtmiştir Kenan, “en güzel elemanlarınızı istiyorum” diye; çirkin hiçbir şeye tahammülü yoktur çok sayın iş adamı Kenan Korkut’un! Hayattaki her şeyin en güzeline, en iyisine sahip olmalıdır; onun hakkıdır bakılınca bir daha baktırtan tüm güzellikler. Sahip olmayı sever Kenan Korkut!

Evin ihtişamlı görüntüsü ilk önce insanı cezbetmesine cezbediyordu da sonraki bakış bir hastaneye giriyormuş hissini veriyordu. Yirmi üç basamakla çıkılan evin girişini yine mermer korkuluklar süslüyordu; güneşin dik indiği vakitlerde insanın gözünü alırdı bu çiğ beyazlık. Kademe kademe dinlenme teraslarını süsleyen, dünyanın değişik yerlerinden getirtilmiş egzotik bitkiler buraya ait olmadıklarını bağırıyorlardı avaz avaz; tıpkı Sena gibi… Sanki plastik, yapay bitkilermiş gibi renkleri kaçmış, ruhsuz garip bir duruşları vardı hepsinin… Ana girişin iki yanında kükreyen kocaman iki aslan heykeline ne demeliydi? Ne işi vardı yani onların kapı girişinde? Kocası Kenan’ın sonradan görme, çiğ zevkleri…

Konuklara şöyle ayaküstü “hoş geldiniz” cümlesi kurup, zoraki gülüşüyle kasılan çenesine gevşetmeye çalışarak içeriye doğru ilerlerken Kenan’ın kendisini izleyen bakışlarını hissetti üzerinde. Ürperdi ister istemez yine… Sena’nın güzelliğini sahiplenen bakışlardaki güç ve hakimiyet hissine bunca yıl geçmiş olmasına rağmen hala alışamamıştı Sena, yine iliklerine kadar titremişti işte… Alışmış olması gerekirken her seferinde hazırlıksız yakalanıyordu bu tehditkar sahiplenişlere… İçki servisinin yapıldığı masaya yöneldi kararlı küçük adımlarla. Ruhunu ve hislerini uyuşturan alkolün yardımıyla tahammül edebiliyordu bu tür davetlere, bu insanlara… Elbette az sonra yanı başında bitecekti Kenan, çevreye gülümseyen gözleriyle ona buz gibi, buz kadar soğuk cümleler kuracaktı. Nasıl beceriyordu bunu? “Yine erken başladın, dikkat et gözüm üstünde! En ufacık bir rezillik istemiyorum, tahammül sınırlarımı sakın zorlama Sena!” Gülümsedi sahte ışıklarla Kenan’a, “seni rezil etmem, merak etme haşmetpahım” diyerek elindeki şarap kadehiyle evin arka terasına yöneldi, zafer kazanmış gülümsemesi büyüdü yüzünde… Balkon terasın patinatolu granit döşemeleri üzerindeki kendi ayak seslerine küçük bir ıslıkla ritm tutarak büyük salonuna girdi, oradan da üç tarafı camlı yemek bölümüne. Burada kimse onu bulamazdı, rahat bir soluk aldı… Evin her yerinde olduğu gibi buraya da soğuk bir dekorasyon hakimdi, her eşya üşütüyordu onu. On sekiz kişilik siyah İran mermeri yemek masasından tutun da deri siyah sandalyelerine, soldaki mermer şömine üzerindeki zevksiz heykelciklere kadar her şey soğuk ve ruhsuzdu. Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde mermer ocakları ve fabrikaları olan Kenan Korkut’un ahşap bir masada yemek yemesi beklenemezdi sonuçta, değil mi ama? Evin her bir metrekaresi farklı ülkelerden getirtilmiş en nadide mermerlerle dizayn edilmişti. Üçüncü kattaki yatak odalarının kendilerine ait ihtişamlı banyosu hariç! Orası kocasının memleketi Elazığ Alacakaya mermerleriyle döşenmişti; tabandan tavana, küvetinden evyesine, kızıl vişne mermeri…  Üşümeleri, yaz kış uzun kollu giyinmeleri hep bu mermerler yüzündendi, mezarlıkta gibi hissediyordu kendini evin içinde. Boşuna demiyordu şu yirmi üç basamağı her tırmanışında, “evim evim; cennetim ve de cehennemim!” Ruhu üşüyordu ve yavaş yavaş ölüyordu içi…

Hani neredeydi on yıl önceki cıvıl cıvıl, hayat dolu, tuttuğunu koparan Sena? İşletme fakültesini birincilikte bitirip yurt dışında yüksek lisans hakkı kazanan, beş sene Londra’da yaşayan? Ülkeye döner dönmez çalışmaya başladığı yeni kurulmuş şirketin genç patronunun gözdesi; sonra da sevgilisi, karısı olan Sena? Ne olmuştu o kadına? Girişimci ruhu, cesur kararlarıyla yeni kurulmuş küçük mermer işleme atölyesini kısa sürede büyüten, yeni fabrika ve taş ocakları açan, serbest ekonominin yeni nesil patronu Kenan’a ne olmuştu peki? Birbirlerini nerelerde, ne zaman yitirmişlerdi? Sahip olmanın, kazanmanın baş döndürücü hazzıyla gün geçtikçe değişen kocasına ne zamandır ayak uyduramaz olmuştu? Herkesin dediği, yaptığı gibi, “üzümü ye, bağını sorma” diyememişti.  

 Yavaş yavaş olmuştu bu değişim; Kenan’ın ‘yeni düzen adamı’ hayatında o da eski hatıralarına tutunup ayakta kalmaya çalışmıştı bir süre. Bu sırada kendine yabancılaştıkça yalnızlaşmış, ıssızlaşmıştı içi. Eskiden, “senin bu azmin, gücün; içine sığmayan enerjin aklımı başımdan alıyor” diyen Kenan; şimdi nasıl bu şekilde konuşabiliyordu onunla? Sanki yeni taşındıkları bu evin herhangi bir eşyası gibi görüyordu Sena’yı; ruhsuz mermerleri süsleyen nadide bir mücevher parçası… Son bir yıldır hemen hemen her sabah aynı sorularla kalkıyordu yataktan, aynı cevapsız gecelere yatıyordu. Gündelik bir rutinin içinde günlerini geçiriyordu hissiz ve tepkisiz…

Bahçedeki müştemilatta buldu nihayet aradığını. Bahçeyle, alış verişle ilgilenen Sami, şaşırmıştı Sena’nın fazlasıyla neşeli, zapt edilemez gülüşlerine. “Ne lazımsa ben yaparım Sena Hanım, siz zahmet etmeyin. Hem çok ağır o elinizdeki şey, bırakın ben halledeyim, ayağınıza düşüreceksiniz, lütfen verin!” Yıllardır burada çalışıyordu Sami, ilk kez böyle görüyordu Sena Hanım’ı, bu halde. Oysa çok mutluydu Sena,  nerden başlaması gerektiğine karar vermeliydi bir an önce. Kenan’ın beynini patlatıp sonra evdeki tüm mermerleri tuzla buz edebilirdi elindeki balyozla. Aman yok, bir taraftan da Kenan’ın görmesini istiyordu bütün sahip olduklarını parçalarken.  Yirmi üç basamak vardı önünde, verirdi o arada son kararı!

edebiyathaber.net (22 Ağustos 2021)

Yorum yapın