Nedret Kılıç’ın Nemesis Kitap etiketiyle yayınlanan son romanı Şedaraban bir aşk romanı gibi başlayıp, ustalıkla ilerleyen kurgusundaki karakterleri ve onların öykülerindeki gizemin çözülüp birer tespih tanesi gibi birbirine bağlanmasını anlatırken bir yandan da yaptırdığı zihinsel sorgulamalarla okuru kendi iç dünyasına bakmaya zorluyor.
Masada bir ufak rakı, biraz beyaz leblebi kafayı uykuya yöneltmekten çok daha fazlasını yapıp ‘ebedi’ uykuya gönderebilecek kadar uyku hapı… İstanbul Boğazı’nı ve Arnavutköy’ü kendine manzara yapmış bir balkonda, masa arkadaşları bunlar orta yaşlı, alımlı felsefe öğretmeni Lindsey. Masanın asıl ‘kodamanı’ ise üzerinde büyük harflerle ‘Balkonlar’ yazan kalın bir defter. Bir de fonda aralıksız çalan Tanburi Cemil Bey’in ‘Şedaraban Saz Semaisi’ eşlik ediyor ona. Ama Lindsey’in asıl mevzusu ‘Balkonlar’la. Onun içinde saklı tüm yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıklar. Defterin kapağının arkasında da bir zarfta Lindsey’i ‘son faslında’ ağırlayan balkonun adresi ve bir not var aceleyle yazılmış. Nota ilişiyor gözü: “Sensiz ölmek zorundayım, gidiyorum. Masa doluysa bil ki artık yokum, cevaplar defterde.” Rakıyla beraber ‘Balkonlar’ı da açıyor Lindsey. Ve biz de ‘Balkonlar’la beraber, adını Tanburi Cemil Bey’in şarkısından alan, Nedret Kılıç’ın son romanı Şedaraban’ın sayfalarına Lindsey’le birlikte dalıyoruz.
Kitabın derinine girmeyeceğim. Zira buraya kitapta geçen karakterler ve olaylarla ilgili yazacağım her satır, Şedaraban’ın büyüsünden bir parça alıp götürecek. Ve bu yazının bir anlamı kalmayacak. Kaba hatlarıyla Şedaraban, ODTÜ İktisat öğrencisi Anton’la kendisinden yaşça büyük Lindsey’in birçok romantik dizi ve filmde rastladığımız, klasik, dikkatsizlikten ötürü iki bir kadın ve erkeğin çarpışarak ellerinde ne varsa yere düşmesi sonucu oluşan göz temasının akıbetinde başlayan büyük aşk hikayesini anlatıyor. Lindsey’in henüz kitabın başında bir monolog halinde ilerleyen felsefi tartışmaları ve ardından özetlediği hayat hikayesi kitabın devamıyla ilgili küçük de olsa ipuçları veriyor okura. Ancak başlayan her bölümde kitaba dahil olan karakterlerin gizemli şecereleri kafamızı allak bullak ediyor. Bu kadar kişinin ve olayın nasıl birbirine bağlanacağını merakla bekleyip sayfalar boyunca ilerlerken Anton’un ‘ben’, ‘hiç’, ‘irade’, ‘sonsuzluk’, ‘ölüm’, ‘evren’ gibi konularda yaptığı sınırsız zihinsel sorgulamalara tanık oluyoruz. Zaten kitabın genel konusunu da bunlar oluşturuyor. Nedret Kılıç’ın web sitesindeki ‘Öğretmenler’ kısmında yer alan isimlere baktığımızda da yazarın kitapta bunları sorgulaması ve sorgulatması hiç de şaşırtıcı değil.
Şedaraban için kitabın arka kapağına Hakan Günday, “… bir ölüm kalım meselesi gibi kaleme alınmış olan,” diye yazmış. Çok haklı. Çünkü okurken hayatlarına ortak olduğumuz tüm kişilerin ölüm ve ‘kalım’la ilgili bir meselesi var. Yukarıda bahsettiğim sorgulamaların iki ucunu da bu iki kelime oluşturuyor. Nedret Kılıç, ustalıkla yürüttüğü kurgusuna sığdırdığı kişileri ve olaylarıyla geride birçok soru işareti bırakırken, Şedaraban’ı bir ‘muamma romanı’ olarak sunuyor okura.
edebiyathaber.net (23 Ağustos 2021)